Akıllı bir insan neden Ateist olamaz?

Akıllı bir insan neden ateist olamaz?

Biz bu yazımızda Allah’tan ya da dinlerden bahsetmeyeceğiz sadece bir YARATICININ olup olamayacağını konuşacağız tekrar söylüyorum konumuz İslam değil bir yaratıcı var mı yok mu bu,  deizm, Yahudilik, Hristiyanlık vs. değil.
İnsan düşünebilen, akıl yürütebilen, bir şeyler üretebilen bir varlık iken onu diğer canlılardan ayıran en büyük özelliği olan aklını kullanmaması çok abes bir iştir. Şimdi bir düşünelim

  • Biz nasıl var olduk?
  • Bizi kim yarattı ya da ne yarattı?
  • Bizim var olmamıza sebep olan sebepler nasıl meydana geldi?
  • Bizim amacımız ne gayemiz ne?

İnsan bedeni yeryüzünde ki en karmaşık makinadır. Hayatımız boyunca bu makine ile görür, İşitir nefes alır yürür konuşur zevk alırız. Bedenimiz kemikleri kasları damarları iç organları ile mükemmel bir düzen ve tasarıma sahiptir bu Tasarımın detayına inildiğinde ise daha da şaşırtıcı gerçekler ile karşılaşılır birbirinden farklı gibi görünen vücut parçalarının tamamı aynı malzemelerden oluşmaktadır. Hücrelerden…
Vücudumuzdaki her şey milimetrenin binde biri büyüklüğündeki hücrelerden oluşur Bu hücrelerin kimi bir araya gelerek kemikleri kimi sinirleri kimi karaciğeri kimi midemizin içyapısını Kimi derimizi kimi ise gözümüzün kornea tabakasının oluşturur hücreler vücudun hangi parçasını oluşturuyorlarsa bu bölgede ihtiyaç duyulan boyuta ve şekle sahip olurlar.
Bu kadar farklı görevler üstlenmiş olan hücreler nasıl ve ne zaman meydana gelmişlerdir. İşte bu soruya verilecek cevap, bizi her anı mucizelerle dolu olan bir olaya götürecektir. Bugün senin bedenini oluşturan yaklaşık 100 trilyon hücrenin tamamı, tek bir hücreden su olarak meydana gelmiştir. Şu an sahip olduğun hücrelerle aynı yapıya sahip olan bu tek hücrede annenin yumurta hücresi ile babanın sperm hücresinin birleşmesiyle ortaya çıkmıştır.
İnsan bedenini oluşturan 60 70 kiloluk et ve Kemik kütlesinin özü başlangıçta bir damla suda toplanmıştır. Akıl sahibi Duyan gören işiten vücut yapısı olarak oldukça karmaşık bir yapıda olan insanın bir damla sudan meydana gelmesi Şüphesiz ki olağanüstü bir gelişimin sonucudur. Bu gelişim ise Elbette başıboş bir sürecin rastgele oluşan tesadüflerin değil ancak bilinçli bir yaratılışın sonucunda gerçekleşmektedir.
Şimdi soruyorum sana kardeşim bu aklı şuuru olmayan atomlar hücreler neye göre birleşerek seni yani bir insanı oluşturdu? Şöyle bir düşünelim. Okulda bir sınıfta, tahtaya bir insan, hayvan veya çiçek resmi çizilmiş olsun. Tahtadaki çizilmiş resmi, muhakkak birisinin çizmesi lazımdır. Tebeşirin veya kalemin kendi kendine kalkıp, tahtaya çizilmiş olan bir insan resmini, hayvan veyahut ta çiçek resmini çizemeyeceği herkesin malumudur. Öyle ise bunların canlılarını da yani bir çiçeği de, herhangi bir hayvanı da insanoğlunu da, şüphesiz akıllı şuurlu, bilen, yapabilen birisinin yapması, yaratması lazım gelmez mi?.
 

  • Benim vücudumda ki damarların uzunluğu Dünyayı defalarca sarabilecek derecede uzunlukta bu damarlar nasıl meydana geldi?
  • Bende bir Göz var et parçası bana tüm dünyayı gösteriyor bu nasıl meydana geldi?
  • Bende bir burun var güzel güzel kokular alıyor, bende bir kulak var bütün sesleri duyuyor, bende bir dil var dünyadaki o çok güzel olan nimetleri tatmama yarıyor, bendeki dil izi başka bir insanda yok herkesin dil izi farklı tıpkı parmak izlerim gibi… Hepsi de et parçası ama görevleri farklı bunlara farklı görevleri yapmasını söyleyen kim?
  • Benim parmaklarım var ve bana özel yapılmış benden başka kimsede yok aynı şekilde Dünyada ki hiçbir insanın parmak izi birbirinin aynısı değil bu nasıl olabiliyor?
  • Bende bir böbrek var 100-200 gram ağırlığında ve bir avuç içi kadar yer kaplıyor, birde diyaliz makinesi var kilolarca ağırlıkta çok fazla yer kaplıyor taşınması çok zor elektrik gitse çalışmıyor ve böbrek kadar güzel çalışmıyor. Kilolarca ağırlıktaki makine, çok fazla yer kaplayan, çok pahalı olan bu makine bende ki 100-200 gram ağırlığında ki böbreğin yaptığı görevi yapamıyor bu makinenin bir mühendisi varda makineden çok daha mükemmel olan böbreğimin nasıl olurda mühendisi olmaz?

 

Madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem, her mevcut san’atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm (eskiden beri var olan) değil, yeniden oluyor. Herhalde, bu mevcudu, meselâ bu hayvanı, ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem (Sebepler) onu meydana getiriyor. Yani esbabın içtimaında o mevcut vücut buluyor veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor; veyahut tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle (evrim de bu seçeneğe dahil) vücuda geliyor; veyahut bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretiyle icad edilir.

Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Hepsini sırasıyla inceleyip değerlendirelim bakalım

Birinci Yol: Sebepler

Mesela bir eczaneye girdiniz ve orada yüzlerce şişede bulunan ilaçları gördünüz. Onlardan birkaç tanesine baktığınızda anlarsınız ki bunlar bazı kimyasal bileşimlerin bir ölçüye göre bir araya getirilmesinden meydana gelmiştir. Çok hassas ayarlarla bir miktar ondan bir miktar öbüründen bir çok madde kullanılarak hastalıklara şifa olan o ilaç meydana getirilmiş.
Şimdi soruyorum size Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki, o şişelerden alınan çok hassas ölçülerde ki ilaç ham maddeleri, garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla, her birisinden alınan miktar kadar, yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o ilacı meydana getirsinler? Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtıl bir şey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, “Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır.
O ilaçlar da çok ince çok hassas ayarlar vardır mesela içerisinde ki maddelerden birini eksik koysanız ya da fazla koysanız o hastalığınıza şifa verecek olan ilaç sizin için zehir hükmünde olur ve iyileşeceğim derken zehirlenip ölürsünüz.

Peki, bu evren nasıl var oldu?

19. yüzyılın başlarına dek hakim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi. “Statik evren modeli” adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi.
Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratıcının varlığını da reddediyordu.
Her şey, hatta henüz yaratılmamış olan “gökler ve yer” bile, tek bir noktadayken büyük patlama ile yaratılmış ve birbirlerinden ayrılarak evrenin bugünkü şeklini meydana getirmişlerdir. Materyalizm, maddeyi mutlak varlık sayan, maddeden başka hiçbir şeyin varlığını kabul etmeyen bir düşünce sistemidir. Tarihi eski Yunan’a kadar uzanan, ama özellikle 19. yüzyılda yaygınlaşan bu düşünce sistemi, Karl Marx’ın diyalektik materyalizmiyle ünlenmişti.
yüzyıldaki durağan evren modeli, başta belirttiğimiz gibi, materyalist felsefeye zemin sağlamıştı. Materyalist felsefeci George Politzer, bu evren modeline dayanarak, “Felsefenin Başlangıç İlkeleri” adlı kitabında; “evrenin yaratılmış bir şey” olmadığını öne sürmüştü ve şöyle demişti: “Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde Tanrı tarafından belli bir anda ve yoktan var edilmiş olması gerekirdi.”
Politzer evrenin yoktan var edilmediğini iddia ederken 19. yüzyılın durağan evren modeline dayanıyor ve dolayısıyla bilimsel bir iddia ortaya attığını sanıyordu. Oysa 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin sağlayan durağan evren modeli gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır. 21. yüzyılın eşiğinde olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla yaratıldığı modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır.
Ayrıca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği saptanmıştır. Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir. (Detaylı bilgi için “Bigbang ve İslam yazımızı buraya tıklayarak okuyabilirsiniz”)
Evrenin genişleme hızı, evrenin şu anki yapısının oluşabilmesi açısından son derece kritik bir değere sahiptir. Eğer genişleme hızı çok az daha yavaş olsaydı, bütün evren, daha Güneş Sistemleri tam anlamıyla düzenlenemeden tekrar içine çökmüş olacaktı. Eğer evren biraz daha hızlı genişliyor olsaydı, madde ne galaksileri ne de yıldızları bir daha asla oluşturamayacak biçimde boşlukta dağılıp gidecekti. Her iki durum da, canlılığın ve bizlerin var olamaması anlamına geliyordu. Ancak bunların hiçbiri gerçekleşmemiş ve evrenin genişleme hızının sahip olduğu son derece hassas değer sayesinde şimdiki evren ortaya çıkmıştır. Peki, bu denge ne kadar hassastır?
Avustralya’daki Adelaide Üniversitesi’nden ünlü matematiksel fizik profesörü Paul Davies, bu soruyu cevaplamak için uzun hesaplar yapmış ve inanılmaz bir sonuca ulaşmıştır Davies’e göre, kainatın yaratıldığı büyük patlamanın ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı. Milyar kere milyarda bir ifadesi rakamsal olarak şöyle yazılır:
“0,000000000000000001”.
Yani bu derece astronomik küçüklükte bir farklılık dahi evrenin var olamaması demekti. Bu nedenle Big Bang herhangi bir patlama değil, her yönüyle çok iyi hesaplanmış ve düzenlenmiş bir oluşumdur.
Ortada bu kadar hassas bir ayar var miyarda bir ihtimal de ki fark bile evrenin içine çökmesine sebep olacak ve şu anda biz olmayacaktık şimdi soruyorum daha bir eczane de ki ilaçların bile tesadüfen bir araya gelemeyeceğini kabul eden bir insan bu kâinatın nasıl tesadüfen meydana geldiğini düşünür? (Daha detaylı bilgi için burada ki yazımız okunabilir)
Bizce 1. Seçenek yani sebeplerin meydana getirmesi fikri elenmiştir. Şimdi ikince seçeneğe geçelim ve acaba her şey tesadüfen mi oluşuyor onu bir inceleyelim.

İkinci Yol: Tesadüf

Birkaç örnek ile açıklayalım daha detaylı bilgi için (Buraya tıklayarak “Yaratılışta Tesadüfün Hissesi var mı?” yazımızı, Buraya Tıklayarak “Hücreler Tesadüfen oluşabilir mi?” yazımızı. Buraya Tıklayarak da “Protein ve Tesadüf” yazımızı okuyabilirsiniz).
Misal:Art arda altı kez atılan bir zarın ilk önce 1, sonra 2, sonra 3, sonra 4, sonra 5 ve daha sonra da 6 gelmesi olasılığı (1/6)6yani 46.656 ihtimalde 1′dir. İnsanın kulak kemiklerinin sayısı ise altıdır. Bu altı kemiğin tesadüfen ortaya çıktığı kabul edilse bile, bu kemiklerin şu andaki mevcut sıralarıyla dizilme ihtimali 46.656′da 1 ihtimaldir. Bu sadece bir insandaki kulak kemiklerinin tesadüfen dizilme ihtimalidir. Bir de bu dizilişin şu anda yeryüzünde bulunan 7 milyar insanda aynı şekilde olduğu düşünülür ve bütün insanların aynı şekle sahip olmalarının ihtimalini bulmak istersek, 46.656 rakamını 7 milyar kere çarpacağız. İşte eğer sonucu telaffuz edebilirseniz, bu kadar ihtimalde bir ihtimaldir. Yaratıcıyı inkâr eden neyi kabul etmek zorunda olduğuna bir baksın ve bundan utansın!
Misal:Yine elimize bir zar alıp attığımızda o zarın 4 gelme ihtimali altıda birdir. İki zarı aynı anda atsak, ikisinin de 4 gelme ihtimali 36′da birdir. İki zarı iki defa atıp her ikisinde de iki zarın 4 gelme ihtimali ise 1.296′da birdir. Dört defa peş peşe attığımızda her iki zarın da her defasında 4 gelme ihtimali ise 1.679.616′da birdir. Acaba iki zarın dört defa peş peşe 4 gelme ihtimali 1.679.616′da bir ise, bir insanın vücudunda bulunan 206 kemiğin birbirine uygun olarak gelme ihtimali acaba kaçta kaçtır? Yani şunu düşünelim: Faraza bütün kemiklerim tesadüfen yaratıldığını düşünüyoruz. Bizler bu kemikleri aldık ve bir torbaya koyduk. Her defasında bir kemik çekeceğiz ve iskeletimizin dizilişini oluşturmaya çalışacağız. Yanlış bir kemik çektiğimizde, o ana kadar çektiğimiz doğru kemikleri tekrar torbaya koyup baştan başlayacağız. Acaba 206 kemiği doğru olarak çekebilme ihtimalimiz kaçta kaçtır? Trilyonlarla ifade edilemeyecek kadar çok… Ve şunu unutmayın, biz bu hesabı kemiklerin tesadüfen yaratıldığını kabul ederek yaptık. Bir de kemiklerin tesadüfen yaratılmasını hesaplamaya kalksak… Bir de bunu bir insanda değil bütün insanlarda yapsak… Ve buna bir de diğer hayvanları eklesek… Acaba böyle bir ihtimal hesaplanabilir ve rakamlarla ifade edilebilir mi?
Misal:Şimdi Ayasofya Camisi’nin tabiat olayları tarafından kendi kendine, mimarı olmadan yapıldığını düşünelim. Bu nasıl olabilir? Kuzeyden esen rüzgâr 10,7 ton su getirir, buraya döker. Güneydoğudan esen rüzgâr 4,3 ton kadar demir getirir. Batıdan esen rüzgâr 11,5 ton kireç, doğudan esen rüzgâr 2,37 ton tuğla… Diğer bir taraftan esen rüzgâr ise tuğlaları dizer. Başka bir rüzgâr çimentoyu yerleştirir ve böylece Ayasofya Camii meydana gelir. Yine bir rüzgâr tarladaki dikenleri toplar. Bunlar, koyunlar üzerlerinden geçerken tüylerini koparıp halı dokurlar ve halı caminin içine düşer. Diğer bir rüzgâr, oduncular yemek yerken baltalarını alıp ağaçları keser ve bir marangozhaneden geçerken uygunca doğrar. Kazara çiviler bunun üzerine gelir, çekiçler çarpar ve minber caminin içine kendiliğinden düşer… Herhâlde Ayasofya Camisi’nin ustasını inkâr edip camiyi tesadüfe havale ettiğimizde bundan daha mantıklı bir açıklama olamaz.
Örnekler daha da çoğaltılabilir zaten Birinci ihtimalde az çok üzerinde durmuştuk tesadüfen olamayacak kadar hassas olduğuna. Şimdi gelelim üçüncü ihtimale.
 

Üçüncü Yol: Tabiat Yapıyor (Evrimde bunun içinde)

 

Eğer mevcudatta, hususan zîhayatta görünen basîrane, hakîmane olan san’at ve icad, Şems-i Ezelî’nin kalem-i kader ve kudretine verilmezse, belki kör, sağır, düşüncesiz olan tabiata ve kuvvete isnad edilse lâzım gelir ki; tabiat, icad için herşeyde hadsiz manevî makine ve matbaaları bulundursun; veyahud herşeyde, kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet dercetsin. Çünkü nasıl şemsin cilveleri ve akisleri, zemin yüzündeki zerrecik cam parçalarında ve katrelerde görünüyor. Eğer o misali ve aksî güneşçikler, semadaki tek güneşe isnat edilmese, lâzım gelir ki; bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında tabiî, fıtrî ve güneşin hasiyetlerine mâlik, zahiren küçük, manen çok derin bir güneşin haricî vücudunu kabul ederek, zerrat-ı zücaciye adedince tabiî güneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi.. -aynen bu misal gibi- mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelî’nin cilve-i esmasına verilmezse, herbir mevcudda, hususan herbir zîhayatta hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, âdeta bir ilahı içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhalatın en bâtılı, en hurafesidir. Hâlık-ı Kâinat’ın san’atını, mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir. (Lem’alar ( 182 ))

Burada anlatılmak isteneni günümüz Türkçesi ile biraz daha açalım. Bundan önceki iki yolu eledik ve dedik ki tabiat yapmış olur eğer gerçekten böyle bir şeyi kabul edersek şunların olması lazım gelir: Tabiat, tabiatta ki her şeyi meydana getirme gücüne sahiptir hadsiz ve nihayetsiz derece de muntazam ve mükemmel bir güce sahip olması gerekir. Çünkü mesela Güneş doğduğunda yeryüzünde ki her şeye onun parlaklığı yansır ve yansıma özelliği olan her şeyde güneşin bir yansıması gözükür. Eğer biz o anda güneşi devreden çıkarır güneşin varlığını kabul etmezsek yeryüzünde ki güneşin yansımasından kaynaklanan bütün ışığı o ışığı yansıtan maddeye vermiş oluruz dolayısıyla o ışığın kaynağı o madde deriz ve gücü ondan biliriz dolayısıyla her maddeyi bir güneş kabul ederiz. Bu misalden de anlaşılacağı gibi eğer bir yaratıcıyı kabul etmezsek kâinattaki her zerreye her atoma hadsiz güç, kudret, idare, şuur, hikmet, ilim vermemiz gerekir ve adeta kâinattaki her zerreyi farkında olmasakta bir İlah kabul ederiz “yani bizim ilahımız –haşa- Atomlar olur zerreler olur” ve böyle bir şeyi kabul eden insan kâinattaki en aptalca ve batılca şeyi yapmış olur ve elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir. (Daha detaylı bilgi için buraya tıklayarak “Tabiat Ananın Kocası Kim?” yazımızı okuyabilirsiniz.)
Şimdi geldik işin en güzel yerine ve neredeyse bütün ateistlerin delil olarak getirdiği “EVRİME” bu yazıda evrim vardır yoktur yada evrimden kastın ne olduğuna dair vs. bir şey söylemeyeceğim evrimin kesinlikle olduğunu kabul edelim hatta bunu “Entropi Kanunu” gibi bir kanun kabul edelim (Evrim ve Entropi kanunu ile ilgili yazımız) yani inkar edilemez bir gerçek olduğunu kabul edelim ve ona göre bir yaratıcının olup olmadığını inceleyelim.
 
Benim gördüğüm kadarıyla bilgisiz ateistler ki çok büyük bir kesimi böyle- evrimi delil getirerek yaratıcıyı devreden çıkarıyor çoğu ünlü evrimci ateist bilim insanı evrimi delil getirerek bir yaratıcıyı devreden çıkarmıyorlar Çünkü onlar da gayet iyi biliyor ki evrim YARATICI nın olmadığını göstermez (İslam(Allah) değil yaratıcı). Nasıl mı şöyle:
“Örneğin orta da bir menemen var ve ben bu menemenin nasıl yapıldığını size özetle anlatayım domates koyuyorsun, tuz koyuyorsun, yağ koyuyorsun, ateşte pişiriyorsun… Özetle tarifi bu. Evrimi delil getirerek yaratıcıyı devreden çıkaran ateistler diyor ki biz aklımızla(bilimle) menemenin nasıl yapıldığını açıklarız, açıkladık (EVRİM) o zaman bunu yapana gerek yoktur yani bir şeyin nasıl yapıldığı açıklanıyorsa onu yapana ihtiyaç yok demektir, o yüzden bu menemen TESADÜFEN, KENDİ KENDİNE oluşmuştur. Ama biz deriz ki “Biz bilimle onun nasıl yapıldığını araştırır(menemenin nasıl yapıldığını öğrenir) bunu yapan arka planda ki gücü ararız (Menemeni yapan aşçı gibi)” şimdi aklı, mantığı, zekası, vicdanı olan bir ateiste bu menemeni gösterip tesadüfen olsak bize ne der “Ne içtin kardeşim aşçı olmadan menemen mi olur hiç kendi kendine olur mu?” der. Daha bir menemenin dahi tesadüfen meydana gelemeyeceğini söyleyen ateist şu koca kâinatın, onun içinde ki yıldızların galaksilerin Dünya’nın ve canlılığın ve en önemlisi de İNSANIN tesadüfen oluştuğunu düşünür ve söyler ve böylece bin derece muhal olan bir düşünceyi savunur. Bak ateist kardeşim  sen evrim diyerek (en iyi ihtimalle) canlılığın nasıl meydana geldiğini açıklarsın (Menemenin tarifi gibi) ama onu açıklayabiliyor olman onu yapan biri (Aşçı) olmadığı anlamına gelmez.”

Dördüncü Yol: Yaratıcı

Yani AKILLI, Mantıklı bir insan hiçbir şekilde Yaratıcıyı-Tanrıyı inkâr edemez buna istediği ismi versin; Allah desin, Yehova desin, Uzaylı desin, İnek desin, Put desin, Spagetti Tanrısı desin ne isterse desin ama bu bir YARATICIYI inkâr edebileceğini göstermez. Buraya kadar verdiğimiz bilgiler ışığında bir insan ancak DEİST olabilir ateist olamaz Bir sonra ki yazımızda bir insan neden deist olamaz konusuna değinmeye çalışacağız inşallah. Selametle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir