Mişkatül Mesabih {Cilt-1 | Bölüm-1}

İZAHLI MİŞKÂTÜL-MESABÎH TERCÜMESİ

 

Takdim

 
Sonsuz hamdi; Âlemlerin Rabbi, insanlığın hidâyet ve seâdetlni be­yan etmeleri için Rasullerin göndericisi; âlim ve ariflerin kalblerlni îman nuru ile açıcı, hidâyet ve dalâletin halikı hakikîsi, Hayatin, ölümün ve öl­dükten sonra tekrar dirilmenin yaratıcısı ve bütün varlıkların tek mabudu, ezeli ve ebedi sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh olan halikı zülcelâla olsun. Ona hamd ederiz, ondan yardım dileriz, onun afvı mağfi­retini umarız.
Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden ona sığınırız. Onun hidâyette kıldığı kimseyi, hiç bir varlık dalâlete çevirib kötü yola sap-tıramaz ve onun dalâlet bataklığına attığı kimseyide, hiç bir varlık hidâyete çeviremez. Herşey o yüce halikın dilemesi ve yaratması iledir. Onun zat ve sıfatında birliğine, şerik ve naziri olmadığına ve Muhammed Aleyhisselâm onun kulu ve râsûlu olduğuna şahadet ederiz.
Salâtü selâm, insanların mürşidi hakîkîsi, nübüvvet nurunun sonuncu­su, âlemin efendisi, islâm nurunun tebliğcisi, din ve îmanın kemâle erip ta­mam olduğunun açıklayıcısı, kıyamette ümmetin büyük günâh sahiplerinin şefaatçisi, iki cihanın tek fazilet timsali olan Peygamber sallallahü aley-hiveselleme ve onun ashabına, tabiin ve tebe-î tabiine ve ûiemâ-i âmilin, sûlâha-i salihine ve bütün müslüman kardeşlerimize olsun. Dua ve hayır temennilerimizi, hassaten rahmeti Nahiyenin tecellisini bütün müslüman kardeşlerimize şumûlunu dileriz.
Edille-i Şeriyenin esas ve anası olan kitap, sünnet olduğu malûmdur. Icma-ı ürhmetle kıyası fukaha, bu ana delilleri açıklayıcı mahiyettedir.
Elimizdeki «mîşkâtü! mesâbih» adlı eser, ohüç (13) sünenden (hadis kitaplarından) toplanmış altı bin yüz yetmişdört (6174) hadisi şerifi ihtiva etmektedir.
Eserin yazarı, 737 târihinde vefat eden Hatibi teprizidir. Eser; 516 târi­hinde vefat eden İmamı Beğavinin «Kitabül mesâbih» adlı eserinden alına­rak bablar ve fasıllar tasnif edilmiştir. Peygamberimizin sünnetlerinin her çeşidini beyan eden veya işlâmın ana hükümlerinden sünnetleri ihtiva eden pek kıymetli bir değer taşımaktadır ve selefin değer verib İtimat ettikleri, nadide eserlerden birisidir.
Böyle kıymeti hâiz olan mübarek bir eseri, tqrcüme ve izah ederek is-lâmın ana kaynağından birisi olan sünneti nebeviyyeye hizmet etmiş ve Müslüman kardeşlerimize dini hükümleri aydınlatmış oluyoruz Bu vesiyle ile cenâbu hakkın rahmetine kavuşup azabından emin olarak cennet ve ni­metine nail olmayı ve sevgili peygamberimizin şefaatim umarız.
İslâm hukukunun ana kaynaklarından olan fıkıh kitabı, «Mültekâ» adlı eserin tercüme ve izahından sonra nuru nübüvveti hamil olan bu eserin tecrüme ve izahını lütfeden yüce mevlâya nâ mütenâhi ham eder, bu eseri, 8-10 cilt halinde çıkarabilmemiz için tefvik ve inayetini temenni ve niyaz ederiz.
Sâyü gayret bizden, tevfik ve inayet yüce Allahdandır. [1]
 

Musannif Ve Eseri

 
Tercümesini yabdığımiz «Mişkât-EI Mesâbîh» adh eserin yazan; Veliy-yüddin, Ebû Abdillâh Muhammed bin Abdilİah El-Hatîbi Tehrizıdir. Hicretin sekizinci asrının ulemâ ve Muhaddisindendir.
Kendisinin ha! tercümesi uzun-uzun beyan edilmediğinden bütün şu rihler bir kaç cümle ile taltif ve takdir etmişler.
Meselâ : Mişkât sarihi allâme Hasan bin Muhammed Ettîbî şöyle taltif-lemistir : «Hatibi tebrizî, evliyanın bakiyesi ve sâlihlerin kutbudur.»
Şârih Aliyyülkâri de. «Mirkâtül Mefâtih» adlı şerhinde şöyle demiştir :
«Hatîb-i tebrizî efendimiz gayet bilgin, âlim, anlayış denizi, hakkikatla-rı izhâr edici ve dakik meseleleri izah edici müttekî ve pâk bir zattır.»
Sarihlerin beyanlarında olduğu gibi, Müellifin te’lifleri ilminin gayet ge­niş ve büyük fazilet sahibi olduğuna delâlet etmektedir.
Müellif Hatibi tebrizi’nin vefat târihi kesin olarak bilinmemektedir. Fa­kat «Mişkâtül mesâbîh» adlı bu tercümesini yabdığımız eserini te’lif ettiği sene olan yedi yüz otuz yedi (737) tarihinde vefat ettiği zikredilmektedir.
Teliflerinden biriside : «El ikmâl Fî Esmâirricâ!» adlı matbu eseridir. Sarihlerin beyanı gibi cümleler, «keşfüzzünûn» adlı eserdede zikredilmiştir.
Tebriz : Iranın âzerbeycan semtinde bir şehirdir.
Mişkat :
Müellif merhumuun eseri, ne şekilde ve hangi gayelerle telif ve tertib ettiğini ilerde kitabının baş tarafında okunacağından burada zikretmeyi zâid buluyoruz.
Müellif merhum, ihtisar edip seçtiği eser olan İmamı Beğâvînin [2] «ki-tabül Mesâbih» adlı eserine ilâveten bin beş yüz on bir (1511) hadisi şerif ilâve etmiştir.
Evet tercümesini yabtığımız müellifin bu eseri : Altı bin yüz yetmiş dört (6174) Hadisi şerifi ihtiva etmektedir. Ve her hadisi şerifin sened ve kay­naklan eserde zikredilmiştir. Ayrıca izah bölümünde bir çok âyet’i kerîme ve hadis’i şerif meallerini’de zikrettik.
Eser, arabca tahkıklı metin olarak üç cilttir. Muhtelif Şerhleri vardır. Hâlâda yeni şerhler yazılmaktadır.
Mevcut Şerhlerinden bir kaçı şunlardır :
1 – Elkâşifü an Hakâiki Essünen : Müellifi, Allâme Hasan bin Mu­hammed   Ettîbi, vefatı : 743
2 – Minhâcül Mişkat : Müellifi, Abdulaziz, bin Muhammed bin Abdül-aziz. Vefatı, 895
3- Mirkâtül Mefâtih Şerhi Mişkâtül Mesâbih : Müellifi, Molla Aii bin Suttan Muhammed Elkâri (mâruf olan Aliyyülkâri) dir. vefatı, 1014.
Bu şerh, şerhlerin hemen-hemen en büyüğü ve en îzahlısıdır. Büyük-büyük beş cüt halindedir. Ve bu eserin tercüme ve İzahında yegâne istifâ­de ettiğimiz şerhdir.
Mişkâtü! Mesâbih hakkında söylenen sözlerden bâzıları şunlardır : Şârih tîbî diyor ki; «Mişkâtül Mesâbih isminin verilmesi, İsimle mânâ arasında münâsebete riâyet olunmuştur. Zira Mişköt, Ziyanın toplandığı ve konduğu yerdir. Öyle olunca birbirine kuvvtle bağlı ve çerçeveli bir yer olur. Geniş yer elbet buna muhalifdir. Hadisi şeriflerde, ravîlerden gafil olarak rivayet edilirse, bir dayanti ve zincirlemeye çerçeve olmadığından dağılır. Fakat, râvî ile kayıtlanırsa, zabdolunur ve mekanında karar eder.»
Şeyh dehlevîde şöyle demiştir: «Bildİmkİ, elbette mişkat; duvardaki pencereden başka etrafı çevrili ışık toplanan bir deliktir.
İşte o deliğe çırağlar (kandil, lamba ve idareler) konur. İsmin konul­masının ciheti ise, duvardaki deliğe Çırağ (kandil, lamba ve fener) kon­duğu gibi, Mesâbih kitabınada (Mişkata) konulmuştur.»
Ygnj Mişkat, Çırağ ve idarenin konduğu delik ve yer manasınadır. Sanki Mesâbîh hadisi şerifleri, birer Çırağ ve ışıktır, Mişkâtta; delik ve ye­rine konarak aydınlık hâsıl olmuştur.
Mişkâtül mesâbîh kitabı hakkında şöyle denilmiştir : Elbette çıra ve lamba yerine konmuş aydınlatıcı bir ışığı vardır, işte oda mişkat (ışık konan yer} dir ve o yerde ışıklar (efektrikler, kan­diller) vardır.
Ve orada (mişkat da) menfeatı umumî olan nurlar vardır.
Mesâbih : Misbah kelimesinin cem’İdir. Çıralar, lambalar, ışıklar mana­sınadır.
Bu sebebden insanların ve cinnilerin kltablarına tercih yönleri vardır Evet bu mişkat da dînin usûlü, fıkıh ve hidâyet yolu vardır.
Ehli sadık kimselerin muhtaç olduğu yollarda bunda (mişkatda) dır.
Kütübü sittedçn olan Buharı, Müslim, Tirmizi, İbni mâce, Nesa^fve Hâ­kim gibi sünenlerde bâzı hadisi şerifler mükerrer ve hatta hükmü neshoiun-muşlarda zikredilmiştir. Bu sebeble avamdan olan okuyucularda bâzı tered­düt ve yorgunluklar olabilir.
Mişkat da ise, mükerrer -zikredilmediğinden okuyucunun daha fazla ilgisini çekecektir ve yeni yeni rnes’eleler öğrenme zevkine dalarak okuna­cağı muhakkaktır.
Evet okunduğundada görüleceği üzere bu eserde toplanan hadisi şe­rifler çok manalı ve mühim hükümleri ihtiva etmektedir. Okuyana, dinleye­ne ve hatta evinde bulundurana Nur saçar. Sahih sened ve râvîler tarafın­dan nakledilen, bu hadîsi şerif kitabını okuyan her Mümin, bilhassa açıkla­nan kısımlarımda okudukça tatmin olub manevî zevk ve huzura kavuşacak­tır.
Kitab, 13 Muhaddisin süneninden seçilmiş hadislerden toplanarak teiif edilmiş bir hadisi şerifler, kütübü sitte ve şâir sönenlerin içtimâ ettiği ve böylelikle çırağ ve ışıkların toplandığı bir yer olmuş oluyor.
Hadisi şerifin îzah kısmında rivayet eden sahabe ve tabiînden olanla­rın tercüme-i hallerinden bahsetmekle okuyanın meclisine feyz, bereket ve huzur gelecektir. Zira büyükler şöyle buyurmuşlar :
«Sâlihler, zikredildiğînrie o meclise rahmeti ilâhi iner.»
Böyle kıymete hâiz olan bu eseri, tercüme ve İzah ederken sânına lâ­yık çalışmak emelini taşıdık. 8 veya 10 cildde tamamlanacak olan bu tercü­memizde de her hangi bir hatâ görülürse, Meslekdaş ve okuyucularımız­dan hüsnü te’vil ve İkazlarını istirham ederiz.
Ve bu «mişkat El mesâbîh» adlı eserin muhteviyatı; îman, ilim ve fazî-ieti, ibâdet, alhâk edeb, muamelât, siyeri nebî ve ashabı kiram hakkında bilinib inanılması gereken îtikâdî ve ve fıkhî hükümleri camidir. En krymetli -senet ve hükümleri ihtiva ederek edille-î şer’iyyeden sünneti seniyyenin her çeşidi yazılmış ve zikredilmiştir.
Ayrıca hadîsi şeriflerin açıklama ve îzah kısmında naçiz tarafından ya­zılan ilâve hadîsi şerifler ve hadîsi şerifin hükmünün hangi âyeti kerimeler­de mündemiç olduğuda zikredilmiştir.
Evet on üç (13) sünenden (hadis kitaplarından) derlenen bu kıymetli hadis kitabına, daha başka sünenlerdende istifade edilerek manevî nur olan mübarek hadîsi şerifler, «Mişkat el mesâbih – nur ışıkların toplandığı yer» ismi dahada şumulfandırılmıştır.
Metinde hadîsi şeriflerin bâzılarının sonunda «Müttefekun aleyh» zik­redilir. Bu kelime zikredilen hadîsi şerif hem Buharîde ve hem Müslimde mevcud olduğunu beyan ederek, Buharî ve Müslimin ittifakı vardır, demek­tir. Hadîsi şerifler, numaralıdır. Ayrıca her bab ve fasıllardaki hadislerde, mahallî numara île numaralıdır.
izah bölümünde de, evvela hadîsi şerifi rivayet eden sahabenin kısa hal te/cümesi, sonra lüzumlu îzahat yapılmıştır. Hadisi Şerifin râvisi yukar­da geçmişse işaret edilmiştir, Veya zikri terk edilmiştir.
Şârih Aliyyülkâri :                                                      
Mişkat Şerhi «Mirkâtül mefâtih» adlı eser, yegâne istifâde kaynak ve dayanağımız olması hasebiyle bu kıymetli büyük beş cilt hâlindeki ese­rin yazan, âlim, kâmil, muddekkik, hafızı kelam ve rriuhaddis olan Aliyyülkâri hakkında bir nebze bahsetmek gerekmektedir..
Asrının müceddidl kabul edien, hanefiyyülmezhep Aliyyibni sultan Mu-hammed elherevî: Hiratda doğuyor, sonra ilim tahsili için Mekke-İ Mükerremeye göç ediyor. Orada üstad Ebilhasanil Bekrî, Ahmed bin Hacer elmekkî, Abdullah sindi ve kudbuddîni Mekkiden iMm tahsil ediyor. Vefatı 1014 hicridedir. Allah ondan razî olsun.
Telifâtı kesîre sahibi olan bu zat, az zamanda nam ve sânı etrafa yayı­lıyor. Eserlerinden bâzıları şunlardır :
1 – 500-560 sahife şeklinde büyük 5 cild hâlinde arabca   ifâdelerle yazılan «Mişkat Şerhi Mirkâtül Mefâtih»,
2 – Bir cild halinde «Şemaili tirmizi Şerhi»,
3 – İki cild hâlinde «Şerhi Şifa-i Şerif»,
4 – Usûlü hadîsden «Şerhin nuhbe»,
5 – İlmi kıraatdan «Şerhi Şâtıbi»,
6 – Yine ilmi kıraatdan, «Şerhi Cezerî»,
7 – Mevzu Hadisleri zikreden «Mevzuatı Suğra ve kubrasi»,
8 – Hanefi âlimlerinin tabakalarını beyan eden   «El esmarul ceniyye fitabakatıl Hanefiyye»,
9 – Nüzhetülhatırılfatır fi menakıbışşeyh Abdilkâdir,
10 – Keşfül hader fi emrilhızır,
11- Zavul meali fi şerhi Bed’il Emâlİ,
12- Hac mes’elelerini en geniş şekilde îzah eden «Menasiki hac»,
13- İmam Azamın eserine «Şerhi Fıkhulekber» Şerhi,
14 – Fıkıhdan «Nikâye» isimli esere şerh «Fethu Bâbıl inâye fi şerhi ennikâye»,
15 – Ahlakdan iki cild halinde «Şerhi Aynül ilim» eseri.
Bu yazdıklarımızdan başka daha pek çok eseri ve risalesi vardır. [3]
 

Sünnet Ve Hadisle İlgili Mühim Bilgiler

 
Tercümesini yapdığırmz «MİŞKAT EL MESÂBİH» isimli kitab,, hadîsi şerif kitablarından olması hasebiyle hadîsi şerif ve sünnet hakkında kısa ve umumî malumat vermek uygun görülmüştür.
Sünnet : yol ye âdet gibi lugât manâlarını ifâde eder ve çeşitli yerler­de çeşitli mânaları muhtevidir.
Sünnetüllah : Allanın sünneti, Allâhın yolu, Allâhın âdet ve tabiatı de­mektir.
Sünnetülevvelîn : Evvel geçen kimselerin sünneti.
Sünnetülâhirîn : Sonra gelenlerin sünnet ve âdeti.
Sünnetü nebeviyye : Peygamberin sünneti.
Sünneti kavfiye : Peygamberin buyurduğu sünnet. Sünneti fîliye : Peygamberin işlediği sünnet.
Sünneti takrîriye : Başkasının işlediği şeyi peygamberin güzel görüp ka­bul ettiği sünnet.
Sünnet hükümlerini beyan eden ilâhî âyet mealleri :
«İşte bundan evvel geçen münafıklar hakkındaki AlEahin (azab ve he­lak) sünneti, böyledir. Allâhın sünnetini (âdet ve kanununu) değiştirmeğe asla imkan bulamazsın.» Ahzab sûresi, 62
«Halbuki, evvelki inkarcılar hakkında Allâhın sünneti geçmiştir.» Hıcr sûresi, 13
Peygamber (S.A.V.) efendimizde bir hadîsi şerifde sünnet kelimesini şu ifâde ile kullanmıştır.
«Bir kimse, ümmetimin fesad olduğu zaman benim sünnetime satılır­sa, işte o kimse için yüz şehit ecri vardır.» Beyhakî
Şer’î hükümler, dört delile dayanmaktadır. Bu delil de : kitab, sünnet, icmâi ümmet ve kıyası fukahadır.
Şer’î hükümleri isbat eden delil, hakîkatta kitab ile sünnettir. İcmâi ümmetle kıyâsı fukaha ise, bu iki deiîlin, hükümlerini açıklayıcı delildirler.
‘Sünnet ve hadis de, kur’anı kerimin hükümlerine dayalı veya kur’anı kerimin âyetlerini tefsir, îzah ve beyan eden hükümler mâhiyetini taşımak­tadır.
Evet sünnet ve hadis; ya kur’anı kerîmi tefsir ve beyan eder veya onun üzerine bir hüküm ziyâde eder. Binâen aleyh beyan ve tefsir eaenin mertebesi, beyan olunanın mertebesinden sonradır. Zîra aslî olan nas, esastır. Tefsir ise, onun üzerine kurulmuş bir binadır.
Sünnet ve hadis de olan mânaların hebsi için kur’anda bir asıl ve hü­küm mevcuttur. Bununla beraber kur’anın anlaşılmasında hadis ve sünne­te mutlaka bir ihtiyaç vardır. Hadis ve sünnet olmadıkça kur’an üzerindeki içtihadımız eksiktir ve cok kerre yanlış hükümler çıkarmamı zada sebebtir.
Usulcularm: «Kur’anın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin kur’ana olan ihtiyacından daha çoktur.» Demeleri bu bakımdandır.
Bundan da anlaşılıyorki, «Sünnet, kitabın (Kur’anı kerîmin) hükmü hakkında son kararı söyler ve kitabdan maksat ne olduğunu beyan eder.ıt
Şu halde : «İslâmın esâsı yalnız kur’anjdır. Biz ancak ona bakarız.» gi­bi söz ve iddia da bulunarak Peygamberin hadislerine kıymet vermemek, şayet kötü bir fikre dayanmıyorsa, hadis ve sünneti ve peygamberin vazi­fesinin şümul ve mâhiyetini anlamamaktır. Zîra kur’anı tebliğ edende, tef­sir ve beyan eden de peygamberin kendisidir.
Bu değer ve vasıfları taşıyan sünnet ve hadîsi şerifin ehemmiyet ve faziletini natık olan bârı ayeti keriyme ve hadîsi şerifleri naklederek bah­simize son verelim. [4]
 

Sünnet Ve Hadîsin Fazileti

 
Sünnet ve hadis hakkında kur’anı kerimde şöyle buyurulmuştur : «Ey îmân edenler! Allâha itaat edin. Peygambere ve sizden (müslü-man) olan âmirlere itaat edin. Sonra bir şey hakkında münazaa (kavga, gürültü) ettinizmi, hemen onu Aİlâha (Kur’ana) ve resulüne (sünnetine) arz ediniz, eğer Allâha ve âhiret gününe inanıyorsanız. Bu (kitab ve sün­nete) müracaat, hem hayırlı ve hem de netice bakımından daha güzeldir.» Nisa sûresi, 59
Bu âyeti keriymede beyan edildiği üzere, bir mes’ele hakkında müşkil-lik ve niza hasıl olduğunda hemen şer’î delil olan kitab ve sünnete müra­caat ederek halli fasletmek yolunu tutmak ve bu iki delîli bilen ehline mü­racaatla mes’eleyi en doğru şekilde aydınlatmak her müsiümanın vazifesi­dir.
Sünnete sarılmanın ehemmiyet ve lüzumunu natık diğer âyeti kerîme mealleri.
«Habîbim!) Rabbin hakkı için, o kimseler ki; aralarında cekişdikleri şeyler hakkında seni hakem tâyin edib sonrada verdiğin hükümden nefis­leri hiç bir darlık duymadan tam bir teslimiyette (boyun eğib) teslim ol­madıkça, îman etmiş olmazfar.» Nİsâ sûresi, 65
Diğer bir âyeti kerîme mealinde şöyledir :
«Peygamber size ne verdi (getirdi) ise, onu alın (ona sahib olun). Ve size neyi yasak etti ise onu da afmayın (yapma dediğini de yapmayın).» Haşr sûresi, 7
Tercümesini yabdiğımız «Mişkât el mesâbîh» adlı bu kitabın (kitab ve sünnet bâbı)nda geleceği gibi, sünnet ve hadîse, şer’î delil olarak sarılma­nın lüzum ve ehemmiyeti beyan edilmiştir. Cümleden bir kaçını naklede­lim.
Câbir (R.A.) den rivayet edilmiştir,
Resûîüllah     (S.A.V.) buyurmuştur ki   :
«Bundan sonra, elbette sözün en hayırlısı kitâbuilah ve hidâyetin en hayırlısı da Muharnmed (A.S.) ‘m hidâyetidir. İşlerin en şerlisi yeni çıkan­lardır. Ve her Bid’at dalâlettir.» [5]
Abdullah ibni Amr (R.A) dan mervî dir, demiştir. ^Resûîüllah (S.AtV.) şöyle buyurmuştur :
«Sizin biriniz (hakkıyle) îman etmiş olmaz. Takt arzu ve isteği benim getirdiğime (hadis ve sünnete) tabî ola.»
Diğer bir hadîsi şerif de şöyle buyurulmuştur :[6]
«Bir kimse, ümmetimin fesâd o’duğu zaman, benim sünnetime sarılır-sa, o kimseye yüz şehid ecri vardır.» [7]
Bir hadîsi şerifte de şöyle buyurulmştur :
«Size iki şey bıraktım, onlara sımsıkı yapışdıkca katiyyen yolunuzu şaşırmazsınız. : (o iki şeyde) Allanın kitabı (kur’anı kerim) ve Peygamberin sünnetidir.» [8]
Yukardaki naklettiğimiz gerçeklerden anlaşılmıştaki, edille-i şeriyye-den kitab ve sünnete sarılmak ve mucibi ile amel etmek; fertlerin, cemiyet ve milletlerin dünya ve âhiretin kurtuluş ve seadet yolunun ta kendisidir. Geçmişteki milletlerin ve müslümanların hayatlarına bakıldığı zaman gö-rülecektirki, İmanlı, hakka bağlı, ihlâs, sadâkat, vefakarlık, hüsnüniyyet, hizmet aşkı, büyüklere saygı, küçüklere sevgi, hulâsa îman ve islam ah­lakının esaslarına bağlı yaşandığı zamanlar birlik, huzur, fetihler, dünya çapında yeni hamle ve çağlar ve hatta düşmanların sevgi ve hayranlığını kazanıb islâm ve müslümanlığa akın akın iltihaklar, hep kitab ve sünnete bağlılığın neticesi, hakkın yardım ve lutfuna mazhar olunduğu târihi bir oerçektir.
Nitekim islâmın geliş ve yayılışı. Bedir, Uhud, Handek, Hayber, Mek-kenin fethi, Kudüsün fethi, İspanyanın fethi, Anadolunun ve İstanbulun ve daha bir çok ülkelerin fethi, milletlerin müslüman oluşu top yekun isiâma bağlılığrn neticesidir.
Hal böyle iken bugün milletlerin kurtuluşu için bu gerçek kaynak ve esasların dışında kurtuluş, huzur ve sükûn arayanlar görülmektedir. -Ha-kîkattan, tarihden ve tecrübeden yoksun kalbleri gözlen ve kulakları bâtıl veya küfürle perdelenenler dâima kurtuluşu bâtıl yollardan aramıştır, hglâ görülenler ve görüleceklerde aynı yolun yolcusudurlar; Helak ve hüsran onlarındır.
Seadet ve kurtuluş ise, hakka inanan ve hakka uyanlarındır. [9]
 
 

Hadîsi Şerifin Tarifi

 
Hadîs : Peygamber sallallaâhü aleyhi vesellem efendimizin mübarek sözlerine, fiil ve takrirlerine hadis lafzı söylenmiştir. Bunlara, Sünneti filiye, sünneti kavMye ve sünneti takririye de denir.
Hadisi şerifleri nakleden bilginlere göre, «Haber» lafzı, «Hadis» lafzı nın muradifidir. Bir rivayette ise, «Haber» lafzı peygamber (S.A.V.) efendi­mizden başkasından gelen sözlere denilmiştir. Diğer bir rivayette de, «Ha­dis» lafzının kullanması ile «haber» lafzının kullanması arasında umum hu­sus mutlak vardırki şöyledir: Her «hadis» haber olur. Fakat her «Haber» hadîs olmaz.
Hadîsi Kudsî : Mânası ilhamla veya uyku hâlinde veya bir melek vâsı­tası ile peygamberimize ilkâ olunup lafzı kendisi tarafından söylenerek Allâ-hü teâlaya nisbet edilen hadisler, hadîsi kudsîdir.
Hadîsi şerifin tarifi ise, yukarda geçtiği gibi, söz, fiil ve takriri rasui ile sabit olan hadis ve sünnetlerdir.
Kur’anı Kerim : Hem lafzı ve hem mânası Allâhü teâlâdan cebrâil aley-hisselam ile inzal olunan kelâmı ilâhîdir.
Kur’anı kerim, lafzı ve manası ile mütevâtirdir. İnkarı küfürdür.
Hadîsi kudsî ise, mütevâtir değil belki meşhur olanı olabilir. Hadîsi kudsîyi ve Hadîsi Rasûlü inkâr eden kâfir olmaz. Fakat hadîsin hadîsi sa­hih olduğunu bildiği halde tahkir ve tezyif eden kâfir olur.
Sünnet ve hadisleri terk edip amel etmeyen kimseler, şefaati rasulden mahrum olur.
Eser : Sahâbe-i kiramdan naklolunan güzel söz ve hallerine «Eser» denilmiştir. îlmi hadis, rivayet ve dirayet namlarıyıe iki kısma ayrılmakta­dır.
Rivâyetülhadis : Hadîsi şerif râvîlerinin, zabd, adalet halleriyle hadîsi şeriflerin rasulüllâha ulaşma ve ulaşmadan kesilme keyfiyetleri bahsedilen ilim dalıdır. Bu ilim dalına «İlmi rivayeti Hadîs» denir ve bu ilim «İlmi Usûli Hadîs» nâmiyle anılan ilim dalında beyan edilmiştir.
Dirâyetülhadîs : Arabî ve şer’î kaidelere dayalı ve Rasûlüllah (S.A.V.) efendimizin ahvâli şahsiyetlerine mutabık olduğu halde hadîsi şeriflerden anlaşılan mâna ve mefhumdan bahseden ilim dalına da «İlmi Dirâyetülha­dîs» denilmiştir.
Mevzuu : mâna ve mefhumu itibariyle hadîsi şeriflerin lafızlarıdır.
Gayesi : Hazreti peygamberin mübarek söz, fiil ve takriri ile sadır olan kıymetli sünnetleriyle hallenerek güze! huylarıyla zîynetfenib. haram ve kö­tü şeylerden temizlenib iki cihanda seâdete erişmektir. [10]
 

Hadîsi Şeriflerin Kısımları

 
Mürsel Hadis : Râvînin son râviye isnad etmesi olmadan naklettiği ha­berdir. Yani, Tabiînden olan râvîlerin Rasûlü ekrem (S.A.V.) efendimizden naklettiği hadîsi şerifin Gshabdan olan râvînin ismini zikretmemesi hâlin­deki haberdir.
Müsned Hadis : «Hadîsi mürsel» in zıddıdır ki. Resulü ekrem (S.A.V.) efendimize vâsıl oluncaya kadar hadîsi şerifi rivayet eden râvînin, son râ­viye isnet ederek naklettiği hadîsi şerife «Hadîsi Müsned» denir.
Muttasıl Hcdis : Rasûlü ekrem (S.A.V.) efendimize yahud ashabı kiram­dan bir zâta isnadı bitişen hadîsi şerifdir.
Mâlikin Nâfî den ve Nâfiin ibni Ömer den ve ibni Ömer-in Rasûlü ek-rem {S.A.V) den rivayet ettiği hadîsi şerife «Hadîsi Muttasıl» denir.
Münkâtî Hadis : Sahabeden başka olan bir râvînin sakıt olarak rivâ-ti olan hadîsi şerifdir.
Mevsul Hadis : Hadîsi muttasılın aynısıdır.
Mütevutir Hadis : Bir biri ardınca gelen üç cemâat topluluğunun nak­lettikleri ve bu cemaatların, Resûlüllah (S.A.V) efendimizden îtibaren nak­lederek tâ nihayete erinceye kadar hiç birinde yaldn üzerine ittifak etme­leri ödeten ve aklen tecviz imkânı tasavvur edilmeyen kimselerin naklettik­leri hadîsi şeriflere «Hadîsi mütevâter» denir.
Bu hadîsi şerifin hükmü, kadiyyet ifâde ettiğinden bilinmesi ve amel edilmesi lazımdır. Hatta böyle mütevâter hadîsi şerifi inkâr eden, tekfir olunmuştur.
Meşhur Hadis : Birinci asırda haberi ahad gibi olan hadîsi şeriflerin, ikinci ve üçüncü asırda şöhret bulmasıdır.
Yani bir kimsenin resulü ekrem efendimizden ve o kimsedende bir ce­mâatin ve o cemâattanda diğer bir cemâatin işiterek naklettikleri ve bu şekilde nihayete erinceye kadar ittifak eden cemaatların yalan üzerine it­tifak etmeleri tasavvur edilmeyen râvîlerin naklettikleri hadîsi şerife «ha­dîsi meşhur» denmiştir.
Hadîsi meşhurun hükmüde kesinlik ifâde eder. Bianen aleyh hadîsi meşhuru inkar eden, asah olan kavle göre tekfir olunur.
Mevkuf Hadis : Sahabe tarafından rivayet olunup Nebiyyİ muhterem sallaltâhü aleyhi vesellem efendimiz hazretlerine isnâd edilen hadîsi şerif­dir.
Sahih Hadis : Şaz ve muallel olmadığı halde, isnadı Resulü ekrem sal-lellâhü aleyhi vesellem efendimize muttasıl olarak ashabı adi ve zabd ta­rafından en son rivayet eden râviye varıncaya kadar adalet ve zabd sahib-lerinin naklettikleri hadîsi şerifdir.
Haberi âhad : Bir kimsenin Resulü ekrem sallellâhü aleyhi vesellem-den işittiği ve o tek kişiden de diğer bir kimsenin, ondarda başka bir kim­senin işittiği ve nihayete varıncaya kadar bütün râvîterin tek kişilerden işit­tikleri ve bu şekilde naklettikleri hadîsi şerifdir.
Haberi âhadı inkar eden ittifakla kâfir olmaz. Haberi ânüd ile amel edilir. İtikad edilmesi farz değildir. Şu kadar varki, haberi âhadt inkâr eden tazlil olunur ve haberi âhadı inkâr eden, ehli Bid’attan sayılmıştır. Zira ha­bere tecâvüz edilmese dahi, haber veren âlimlere hata nisbet edilmiş o!ur.
Muallak Hadis : Hadîsi şerifi Resûlüllâha isnad etmenin başlangıcında râvînin birisi veya ekserisi hazf olunan hadîsi şeriftir.
Hadîsi Kudsî : Manası A!lah-ü zülcelal tarafından lafzı da Resûlüliah sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz tarafından beyân edilen hadîsi şerif­tir.
Bu hadîsi Kudsîyi Cenâbu Hak Resulü ekrem efendimize ilham veya uyku hâlinde iken haber vermiş ve Resulü ekrem hazretlerinin de bu mâ­nadan kendi sözü i!e haber vermiştir
Kur’anı kerim, hadîsi kudsîden efdaldır. Zîra kur’anı azîmüşşanın mu-bârek lafzı ve mânası Cenâbu hak tarafından inzal buyurulmuştur.
Kavî Hadîs : Resulü ekrem sallellâhü aleyhi vesellem efendimizin mu-bârek dili ile buyurmuş olduğu hadîsi şerifi söyledikten sonra Kur’anı ke­rimden bir âyeti kerimeyi ukumuş olduğu hadîsi şeriftir.
Mâsih Hadis : Resulü ekrem sallellâhü aieyhi vesellem efendimizin ömrünün son zamanlarında veya önce söylediğini sonra söylediği ile hük­münü değiştiren hadîsi şeriflere «nâsıh had>e» denir.
Mensuh Hadis : Resulü ekrem efendimizin cmr”:.Jn p^’jnda veya ev­velce söylediği hadisi şerifdirki, sonra söyledikleri üe neshedilmiştir.
Kabir ziyaretini evvelce yasaklamıştı. Sonrada kabir zıyaıoti yapılma­sını tavsiye buyurarak ilk hükmü neshetmişti. Evvelki sözüne «mensuh ha­dis», ikinci sözüne de «nâsıh hadis» denilmiştir.
Umum Hadis : Bütün insanlar kasd olunan hadîsi şeriftir.
Husus hadis : İnsanlardan bir kimseye (mesela, sahabeden bir zata} hüküm ve karar verilen hadîsi şeriftir.’
Hasan Hadis : Râvîsi doğruluk ve emânet ehli olmakla meşhur olan hadîsi şeriftir.
Maktu Hadis : Tabiîni kirama bağlı olarak ve tabiin tarafından söylenen söz ve fiillerini beyân eden hadîsi şeriftir.
Şaz Hadis : Bir tek kişinin isnadı ile beyan edilen hadîsi şeriftir ki, o hadîsi şerif hakkında bir hadis şeyhi şehâdet eder.
Eğer o şeyh, îtimâda layık kişi ise, durulur ve onunla hüccet yapılmaz. Şayet o şeyh itimada layık bir kişi değilse, o hadisi şerif terk edilir.
Ğarib Hadis : Bâzan râvînin rivayeti, Tek başına bir şahîs halinde olan hadîsi şeriftir.
Bâzanda râviye hadis ashabından îtimad edilen bir zâtın muhalefeti ile rivayet edilen hadisi şeriftir.
laif hadis : Hasen hadisden : Hadîsi hasenden, mertebe bakımından aşağıdır. Zaif hadis. Sahih hadisle Hasen hadis sıfatlarını câmî olmayan hadîsi şeriftir.
Zaif hadîsin zafiyeti, Bâzan râvinin adaletli olmayışı veya iyi ezberle-meyişi veya îtikad bakımından râvî töhmet edilen kimseden olması gibi sebeblerdir.
Fezâili amal ve menkıbeler mevzuunda zaif hadisle ame! etmek caizdir.
Fakat ulemâi kiram efendilerimiz, «Zaif hadis ile ahkam isbat edilmez. Zira rstihhad hükümlerinin isbâtında müctehid oian zatı muhterem, zaif ha­dîse sarılması ve müctehid oian zatın zaif hadîsi, mezhebine uygun bir de­lil ve bir mes’elede içtihadına delil etmesi caiz değildir.» demişlerdir.
Muhkem Hadis : Tevile muhtaç olmayan hadîsi şeriftir.
Müteşâbih Hadis : Tevile muhtaç’olan hadîsi şeriftir. .
Munfasıl Hadis : Tabiin hazretlerine vasıl olmazdan evvel râvilerin bir­den fazla sakıt olan hadîsi şeriftir.
Müsiefiz Hadis : Nakleden râvileri, üçden ziyâde, olan hadîsi şeriftir.
Muzdarib Hadis : Râvînin rivayetinde ihtilaf ve izdırab olub bir defa bir surette diğer bir defasında da başka bir surette rivayet ettiği ve her iki rivayeti de bir birine zıt ve muhalif olan hadîsi şeriftir.
Merdut Hadis : Zahiren bir söz olub fakat bir mânası olmadığı gibi ri-vâyet şekli de kâfi oimayan hadîsi şeriftir.
Mevzu Hadis : Resulü ekrem saliellâhü aieyhi vesellem efendimize ya­lancıların iftira edib uydurdukları haberdir.
Böyle uydurma hadisler, batıl hükümleri vehmettiren veya akle ve nak­le muhalif olub tevil ve îzah yönleri olmayan, Cümle ve gramer hatası ile mana bozukluğu bulunan, basit bir iş veya hata yüzünden şiddetli cezalar veya basit bir amel için büyük mükâfatlar görüleceğini ifâde eden ve ha­dis rivayet eden kimse yalancılıkla meşhur olan dindar olmayıb cahil olan ve nefsâni arzulara göre senetler ve hükümler uydurmakla bilinen kimseler tarafından uydurulur.
Hadis uydurma hareketi, Hicretin 41. senesi dördüncü halîfe Hz. Ali radiyallâhü anhm hilâfeti zamanında başlamıştır.
Mevzu Hadisi uydurma sebebleri : Hadis uydurmak için pek çok fasit sebebler ve gayelerle ortaya çıkılmış ve birinci asırdan beri devam ede gel­miştir. Sebeblerden bâzılarını sıralayalım :

  1. a) İlk zamanlarda Hadis uyduranlar, ekseriya mensub oldukları tnezheb ve meşreblerini gölib getirmek çabaları ile hadis uydurmuşlardır. O zamanlar, müsiümanlar arasında çeşitli kurub ve partiler münâkaşaya tutuşmuşlar ve siyâsi gayelerle cumhur, haricîler, ve şîa kısımlarına ayrıl­mışlardır.
  2. b) Bid’atcılar da, Resûlüllâha (S.A.V.) iftira etmek için hadis uydur­ma yollarını savunub hadis uydurmuşlardır.

Hammad bin seleme isimli bir Bid’at sahibi Râfizi şöyle demiştir: «Râ-fizîlera’en yaş!; bir adam, hadis uydurmak mevzuunda Râfizîlerin ittifak hâ-linde’olduklarını bana söyledi.s>
Bid’atcılardan biri de, mezheblerini İftira ve tezvir yoluyla müdâfaaya çalışan ve kitablarım mevzu hadislerle dolduran bir takım fakihlerdir. Hadis ilimleri, 313}

  1. c) Hadis uyduranların en fecîsi ve en adîsi, her asırda görülen ba­zı âlim tasfakEaırmn, hükümet adamlarına vaklaşmck ve onlardan dünyalık koparmak maksadiyfe hadis uydurmalarıdır.

Bu mevzuda da geçmişte olduğu gibi, günümüzde de bir takım âlim taslakları câhil kişilerin devlet adamlarının yanında imtiyazlı olmak ve bir dünyalığa kavuşmak emeliyle hakîkati söylemeyib gizleyen, veya tahrif ederek konuşan veya düpedüz uydurma ve indî sözler sarfedenleri görmek fe ve işitmekteyiz.

  1. d) Uydurma Hadiscilerden bir kısmı da, Halk arasında bilgiç geçi­nen bâzı kişiler, halka âlîm görünmek için hadis uydurmuşlar ve peygam­ber efendimize iftira etmişlerdir.

Bu hususta da sayılmayacak kadar misal vardır. En bârız örnekleri bu­gün halk arasında imtiyaz ve şöhret almış bir takım âlim taslaklarıdırlar Usûlü hadis, ilmi hadis, fıkıh, tefsir ve hatta arabca gremer ilimleri olan sarf, nahiv, mantık, meânî, beyan, bedî ile ilmi kelâm bilgilerini beyan eden eserlerden birer tanesini olsun bir üstaddan okumamış, adını dahî duy­madığı ilim dallarından bahsetmeğe kudreti olmayan bir takım şöhret ve menfeat bezirganları görülmektedir.

  1. e) Uydurma hadisciler, halkı yalan ve uydurma kıssalarla en yüz-yüz ve hayasız şekilde avıtırlar ve böylelikle kendilerini halk nazarında âlim göstermeğe çalışırlar. Hulâsa, uydurma sebeblerinden biriside, kıs-sacılardır. Ancak Kur’an kıssalarını okumak ve hadîsi şerif kıssalariyle meş­gul olmak en salim yoldur.
  2. f) Bâzı Zâhld ve mutasavvif geçinen kimselerin,     insanları sâlih amellere teşvik etmek için Resulü ekrem (S.A.V.) efendimizin söylemedi­ği bir sözü hadis diye uydurmakta bir beis görmemeleri de en şenî hadîs uydurma sebeb.’erindendir.

Resulü ekrem efendimizin açık, seçik ve her hakîkatı olduğu gibi özlü bir şekilde beyan buyurması kâfi değiimiş ve Resûlüllah salleilâhü aleyhi vesellem efendimiz anlayıb bilememiş gibi, bir mâhiyet göstererek ibâdet ve itâata terğib ve günahlardan korkutmak için bir takım haberler uydur-, mak elbette gayet çirkin ve en şenî iftiralardandır.
Mübarek gecelerle ilgili çeşitli namaz tarif edenler, kur’an kerîmin okunmasını bıraktırıb kendilerine has evrâdlan okutmaya çalışanlar ve daha birçok fazilet diye âyet ve hadis de beyan edilmeyen uydurma faziletlerden bahsedenler olmuşlar. Bugünde aynı yolun sâlikleri imtiyazlı olarak bu amelleri işlemekten geri kalmamaktadırlar.
Halbuki peygamber sallelâhü aleyhi vesellem efendimiz mübarek sö­zünde şöyle buyurmuşlardır :
«Benim ve hulefâ-i râşîdinin (dört halîfenin) sünnetine sımsıkı sanlın. Yeni çıkan (ve ibâdete sokulan) işlerden (uydurmalardan) kaçının. Zira her yeni çıkan Bid’attır ve her Bidat dalâlettir.»

  1. g) Hadis uyduranların en şenî ve kötüsünden biriside, yahûdî ve hırıstiyan âlimlerinin uydurarak ortaya attıkları ve kitablara yazarak piyâse-ye sürdükleri sözlerdir.

Bu hususda da pek çok örnekler vardır. Bir tanesi şöyledir :
«İbni Asâkîr tahric ediyor ve diyor ki,’
«Hârûnu Reşide bir zındık getirildi. Bu zındığın hâlini görüb bilen ha­lîfe öldürülmesini emir buyurdu.
«Bunun üzerine o zındık dedi ki :
«Yâ emirel müminin! Ben, siz müslümanları doğru yoldan çıkarmak için, haramı helâl ve helâhda haram kılar dört bin hadis uydurdum. Ve bu uydurduğum hadislerin bir harfinî dahî peygamber söylememiştir. Sen bu­nu ne yapacaksın?
«Bunun üzerine Hârûnu Reşid dedi ki :
«Ey zındık! Abdullah İbni mübarek ve Ebu İshak gibi âlimler onu ayırt ederler ve harf harf çıkarırlar.» [11]
Buna benzer yahûdî dönmelerinin veya yahûdîlerin, Hıristiyanların ve zındıkların hakîkatı tahrif etmek emeliyle uydurdukları hadis pek çoktur.
İbni cevzi, imamı suyûtî ve Aliyyülkârî gibi, büyük islâm âlimleri böy­le uydurma hadisleri bir bir ortaya koyan senetleri ve hükümleri yazmışlar ve sünnetle hadîsi böyle uydurma sözlerden temizlemeğe çalışmışlardır.
Maalesef yine de pek çok uydurma sözler, hadis diye kitablara yazıl­mış, bu yüzden bir çok kitablar uydurma hadislerle dolmuştur.
Uydurma hadîsler dün, revaç bulduğu gibi, bugünde ayeti, hadîsi şerifi, ve edille-i şer’iyyeden hiç bir bilgisi olmayan pek çok câhil ve yetgisiz kim­seler âyeti hadis ve hadisi âyet ve hatta büyüklerin sözlerinden bir sözü âyet
veya hadîs meali diye söyleyenler görülmektedir. Ve böyle ehliyetsiz kim­seler kendilerine bilgin süsü vermektedirler.
En ünlü mevzuat kitabları
1- Kitabul mevzuat, kitabul ebatıl, Hüseyin bin İbrahim Elcezekânî 543
2 – Kitabul mvzûat, Allâme ibni Cevzî, 597
3- Kitabul mevzuat, Musannifi, Aliyyülkârî – 1014
4 – .Elfevâıdülmecmûa fılhadîsilmevzûa, Şevkânî – 1250
5 – Elleâlîf Mesnûa filehâdisilmevzua, Celâleddin Suyûtî – 911
6 – Tenzîhüşerrîatül mevzua, Alîyyibni Muhammed bin El Irak
Bir hadîsin uydurma olduğnu bildiren ana esaslar .

  1. a) Nakledilen hadîsin Kur’anı kerime ve Hz. Peygamberin   sünnetine muhalif olması,
  2. b) İslam ahlakının kurallarına aykırı olması,
  3. c) Aklı selimden, Allanın ödet ve sünneti olan kanunlardan ve realite­den uzaklığı,
  4. d) Hadisin ihtiva ettiği lafız ve manasında gülünç ve maskaralığı icab ettiren sözlerin bulunması,
  5. e) Hadisin, lafzında veya mânasında rekaketlik (uygunsuzluk ve dil dolaşıklığı) bulunması hâli,
  6. f) Hadisin söylenişindekj ölçüsüzlüğün bulunması,
  7. g) Yalan hadisleri ortaya koyanlardan bazıları istedikleri suçları açıkça İtiraf ve ikrar etmiş olmaları,

Buna misal olarak Amr ibni sâbihîn hazreti peygambere nisbelle bir hutbe uydurduğunu söyleyebiliriz.

  1. h) Bir hadisin uydurma olduğu îtiraf edilmez isede, bunu ortaya koya­nın hâlinden bilinebilir.
  2. i) Yalan bir hadisin metni ya uydurucunun kendi ifadeleridir, yahutda başkasının sözlerinden ibarettir, Uydurma metinler ve eski filozofların veya diğer büyük adamların câzib ve özlü sözleridir.

Meselâ : Eski Müşrik hâkimlerinden Haris bin kelûde ile Hz. Ali ve mâ­lik bin dînar gibi zevatın bâzı sözleri Hz. Peygambere nisbet edilerek Hadis diye rivayet edilmiştir. Eski yunan feylazoflanndan Eflâton ve Hipokretes’in bazı tıbbî sözleride Hadis olarak gösterilmiştir.
İşte yukardaki haller gibi, uydurma ve yalan olan hadisleri bildiren pek çok haslet ve esaslar vardır. Bu haller bulunan her hadis, uydurma ve yalan hadisdir.
Hadis ilmine âit mühim kaideler.
Hadis ehlinin nazarında söylenen ve kullanılan bâzı kelime ve terimler vardır. O terimlerin ifâde ettikleri mâna ve maksatları sıralayalım.
Sahih, lafzı : hadis ehlinin ıstılahında zikrolunursa, ondan maksad «Cami-! sahîhi buhâri» dir.
Sahîhayn, lafzı zikrolunursa, ondan murad «sahîhi Buharı» ve «Sahîhi. Müslim» dir.
Sıhah; lafzı zikrolunursa, ondan murad «sıhahısitte-altı sahih kitab -kütübü sitte» dir.
Meşhur olan bu altı hadis kitablarından başkaları, kayıtlı olarak zikro-iunub, mutlak zikrolunmaz. «Sahîhi İbni huzeyme», «Sahîhi ibni Hıbban» Ve «Sahîhi müstedreki hâkim» gibi kayıtlı olur.
Kütübü Sitte-î Meşhure = Meşhur altı kitab
Hadisi şerif kitabları arasında sahih ve sağlam kaynak ve ilk tasnif edilen altı adet hadîsi şerif kitablarına «Kütübü sitte» denilmiştir ve şun­lardır :
1 – Buharînin «El Câmiussahihi», Müellifi; Ebu Abdillah Muhammed bin İsmail El Buharîdir. Vefatı, 256
2 – Müslim-ıin «Elcâmiussâhîhi» Müellifi, Ebil Hüseyn Müslim bin El haccac Elkuşeyrîdir. Vefatı, 261
3 – Ebu Dâvudun «Essünen-i» dir. Vefatı, 275
4 – Ebu Tsa Ettirmizînin «Elcâmi ussünen-i» dir. Vefatı, 279
5 – Ennesa-înin   «Essünen»   diğer bir ismi «Eİmüctebâ veya Essü nenü essuğra» sidir. Vefatı, 303
6 – İbni Mâcenin «Essünenü» isimli eseridir. Vefatı, 275 Essünen lafzı, mutlak zikrolunursa, ondan murad; «Süneni Ebu Dâvud»,
«Süneni Tirmizi», «Süneni Nesa-i» ve «Sünenü İbni Mâce El- kazvînî» dir. Bunlardan başka sünenler, kayıtlı olarak zikrolunur.   «Süner^ü iDâre kutnî» ve «Sünenü kebîri Beyhakî» gibi.
MÜSNEDLER
Mesânîd = Müsnedler lafzı. Mutlak zikrolunursa, ondan murad; «Müs-nedi Ahmed bin Hanbel», «Müsnedi Ebî yâlâ el Mûsilî», «Müsnedü Eddâri-mî» ve «Müsnedil Bezzâr» dır.
Kütübü sitte Musannıflan için remz olunan harfler Kur’anı kerimden sonra hadisi şerif kitablarından altı kitabın Müellifle­rinin her biri için ayrı ayrı harflerle birer remz konmuştur ve şöyledir :
1 – Noktalı «Ha» harfi-lmamı Buharîye mahsustur.
2 – «Mim» Harfi, İmamı Müslime mahsustur.’
3 – «Te» Harfi, İmamı Tirmiziye mahsustur.
4 – Dâl «Harfi, Ebu Dâvuda mahsustur.
5 – «Sin» Harfi, İmamı Nesaiye mahsustur.
6 – «He» Harfi, İmamı ibni Mâceye mahsustur.   .
Diğer muhaddislere âit başka rumuzlarda vardır.
Sünnet, Hadis ve muhaddisler hakkında kısa malumat zikrettikden sonra esas eserin mukaddimesine ve kitabın usul ve üslubuna âit ifâde­lerini tercüme ve îzah etmeğe başlamş oluyoruz. Dikkatle okuyup bir yan­lış anlayışa ve hükme varmamak en seâlim yoldur. Kalem, ifâde ve matbaa hatası görülürse düzeltmek veya ikazda bulunmak ise, yolların en doğru­larından birisidir. Cenabı hak bütün mümin kardeşlerimizle bizlere tevfik ve ıınâyetini ihsan buyursun. Amin 20 – Muharrem – 139710 – Ocak – 1977[12]
 

Mukaddime

 
Rahman ve rahim olan Allâhın adı ile başlarım.
Hamd, Allâha mahsustur, ona hamd eder, ondan yardım diler ve ona (günahlarımızın afvi için) istiğfar ederiz. Amellerimizin kötülerinden ve ne­fislerimizin şerlerinden Allaha sığınırız. Bir kimseyi Aüahüteâîâ hidâyette kılarsa, onu hiç bir kimse dalâlete saptıramaz ve bir kimseyide cenabı hak dalâlette bırakırsa, hiç bir ferd onu hidâyete eriştiremez.
Allâhdan başka ilâh olmadığına şahadet ederimki, o şahadet kurtulu­şa vesiyle ve derecelerin yükselmesine kefil olur.
Muhammed (S.A.V.) Allanın kulu ve Rasûiü olduğuna şahadet ederim. Uman yollarının eserleri yıkılmış olduğu, îman nurlarının meşâlesioin giz­lendiği, tevhid ve iman yollarının esaslarının zaiflediği ve cehil ve zulmün çoğalması ile iman yollarının mekan ve mercîi bilinmediği bir zamanda Allahüteâla onu (Muhammed Aleyhisselâmı) göndermiştir.
İşte böyle bir zamanda salâtü selâm onun üzerine olsun, onu gizli ve yıkılmış olanı yükseltmiş ve kuvvetlendirmiştir ve ateşin kenarında olan kimseleri kelime’i tevhidin teyic* ile manevi hastalıktan   şifalandırmıştır,
doğru yola gitmek isteyenlere hidâyet yolunu açıklamıştır. Saadet hazine­lerine malik olmayı arzu edenlere saadet hazinelerini izhar etmiştir.
Artık bundan sonra; Onun (Rasulullahın) hidâyetine sarılmak ancak onun kalbinden, göksünden ve ağzından zuhur eden şeylere ittîba etmekle olur. Ve Allahın (kopmaz) ipine (Kur’ana) sarılmakda ancak onun (Rasu­lullahın) sünnetini beyan etmekle tamam olur.
Sünneti ihya edici, Bidâdı yıkıcı Ebû Muhammed Bin Mesûd elferrâ elbeğâvî [13] Allâhüteâla onun derecesini yükseltsin, İmamı beğcivi Hz. le-rinin tasnif etmiş olduğu (Kitabül mesabih-in) babını tasnif ederek kitap halinde cem etmişti. Anlaşılması ve zabtı güc olan hadisi şerifleri zaptet-m iştir.
imamı beğâvi Hz. (Allah “ondan razi olsun), kitabül mesabihde kısalt­ma ve senetleri hazfetme yoluna gidince, her ne kadar imamı fceğâvinin nakli olsa ve kendisi isnad ehli gibi itimad edilen âlimlerden isede bazı tahkikcı ve tetkikci alimler, hakkında söz ettiler. Aynı zamanda imamı be-ğövinin senedsiz olarak zikrettiği hadisler, kimin ve nereye aid olduğu bi­linmeyen bir arazi gibi delalet eden bir aiâmetde yoktu.
Bunun üzerine Allahüteâlanın hayırlı kılmasını taleb ederek ondan yardım diledim. Hemen belli ve isnadlı olmayanları belirtip isnadlarını bil­dirdim ve hadis hafızlarının zaptedenlerini, itimad sahipleri ve ilimde sebad ve karara varmış âlimleri, hadis imamlarının rivayetleri gibi şekilleri mesa-bih kitabının her hadisinin mehallinde senetlerini koyup yerleştirdim (Hati­bi teprizinin ifadesidir).
Meselâ (senetleri yerleştirilen) : Ebî Apdillâh Muhammed Bin İsmail El buharı [14] ve Ebil Hüseyin müslim Bin El haccac El kuşeyrî [15] ve Ebi Apdiilâh Malik Bin Ei’es behî [16] ve Ebi Apdiliah Muhammed Bin El İdris Şâfi-Î [17] ve Ebi Apdillah Ahmet bin Muhammed bin hanbelişşeybânî [18] ve Ebî İsâ Muhammed Bin İsâ ettirmizî [19] ve EbîDavud Süleyman Bin E! eşâ-sissicistanî [20] ve Ebi Apdirrahman Ahmet Bin Şuaybin nesâî [21] ve Ebi Apdillah Muhammed bin yezid Bin mâce El kazvînî [22] ve Ebi Muhammed Apdillah bin Apdirrahman eddarimî [23] ve Ebil hasen Aliyyi Ibni Ömer Eddâre hudnî [24] ve Ebi Bekir Ahmed bin El Huseyn El beyhakî [25] ve Ebil Hâseni rezin Bin Muâviye Elâbderiyyî [26] ve bunlardan başkaları gibi-,   (erdir. Bunlardan başkalarıda azdır.
Ve ben bu kimselere (yukardaki muhaddisiere} hadisi şerifi nisbet et­tiğimde, sanki Peygamber sallaliahü aleyhi veselleme isnad etmiş gibi olu­yorum. Zira onlara İsnad edilince hadisi şerif hakkında isnad mevzuu bitmiş oluyor ve isnad edilen hadisin tahkikatından kendimizi müsteğni kılıyoruz. Ve yine İmamı Beğâvinin serdedip koyduğu üslup gibi bablan ve kitapları (ba­hisleri) tertibleyip yazdım ve onun bahis ve bablarının yoluna tabi oldum.
Ve her babı çok zaman üç fasıl üzere taksim ettim; .
Birinci bab : Buhari ve müslimin veya tek başına   bunlardan birinin tahric ettiği hadisi şeriflerdir. Ve rivayette dereceleri yüksek olduğu için her nekadar başkası o hadisi şerife rivayette iştirak etmişsede ben sâde bu ikisinin   (Buhari ve müslimin) Rivayetleri ile İktifa ettim.
İkıinci bab : Buhari ve müslimden başka diğer zikredilen hadis imam­larının rivayetlerini yazdım.
Üçüncü bab : Hadisi şeriflerdeki rivayet nisbeti şartlarını muhafaza ederek bablara münasib ve muvafık olan manalar üzerine şamil olanları irad ettim, velevki bu irad edilip yazılanlar selef (sahabe – tâbi’in) ve halef (daha sonraki alimler) den mesur olsun.
Bundan sonra (ey okuyucu), eğer bir babda hadisi bulamazsan : işte onu tekrar olduğundan iskat ettim. Eğer diğer bazı hadisi şerifi ihtisar’ üzere terk olunmuş veya hadisi şerifi tamamlamak üzere zammedilmiş bulursan, İşte buda kısalttığım ve tamamlamak üzere ilhak ettiğime ihti­mamından   dolayıdır.
Eğer İki fasılda ihtilafa düşersen, muttali olup birinci fasılda şeyhayn (Buhari, müslimin) zikrini (halbuki birinci fasılda bunların zikri gerekirken) bulursan, bilmelisinki ben Humeydînin «El cem’u beyne sahihayn-ı» ile (İb-nül esirin) «Camiul usul» adlı iki kitabı tetkik ve tetebbu etmemden sonra niha-i hüküm de şeyhaynin sahihlerine itimad ettim.
Şayet hadisin nefsinde (Metninde) ihtilaf görürsen, işte buda hadis­lerin yollarının (senetlerinin) muhtelif olmasındandır. Belkide ben şeyh (İmamı beğavî) Radiyallahü anhin takip ettiği rivayet yoluna muttali olma­ya bilirim. Benim kendimin sözü olan «Ekûlu — benderim» Kelimesini ise, asıl kitaplarda rivayetleri bulamadığım veya asıl kitaplarda hilafını buldu­ğum zaman çok az rastlarsın. Binaenaleyh şayet «ben derim» ifadesine va­kıf olur isen, kusuru benim rivayetimin azlığına nisbet etmelisin.
Cenabu Allah (c.c.) iki cihanda kadrini yükseltsin kusuru şeyh (İmamı beğavi) tarafına nisbet etme. Şeyh (İmamı beğâvi) Hz. ne kusur nisbet et­mekten uzak ol.
Bir kimse, eserde bir kusura muttali olurda bizi ikaz eder ve bizi doğ­ru yola sevk ederse, Allahüteâla onlara rahmetini ihsan etsin.
Takat ve kudretim nisbe-tinde tenfir ve teftiş hususunda son gayretim: gösterdim, görüb bulduğum gibi o ihtilafı naklettim.
Şeyh (İmamı beğavi) Radiyallahü anhin bir hadisi şerife, garib veya zaif veya bunlardan başka işaretinide çok zaman olduğu gibi beyan ettim. Şeyh merhumun hadis usûlunda (munkatı, mevkuf ve mürsel gibi) zikredi­lenlere işaret etmediğinde, bende terk etmekde ona olduğu gibi tabî ol­dum. Ancak az yerlerde bir garaza binaen zikrettim. Qok zaman hadisin mahrecini boş ve isnadsız bulursun. Bu çok zaman boş bırakmanın se-bebide, ravisinin tahric yoluna muttalî olmadığımdan ve bunun üzerinede hadisin sonunda beyazlığı olduğu gibi terk ettim.
ey okuyup bakan kimse! eğer sen hadisin mahreç ve ravisine muttali olursan, hemen râvi ve mahreci hadisin sonuna ilhak et, böyle ame­linden dolayı Allahüteâla seni en güzel mükafatla mükafatlandırsın.
Kitabın adına «Mişkat El Mesabih» ismini verdim.
Bu eserin neticeye vasıl olmasında ANahdan tevfik, inayet, hidayet, kötü akide ve amelden siyânet ve arzu edilen maksadın kolaylığını isterim. Ve hayatta ve öldükten sonra ve bütün müslüman erkek ve kadınlara men­faat vermesini dilerim.
Buna Allahüteâla kafidir ve o ne güzel vekildir. Kudret ve kuvvet, an­cak aziz ve hakim olan Alfanındır. [27]
 

Niyyet Bahsi

 

Tercümesi :

 
1- Ömer ibni elhattab (R.A.) dan mervîdir, demişüı;
Resûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki :
«Ameller (in kıymet ve kabulü), ancak niyyetlere göredir. Ve herkesin niyyet ettiği ne ise, kavuşacağı (nâii olacağı ve eline geçecek) şeyde an­cak odur.
«Binâen aleyh bir kimsenin hicreti, Allahâ ve Resulüne olursa, işte onun hicreti, Allâfta ve Rasûlünedir.
«Şayet bir kimsenin hicreti, eline geçireceği bir dünyaya veya nikah­layacağı bir kadına olursa, işte o kimsenin hicreti de, hicretinin gayesi ne ise, ona (dünya veya kadına) olur » Buhâri, Müslim[28]
 

Îzâhat

 
Râvi Hz. Ömer (R.A.) kimdir? :
Mekke-i mükerremdeki Kureyş kabîlesindendir. Peygamber (S.A.V) efendimizle Kâb bin Lüey-de nesebi birleşir.
Resûlüliah {S.A.V) efendimiz onu «Ebû Hafz» künyesi ile künyeledi, Ve hak ile bâtılın arasını tefrik ettiği için «Faruk» lakabı ile İakablandırdı.
Hz. Ömer (R.A.) erkeklerden müslüman olanların kırkıncısıdir. Müslü­man olduğu sırada kadınlardan on adet müslüman kadın vardı. Ve Hz. Ömerin müslümanhğı nübüvvetin altıncı senesinde olmuştur.
Hz. Ebü Bekirin (R.A.) vefatından sonra Hz. Ebû Bekirin tavsiyesi üze­rine halîfe seçilmiştir. Hilâfete, hicretin on üçüncü senesinde geçmiştir. Halifeliği zamanında pek çok belde ve şehirler fethedilmiştir.
Medîne-i münevvere de Hnstiyan bir köle olan Ebû Lülü-ün tecâvüzü ile zilhiccenin dördünde çarşamba günü sabah namazını kılarken şehit ol­muştur.
Vefatı, hicretin yirmi üçünde asah olan kavle göre, altmış üç (63) ya­şında olmuştur. On sene altı ay halifelik yapmıştır.
Sahabe arasında ilk defa «Emîril müminin» ismi Hz. Ömere verilmiş­tir.
Peygamberimizin, ikinci halîfesi, kayın pederi ve Hz. Hafza validemi­zin pederidir.
Rivayet ettiği hadîsi şerif, beşyüz otuz yedi (537) adettir. Bunlardan seksen biri (81) Buhârî ve Müslimin ittifakı iledir. Otuz dördü (34) tek ba­şına Buhârî de ve yirmi bir (21) adedide Müsîimdedir.
Yüzüğünün kaşında «Kefâ büınevti vâizen yâ Ömer! : Ey Ömer! vâzu nasîhat yönünden ölüm kâfidir.» yazılı idi.
İlâhî hükmü icra etmede çok şedit, akıllı, müctehid, mücâhid, sabırlı
ve dilinde hakkın tezahürü görülmüş ve onun temennilerinden bâzılarına göre, ilâhî âyetler gelmiştir.
Kâdî Beydâvî, Nisa sûresinin (60) numaralı âyeti olan «Sihirbazın hu­zurunda muhakeme olmalarını isterler» tefsirinde şu hâdiseyi zikrediyor :
«İbni Abbas (R.A.) in rivayetine göre.
Bir münafıkla Yahûdî arasında bir husûmet( niza ve kavga) meydana geliyor. Yahûdî mahkemeleşmek için Resûlüllâha (S.A.V.), münafık da Ya-hûdîlerin sihirbazı olan Kâb bin Eşrefe müracaat etmek ister. Yahûdî o münâfıkı güç belâ ikna eder, sonra her ikiside beraber Resûlüllâhın huzu­ru seâdetine girerler. Peygamber (S.A.V) efendimiz Yahûdîyi haklı görün­ce, onun lehine hüküm verir. Fakat dışarıya çıkınca münafık bu . hükme râzî olmayacağını söylüyor ve Yahûdîyi zorla Hz. Ömere götürüyor, Ömer-de mahkeme olalım diyor.
— Yahûdî, Hz. Ömere Resûluilah benim için hükmetti, fakat münafık onun hükmüne râzî olmadı   ve sene dâvayı getirdi, diyor.
— Bunun üzerine Hz. Ömer münâfıka; böylemi oldu? diyerek soruyor.
— Münafık da, evet diyor.
— Hz. Ömer: Siz olduğunuz yerde durun ben hemen     geliyorum, di­yor. Ve içeriye giriyor, kılıcını aldıktan sonra   dışarıya çıkıyor, münâfıkın boynunu düşürünceye kadar kılıcını vuruyor ve diyor ki:
— Allah’ın ve Resulünün hükmüne razî   olmayana ben böyle hükme­derim, der.
— Bunun üzerine derhal Ceprâil Aleyhisselam geliyor, ve: Ömer hak-ia batılın arasını tefrik etti, demiştir.
— Bu sebebden dolayı, kendisine «Fârûk» lakabı, söylendi,»[29]
Fazilet ve adaletine âid sayılmayacak kadar hükümler, haller, hadiseler ve esaslar vardır. Kısaca özetlemiye çalıştık ve şerhde ki malumatla iktifa ettik. Cenâbu hak, Razi olsun ve Şefaatından bizi mahrum etmesin, Amin. [30]
 

Niyyetin Hükümleri

 
Hadîsi şerifteki, «Ameller, ancak niyyetlere göredir. Ve herkesin niy-yeî ettiği ne ise, kavuşacağı şeyde ancak odur.» cümlesinde farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubah ve mendüb olarak beyan edilen hükümlerin amel ciheti, mutlaka bir kasıd ve gayeye bağlı olduğu, her hanki bir işin yapıiması için kaibden yapılacak bir niyyet ve karârın bulunması gerekti­ğini arzetmektedir. Ayrıca âhirette mükâfat ve cezânında niyyetlere göre verileceği ve seâdet yurdu olan cennette ebedî kalınanında iyi niyyetlere bağlı olduğu İzah edilmektedir^
Evet, dil, ei, ayak ve bütün azalarla yapılacak işlerin rastgele değil, evvelâ yapılacak işlerin gönülden bir tasavvuru ve bu tasavvurun tahak­kuk ciheti kararlaştırılır, sonra da kalbdeki niyyet ve karârın tercüman ve tezahürü olan amel yapılır. Zira kulluk ve en hayırlı amel, niyyetin güzel olması ve kalbin temizlik ve sâfiyyeti ile kazanılır. Böylece güzel gayenin tezahür sekti de. vucud ve kaliblarımız da görülmüş oluyor.
Niyyet ve gayeler, her şeyin başı ve esâsıdır. Gayesiz ve niyyetsiz olan her şey muattal ve başarısız olur. Eğer niyyet ve gaye iyi ve makbul şeyleri yapmak ve iyilikleri elde etmek için olursa, bu niyyet dünya ve âhi-reî seâdetinin en güzel nüvesinin bulunması demektir. Zîra insanların, inanç, gaye ve niyyeti ne ise, dünyâda ve âhirette ayni gayelerin tahakkuk ve devamını yaşatmak, yeşertmek ve yapmak emelinde olur ve yapmaya çalışır
Binâenaleyh bir kimsenin inancı ve gayesi hayır olursa, iyilikleri ve iyiliklerin mükâfatını kazanma emellerini elde eder.
Şayet inanç ve gayesi şer ise, o da kötülükleri elde etmek ve fenalık­ların içinde yüzmekle hayâtını idâme ettirir. Ve bu hayâtının semeresi, dünyada ve âhirette aynen tezahür eder.
Meselâ : Müminin iyi niyyeti ve daima mümin olarak yaşama azmi, ve imânın çerçevesi mesabesindeki iyi amelleri işleyerek yaşama emeli, onu cennette ebedi kalmasını sağlıyaeak ve iyi niyetinin mükafatına nail oiarak Cennette ebedi kalacaktır.
Kafirde, küfrüne ve kafir olarak yaşama azmi ile dünyada küfür amellerine devam etmesi, kötü niyetinin cezası olarak cehennemde ebedi kalmasına sebebtir. Zira ameller ve mükâfatları niyyetlere göredir.
Hattâ mümin olan bir kişi, bir mütdet imanla yaşayıp sonra kafir ol­maya niyyet ederse, o kimse velevki on yirmi sene ve daha fazla zaman sonra kafir olmaya niyyet etsin, hemen o küfre niyyeti zamanından itiba­ren kafir oiur ve iyi amelide kafirlerin amlleri gibi, ahiret de hiç bir seme- . re vermez.
Emali adlı akait kitabında bu hüküm şöyle beyan edilmiştir :
«Bir kimse, senelerce sonra kâfir olmaya niyet ederse, derhal o andan itibaren hak dinden çıkmış (Kafir olmuş) dır.»
İmanda sebat ve kararlılık niyyetinin şartlılığını beyân eden ilâhi hüküm
«Ey iman edenler! Allâha, onun peygamberine ve o peygambere ayet indirdiği kitaba ve daha evvel indirdiği (İncil ve Tevrat gibi) kitaba iman (da sebat) edin» Nisa suresi, 136
Evet cenabu hak küfürden başka kötülükleri yapanları ve yapmak az­minde olanları dilemesiyle af eder. Ancak küfür ve Şirki afvetmez.
Bir ayeti kerimede meâlen şöyledir :
«Şüphesizkıi Allah (C.G.), Kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bu şirk den başkasını (Büyük günahları), Dilediği kimseden bağışlar». Nisa süresi, 116
Diğer bir âyeti kerimede kalbin karar ve kazancı şöyle beyan edilmiş­tir :
«Allâhü teâlâ ancak sizi, kalblerimizin irtikab ettiği (kötü niyyet, küfür kasdı gibi) şeylerle sorumlu tutar da muâhaza eder.» Bakara – 225
Bir hadîsi şerifde de şöyle buyurulmuştur :
«Bir kutun îmânı, istikâmette olmaz, tâki kalbi istikâmette ola. Ve bir kulun kalbinin istikâmeti, dilinin istikâmette olması iledir,»
Şu halde mümin, hem îmânın da ve hem amellerinde iyi niyyete sâhib olmalıdır. Zîra her şeyin netice ve iyi sonucu, iyi niyyete bağlıdır.
Nitekim bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur :
«Müminin niyyeti, amelinden hayırlıdır.»
Hadîsi şerifteki, «Binâenaleyh bir kimsenin hicreti, Allâha ve Resulüne olursa, işte onun hicreti Allâha ve Resulüne dir.» cümlede de şu hükümler mündeçtir.
Hicret : Lügatta, göç etmek, kaçınmak, terk etmek ve ayrılmak, küsüş­mek gibi mânalara gelir.
Şeriatta hicret : Küfür diyarından islam diyarına göç etmektir ki, sahâ-be-i kiramın Mekke-i mükerremeden Habeşistâna ve M’edîne-i münevvere-ye göç etmeleri bu cümledendir. Esas târihî olaylara ve islam nâmına yapı­lan hicret bu hicrettir. Diğer hicret tâbirleri, kötülükten kaçınmak manasına olan hicrettir.
Bid’at ve ahlaksızlık işlenen memleketten sünnete uygun olarak yaşa­ma hayatı olan memlekete nakli mekan etmekte hicretten sayılmıştır.
İlim taleb ve tahsil etmek, hacc farizasını edâ etmek ve insanların şer­rinden korunmak için vatanını terk edib gitmekte birer hicrettir.
Hak yolunda kötülükten korunmak, iyilikleri kazanmak için her hare­ket ve gayretin islâm ve îman yolunda birer hicret olduğu şu mealdâki âyeti kerimede beyan edilmiştir :
«Her kjlm, Allah yolunda hicret ederse, yer yüzünde gidecek pek çok yer ve genişlik bulur. Kim, Âflâha ve Resulüne itâatla hicret ederek (ilim tahsili, Haccın îfası ve kötülüğün defi gibi ameller için) evinden çıkarda, sonra kendisine ölüm yetişirse, o kimsemin ecri (mükâfatı) elbette Allâha aittir, (yani, Aİlâhü teâlâ onu mükâfatlandıraçaktır)»   Nisa sûresi, 100
Bir hadîsi şerifte de şöyle buyurulmuştur :
«Muhacir (Hicret eden kimse), Allâhü teâlanın yasak ettiği şeyden kaçman kîmsecjir.» Bu hadîsi şerifin îzahı, üerde otuz dördüncü (34). hadîsi şerifin altında zikredilecektir.
Şu halde İslâmın yasak ve haram kıldığı şeylerden kaçınarak hak yo-lunaa gitmeye gayret eden ve Allanın rızâsını tahsil etmek gayesiyle ilim ve irfan tahsil etmek, kötülüklerden kurtulub iyilikleri elde etmek ve Resu­lünün sünnetini yaşamak emelini taşıyarak diyar diyar dolaşan her mümin, Allah ve Resulünün yolunda hicret eden kimsedir.
Meselâ : Cünüp olan bir kimse, hamama; cünüblükten kurtulmak, banyo ve temizlik sürûruna kavuşmak, cami ve mescitlere girmeyi mubah kılmak ve Kur’anı kerîmi eline almayı mubah kılmak İçin hamama girerek guslederse, bu dört gâyeninde Allah için birer gaye olması hasebiyle dört gaye için mükâfata nail olur. Halbuki görünüşte amel bir tanedir.
Evet bütün peygamberlerin, ulemâ-i âmilin, sulahâ-i sâlihin ve evliyâ-i arifin olan kimselerin, her harekât ve sekenâtları hatta yemeleri, içmeleri, alış verişleri, yatmaları, kalkmaları, ailevi münsebette bulunmaları, tuva­lete gidib zaruri ihtiyaçlarını def etmeleri, hulâsa her amellerini rızâyı bâ-riye muvafık olması ve iyi bir niyyet ile yaparak yaşayıp ömürlerin boşa gitmemesini temin edib âhirette de ecrü mükâfata nail olmak kasdı jile hayat geçirmişlerdir.
Binâen aleyh Allanın Rızasını ve peygamberin şefaatini talep eden her müminde, bugün aynı gaye ve emellerle ve iyi niyet içinde güzel amelleri işleyip kötülüklerden kaçınması lâzımdır.
Netice-i kelâm, bir kimsenin hicreti, aziz ve kerim oian Allâha ve onun sevgili habîbihe olursa, hicret ve gayesi büyük olduğundan ecri mükâfatı ve sonucu da o nisbette büyük ve iyi olacağı muhakkaktır.
Hadîsi şarîfin son cümlesi oian şu; «Şayet bir kimsenin hicreti, eline geçireceği bir dünyâya veya nikahlayacağı bir kadına olursa, işte o kimse­nin hicreti de, hicretinin gayesi olan şey ne ise, ona (dünya veya kadına) olur.» cümlede de bâzı gerçekler mündemiçdir.
Yâni, bir yerden diğer bir yere göç eden, bir memleketten diğer bir memlekete hatta bir mahalleden diğer bir mahalleye göç edib giden kim­se, bir dünyalığa veya bir kadınla evlenmeğe kavuşmak emeliyle göç eder­se, işte o kimsenin âhirette nail olacağı bir eeir ve sevab mükâfatı yoktur. Ancak kasıt ve gayesi dünya ve kadındır.
Hadisi şerifin bu cümlesinin sebebi vurûdu şöyle beyan edilmiştir : «Ibni Mes’ud (R.A.) den rivayet olunmuş, demiştirki : «Bizim yanımızda bir kadınla nişanlanmış bir kişi vardı. Bu adamın ni­şanlısı kadına Ümmü kays denirdi. Kadın o adamla nikahlanmaktan   kaçı­narak Mekke-i mükerremeden Medînei münevvereye hicet etmişti. Bunun üzerine nişanlanan erkekte hicret etti. Ve kadınla evlendi. Biz de o adama-Ümmü kaysın muhaciri-ismini vermiştik.» Mirkat, 40
Resûlüllah (S.A.V.) efendimiz, dünyevî ve şehevânî gayeleri taşıyan amelleri elde etmek maksadı ile bir yerden göç etmenin uhrevî bir mükâ­fatı olmayıb ancak dünyâda bir fâide temin edilebileceğini beyan etmekte­dir.
Bir hareket ve amel, görünüşte âhiret ameli olsa, niyyet ve gaye dün­yalığa kavuşmak olursa, o amel dünyalıktır. Âhirette ecrü mükâfat olmadı­ğı gibi, cezası ve vizri de vardır.
Meselâ: Namaz, niyaz, hayır hasanat, kur’an okumak, zikrullah da bulunmak, İlim ve irfanla meşkul olmak heb birer ahiret ameli ve iyi amel­lerdir. Fakat bu iyi amelleri, bir dünyalığa kavuşmak ve riyakarlık yaparak insanların yanında iyi görünmek ve bilinmek maksadı ile yaparsa, işte bu ameller ve çalışmalar, dünya içindir. Ve dünyalığa kavuşmak için din sö­mürücülüğü yapmakdan başka bir şey değildir.
«Bir kimse, âhiret sevabını isterse, onun sevabını artırır, Ve bjr kimse de, dünya menfaatini isterse, önada ondan (dünyalıkdan) veririz. Fakat ona âhirette hiç bir nasib yoktur.» Şûra sûresi, 20
Bir hadîsi şerifde de şöyle buyurulmuştur :
«Bir kimse, bilginlere karşı üstünlüğünü göstermek (kibirlenmek) için veya sefihlerle mücâdele ve kavga etmek için veya insanların teveccühünü kazanmak (ve bu suretle mal toplamak) için ilim tahsil ederse, Allâhü te-âla o kimseyi cehenneme katar.» Tirmizi, İbni Mace
Hasanı Basrî (R.A.) da bir ip üzerinde hoplayan Pehlivanı görünce di-yorki :
«Pehlivanın bu cmeii, bizim (din yolunda olan) adamlarımızın amelin­den daha güzeldir. Zira bu adam, dünyâyı dünya ile yiyor. Bizim adamları­mız ise, din ile dünyâyı yiyorlar.» Mirkat, 41
Ey mübarek peygamber efendimiz! söylemiş olduğunuz altından daha kıymetli değerli sözünüz ayaklar altına alınmış, âdeta hak rızâsı için ilim tahsil eden kimseyi arayıb bulmak kibriti ahmer gibi güçleşmiş vaziyettedir.
İlim tahsili evvela maddî bir meblağa kavuşmak emeli ile başlanıyor, ve nihayet maddeye erişildiği an, sanki oluyorlar birer allâme selefi beğenme­mek, büyüğüne saygısızlık, vazife ve ibâdet aşkı yok, bir birlen arasında dedi koduiar, tefrikacılıklar, enâniyetler,, kibirlenmeler ve böbürlenerek ca­lim ve caka satanlar çoğalmış, mütevazı, halim, selim, ehli hikmet sahible-rine hürmetkar, bilmediğini öğrenmek için gayret edenler pek azalmış, ha­yat bu manzara ile dolmuş vaziyettedir.
Hasanı Basrî rahimehüllâhın sözünün yaşantısı ise, asırlarca evvel gö­rüldüğünden o dahi acınarak beyan etmektedir. Bulunduğumuz asırda ise, dünyalığa kavuşmak için din, îman, Kur’an, cami cemâat, okuma, okutma, nasihat etmek, hitabette bulunmak, telifatta bulunmak ve geçmişi rahmet­le yâd etmek için yapılan amellerin ekserisi bir dünyâ menfaatma dayan­maktadır.
Nasihat ve sözde islam yolunda cihad ettiğini iddia eden bir kısım kişi­ler, din nâmına ve ecdadı rahmetle yad ettiklerini beyân ederek kitab ya­zıyorlar ve kitabın ismi, muhteviyatı ve neşir gayesi bütün cıblaklığıyle dünyalık emeline dayandığı ve hatta kitabın kapağına ellerle çizilmiş put­ların konuşu görülmektedir din nâmına utanç verici ve dinin sâliklerini şa­şırtıcı ve saptırıcı bir mahiyet arzetmektedir. Heyhat, heyhat…
Bu gayeleri taşıyanlardan bazılanda, ihtifallara iştirak eden din adam­ları, hafızlar, dindarlar, bazı mevlidler, ve her çeşit dîni merasimlerin kısmî küllisi bir dünyalık sızdırmak ve gösteriş emelini taşıdığı canlı yaşantıla-rıyle müşahede edilmektedir.
Resûlüllah (S.A.V.) efendimiz «Din nasihattir» düsturunun tatbikini ya­parken, fertleri, zümreleri ve şahısları hedef alarak onların isimlerini hiç zikretmez, şahsiyet yapmazdı. Ancak «Bazı kavm, bâzı cemaat» buyururlardı. Ve kendisine saldıran, kötülük edenlere iyilik eder; hayır duada bu­lunurdu.
Hal böyle iken hak için, din için, millet ve vatan için kendini adadığını ve ömür boyu islam dellallığı yapacığını söyleyen ve kendisini bir mücâ-hid gösteren bâzı kişiler; mihraba, menber ve kürsüye çıkıyorlar. Peygam­berin nasihat ve ameline uymayan söz ve hareketlerle vazifeye başlayor-lar. Cemaat çoğaltmak, şöhret yapmak veya madde elde etmek emelini taşıdıkları söz ve hareketleriyle ortaya çıkıyor. Zira şahsiyet yapmak, ken­disine bir şeyler söyleyen veya yapanlara lanet etmek ve halkı o kimselere tahrik etmek suretiyle kıymetli vakitleri müdafa-i nefis ve kötü davranışlar­la dolduruyorlar..
Kur’anı kerimde ise, Hz. Lukmanın evlâdına tavsiyesi şöyledir : «Ey oğlum! namazı dosdoğru kıl, İyiliği emret ve fenalıkdan nehyet. Bu hususda sana isabet edecek eziyete katlan. Zira bunlar, kesin olarak farz kılınan İşlerdendir.» Lokman sûresi, 17
Bir hadîsi şerifde hakiki ve en üstün mücâhidi şöyle açıklamıştır : «Cihâdın en efdalı, zâlim sultanın yanında (zamanında) hakkı   söyle­mektir.»
Resûlüllah diğer bir mübarek sözünde de düşmanlarına şu duada bu­lunmuştur :
«Ey Allâhım! Benim kavmime hidâyet (îmân ve ıslah) ver (de küfür ve zulümlerinden dolayı helak etme), zira bunlar câhil kimselerdir, bilmiyor­lar.» şerhi akâid
Bu gerçeklere inanan ey makam mansıb sahibleri, eviâd ve ahfat sa-hiblerü; Müftiler, vaizler, imam ve hatibler, müezzinler, kur’an öğreticiler, hâkimler, âmirler, memurlar, tacirler, sanatkârlar, işçiler, yöneticiler, öğ­reticiler, top yekûn İslam ve müslümanca yaşamak ve yaşatmak isteyen mü­min kardeşlerimiz! yukardaki gerçekleri iyi okuyalım ve gereği, uygun ve güzel olan sabır, tehammül, ıslah ediei ve hakkın rızasını tahsil etme emel­lerini yaşayalım, yaşatalım. Aksi takdirde cehennem odunu olmakdan baş­ka bir şeye yaramayız.
O şekilde olanlar görülüyorki, para ve kân için, dîni, din adamını ölüyü, diriyi, mâbed ve mesleklerine kalkan yapıyorlar. Hatta resimlere, heykelle­re ve putlara tapanların amellerini taklid edercesine hareket edenler gö­rülmektedir.
Evet yukardaki âyeti keriyme, hadîsi şerif ve büyüğün sözü şâyânı dik­kattir. Zîra hayatımızda din nâmına çatışdıklannı söyleyen bâzı din sâlikle-ri, ashabı hayır ve ehli takva olduklarını iddia edenler, dîni önüne, diline ve eline kalkan gibi alıyorlar, en âdi ve iğrenç amelleri irtikab ediyorlar.
Böyle istismarcı kimselerin bu halteri, gerçekten din, îman ve islam yolunda millet ve vatana hizmet aşkı ile çalışanların hayat ve faaliyetlerini paltalıyor ve hatta büyük zararlar tevlid ediyor. [31]
 

Niyyetin Tarif Ve Îzahi :

 
Lüğatta nîyyet : Bir işe ve amele gönül ve kalbin yönelmesi, meyli ve kararla bağlanmasıdır.
Şeriatta n-jyet: Rızayı bariyi talep için bir fiil ve işe kalbin teveccüh et­mesi ve o fiili murad ederek âdedten ibadeti ayırmaktır.
Bu tarifde de anlaşıldığı üzere, kalb ile yapılan ameller, şer’an muteber olur.
Kalbin niyyetten gafil olması hâlinde dil ile niyyet etmek muteber ol­maz. Ancak niyyetle muteber olur.
Binâenaleyh kalbin niyyetten gafil olması hâlinde dil ile niyyet etmek muteber değildir. Zira esas olan kalb ile yapılması ve kalb ile cezmedilmesıdir.
Nitekim hadîsi şerifte şöyle buyurulmuştur :
«Muhakkak Allâhü teâla sizin suretlerinize (kılık ve kıyafetlerinize) ve mallarınıza bakmaz. Ancak kaiblerinize ve amellerinize bakar.»
Diğer bir rivâeyette,
«Ancak sizin kaiblerinize ve niyyetlerinize bakar» Buharı Müslim Hadîsi şerifte beyan ediidiğine göre, bir kimse kalbi ile öğle namazına vaktinde niyyet etse ve dili ilede ikindi namazının niyyetini söylese, Öğle namazına niyyet etmesine zarar vermez. O niyyet sahihdir. Zîra esas niy­yet kalb iledir.[32]
Ve bir kimse, dili ile öğle namazına niyyet eder kalbi ile de ikindi na­mazına niyyet ederse, ikindi namazına yapılan niyyeti öğle namazına yapı­lan dil niyyetine zarar verir, dil ile yapılan niyyet sahih olmaz. [33]
 

Niyyetin Fazilet ve Fâideleri :

 
Niyyetle ilgili bir kaç fâide vardır ve şöyledir :
Bıirinci Fâide : Niyyetin fazileti hakkındadır.
Niyyetin Fazîleti hakkında cenâbu hak şöyle buyurmuştur :
«Halbuki onlar, Allâha, Onun dîninde ihlas (ve samîmiyyet) erbabı ve muvahhitler (Allâhı birleyenler) olarak ibâdet etmelerinden, namazı dos­doğru kılmalarından ve zekâtı vermelerinden başka bir şeyle emrolunma-mışlardır. En doğru dinde bu idi.» Beyyine sûresi, 5
Diğer âyeti celiyle mealleri :
«Sabah, akşam Rablerine, sırf onun cemâlini (rızasını) arzu ederek düa edenleri (huzurundan) koğma..» En’am sûresi, 52
«Kim çarçabuk geçen bu (dünyayı) dilerse, bizde burada ona, kimi di­lersek diyleceğimiz şeyi çabucak veririz. Sonrada onu cehenneme soka­rız. O buraya kınanmış ve (rahmetimizden) koğuEmuş olarak ulaşır.
«Kimde mümin olarak âhireti diler ve onun için (o âhirete) gereken bir gayretle çalışırsa, işte onların bu çalışmaları makbul olur». Isrâ sûresi,
18-19 Niyyetin fazîletini beyân eden hadîsi şeriflerden bâzılarını nakledelim. Ebi hüreyre (R.A) den rnervî hadîsi şerif meali :
«Muhakkak Allâhü teâla sizin cesetlerinize (beden ve cisimlerinize) ve suretlerinize (kılık ve kıyafetlerinize) bakmaz. Ancak kaiblerinize ve niyyet­lerinize bakar.» [34]
Ebî Hüreyre (R.A.) dan mervî diğer bir hadîsi şerif meali :
«İnsanlar, ancak niyyetleri üzere (kabirlerinden) kaldırılır (ve haşrolu-nur) lar». [35]
«Bir kimse, gecenin bir zamanında (nafile) namaz kılmağa niyyet etti­ği halde döşeğine yatar ve sabaha kadar (uyku) gâlib gelirse (uykudan gö­zü açılmaz, uyur kalırsa), o kimse için niyyet ettiği şey (nafile namaz ve­ya teheccüt namazı kılmış ecri) yazılır. Ve o kimse uyku (sabaha kadar uy­kunun devam etmesi), Rabbisinden bir sadakadır.»[36]
Ebû Mûsâ el’Eşarî (R.A.) den mervî hadîsi şerif meali :.
«Bir kimse, Allâhü teâlânin kelimesi (emirleri, hükümleri ve âyetleri) yükselmesi içıin savaş yaparsa, işte o kimse, Allah yolundadır. (Zira niyye­ti hâlisidir}.» [37]
Hz. Âişe (R.A.) den mervi hadisi şerifte şöyledir :
«Bir kimse, insanların kazaplanması ile Allanın rızâsını taleb ederse, o kimseden Allâhü teâlâ razî olur ve insanlarıda ondan râzî eder.
— Ve bâr kimse, Allâhın kazabi ile (rızasına muhalefetle) insanların rı­zasını taleb ederse, o kimseye Allâhü teâla kazab eder ve     insanlarıda o kimseye kazab ettirir.»
Tâlimilmüteallim isimli eserde de şu mealdâki hadîsi şerif mezkûrdur : «Amellerden pek çokları görünüşte dünya amellerinden tasavvur edi­lir- Fakat iyi niyyet sebebâyfe âhiret amellerinden olur.
— Ve amellerden bir çoklarıda görünüşte âhiret amellerinden tasav­vur edilir. Sonra niyyetin kötülüğü sebebiyle dünya amellerinden olur.»
Yâni; yemek, içmek, yatmak, kalkmak, çalışmak, kazanç yapmak, ek­mek dikmek, evladlara sanat öğretmek ve ailevî münâsebette bulunmak gi­bi, görünüşde dünya ameli olan bu işleri, vücûdun sıhhat ve sağlığı, gıda ihtiyacı, borçların edası, ana baba ve aile efradına ihtiyaç olanları temin maksadı ve ibâdete kuvvetle devam etmek niyyeti ile âhiret ameli olur.
Riya, süm’a ve dünyalığa kavuşmak emeli ile yapılan ibâdet ve hayır­larda her ne kadar görünüşte âhiret ameli isede, niyyetin kötülüğü sebe­biyle dünya amelidir.
Akkirmânîde de İmâmı Birgivi hazretleri şu hadîsi şerifi zikretmiştir : «Dünya hayatı, dört halde yaşayan kişi içindir (ve şöyledir) :

  1. a) Bir kula, Alfahütaki mal ve ilim verir oda onların yolunda rabbi-sinden korkar ve akrabalarının hakkını verir ve bu malda   Aliahın hakkıda olduğunu bilir. İşte bu bilgi ve iyi amel fazilet mertebelerinin en afdalıdır.
  2. b) Bir ku!a, AHahüteâFa ilim verir mal ihsan etmezde okulda iyi bir niyyeîle «Keşke benim mâlim olsaydı da falan kimsenin yapdığı hayırlı amel gibi bende yapsaydım» Derse, İşte o kimse niyyeti iledir vebu iki kimse­nin mükafatları müsavidir.
  3. c) Bir kula, Aifâhü teâla mal ihsan eder, ilim ihsan etmez ve bilgi­sizliği iîe mâii cimrilik yaparak hapseder, Allahdan korkmaz ve Akrabasının hakkımda vermez ve mafda Allâhü teâlanın hakkı olduğunuda   bilmezse. İşte bu mal ve hareket mertebe ve menzillerin en kötüsüdür.
  4. d) Bir kuJada, Al£ahü teâld mal ve ilim ihsan etmez. Fakat o kulu «keşke benim mâlim c!sada falan kimsenin işlediği kötü amel gibi amel et­sem» der. İşte bu kimse, niyyeti iledir.

Binâenaleyh bu iki kimsenin vizride müsavidir.» [38]
Bu hadisi şerifde beyan edildiği üzere, bir kimseye ilim, mal ve mülk veriliyor, oda malın hakkını yerine getirerek iyi amelde bulunuyor.
Diğer bir kimseye ilim veriliyor, mal verilmeyor. Fakat bu adamda «keşke benimde mâlim olsada şu hayır sahibi gibi bende hayır ve hasanat-ta bulunsam» diyor.
İşte bu adamın iyi niyyeti, kendisine mali mülkü olubda hayr hasanai-ta bulunan kimsenin ecrü mükâfatı gibi, mükâfat veriliyor. Zira «müminin niyyeti amalinden hayırlıdır.»
Yine bir kimseye de, mal veriliyor, ilim verilmiyor. İlimsiz, irfansız olan bu adam malın hakkını gözetmiyor, ne kulların haklarını ve nede Allahın hakkını tansmıyor. Cimrilik yapıyor ve kötü yerlerde sarfediyor.   –
Digar bir kimseyede ma! ve ilimden hiç bir şey verilmeyor ve «keşke benimde mâlim olsaydıda falan kimse gibi bende şu kötülükleri işleseydim» diyerek kötülükleri yapmak temennisini gönlünden geçirerek kötü niyyete sahip oluyor.
İşte bu adamda her ne kadar kötü amelde bulunmadı ise de, kötü niy-yetfnin cezası olarak kötülük yapan kimsenin vizri ve cezasını görecektir.
Zira bir hadisi şerifde şöyle buyurulmuştur : «Bir kimse, bir mâsi-yetin yanında bulunurda o mâsiyeti kerih ve kötü görürse, sanki o kimse
oradan uzak ve orada yokmuş gibidir.
«Ve bir kimsede, mâsiyetin yanında olmazda, orada bulunmadığına müteessir olarak keşke olsaydım derse, sanki o kimse de oradaymış gibi günahkardır,» Şirâtül islam, 30
Diğer bir hadisi şerif meali şöyledir :
«Bir kimse, bir cemaat (iyi veya kötü) amelleri üzere severse, her ne kadar onların amellerini işlemese de o cemâatin zümresinde haşrolunur. Ve onların hisablan iie hisab olunur.» Şir’atül islam, 30
Evet insan, iyi niyyet sayesinde sadaka, namaz, hacc, Umre ve diğer hayırlı amellerin sevabını işlemediği halde alır.
Kötü niyyet sebebiyle de, kötülüğü işleyenlerin ceza ve azabının aynını çekmeğe müstehak olur ve çeker.
Niyyetin fazîlet ve üstünlüğünü beyan eden bâzı büyüklerin sözlerini nakledelim :
Hz. Ömer (R.A.) demiştir ki;
«Amellerin en afdalı, Allâhü teâlanın farz kıldığı şeyleri edâ etmek,
— Ve Aifâhü tealânın haram ettiğinden kaçınmak,
— Ve Allâhü teâlaya yapılan ibâdette niyyetin doğru olmasıdır.» Hasanı Basrî (R.A.) da şöyle demiştir:
«Ancak cennet ehli cennette ve cehennem ehli cehennemde niyyetleri ile ebedi kalırlar.»
Süfyâni Sevrı (R.A.) demiştir ki :
«Selefi sâlihîn, hayır için amel etmeyi tâlim ettikleri gibi, amel içinde niyyeti tâlim ederlerdi.» Akkirmâni, 17
Evet, bir amelde niyyetin farzlığı, sünnetliği, vacib veya müstehablığı bilinmesi ve ona göre niyyet edilerek işlenmesi gerekir.
Hatta niyyektin ihlaslı ve iyi niyyet hâlinde devamı şeklinin bulunması, öğrenmek ve yapmak en lüzumlu bilgilerdendir. Zira amellerde hâlis bir niy­yet bulunmazsa, riya ve fesat niyyetin neticesi olarak birçok kötülükler İş­lenir, ilim ve ameller süfehâ ve şerlilerin amellerine benzer ve öyle olur.
Böyle olunca da dünyada görünüşte iyi olarak yapılan bir cok ameller, makbul olmadığından âhirette o amelleri yapan kimseleri cehenneme mus-tehak kılar.
İkincıi fâide : Niyyetin sır ve esrarı vardır.
Bâzı muhaddis ve fakihler dediler ki, «Niyyet, bir sırdır. O sırra Allâhü teâladan başka kimse vâkıf olamaz. Amel ise, açıktır. Şu halde sır ve gizli olan meleklerin dahi muttali olamıyacağı amel, açık olan amellerden ef-daldır. Zira niyyet riyâden salimdir. Amellerde riya (gösteriş) ise, her’an olabilir.»
Bâzı âlimlerde demişlerdir ki :
«Elbette niyyet, demavltdır. Ameller ise, devamlı değildir. Zira bir kişi hayatta olduğu müddet hayır işlemek niyyetine sahib olabilir. Fakat o hayrı işlemeğe kudreti kâfi olamaz.»
Nitekim denilmiştir ki;
«Cennette ebedî kalmak, niyyetin mükâfatıdır. Zira mümin, dünya ve kendisi ebedî kalacak olsa, ebediyyen Allâha kulluk yapmağa niyyetfidîr.
— Keza kâfirde ebedi küfr üzere yaşama niyyetinin cezası ile cehen­nemde ebedi olacaktır.»
Bu mes’elenin aslî esası metinde zikrolunan şu hadîsi şerifle îzah edi­lebilir:
«Ameller, niyyetlere göredir.»
Sehl ibni Sâd (R.A.) den nakledilen hadîsi şerif meali şöyledir :
«Müminin niyyeti, amelinden hayırlıdır. Munafıkin da ameli, niyyetin-den hayırlıdır. Her ferd niyyefcine göre amel eder. Binâen aleyh mümin iyi ameli istediğinde kalbinde bir nur parlar.» Tabarânî – Fethulkebir, C. 3,265
Bu hadîsi şerif ve îzâhattan anlaşılmıştır ki, her şeyde niyyet esastır. Niyyet olmayan ameller, makbul değildir. Ve bir şeyin ecrü mükâfatı veya cezası, kabul veya reddi, niyyetin hâlis veya fâsitliğine bağlıdır.
Hiç bir niyyet ve gaye olmadan yapılan ameller, makbul olmaz. Zira amel, insanın cismi, niyyetde ruhu gibidir. Nasılki, insanın cesed ve cismi ruhsuz yaşayamaz, yok olur. Amelde niyyetsiz yok demektir.
Niyyet, kalbin amelidir. Kalb ise, âza.ların en şereflisidir. Binâenaleyh en şerefli azanın ameli olan niyyet işide, her işin şereflisidir.
İbâdet ve itâatlardan maksad, kalbi nurlandırmak ve îmânın muhafa­zasını sağlamaktır.
Niyyet sebebi ile, az amel çok olur. Ecri mükâfatı kat kat artar. Bu yük­sek ecir amelde olmaz. Niyyetin devamlılık kasdının bulunması ile ecri mü­kâfatta devam eder.
Üçüncü Fcjide : Niyyetin kısımları vardır ve üçtür.

  1. a) Allâhın azabından korkmaktan nâşi niyyet edilerek kulluk yap!-lır.
  2. b) Allâhü teâlanın rahmetinden ummak ve cenabu hakkın nimet ve cennetine nail olmak niyyeti ile Allâha kulluk edilir.
  3. c) Cenabu hakkı tazim ve büyüklemek kastı ile kulluk. Bu kulluk kasdında rızayıbâriyi kazanmak ve cenabu hakkı tazimden başka hiç   bir şeyi kasdetmek yoktur. Ancak ve ancak o maksada bağlıdır.

Birinci niyetle amel etmek kendisini tehlikeden korumak kasdı ile oldu­ğundan her varlığın kendisini tehlike ve azabdan koruması hâli vardır ve bu hâlin olması bizzarûre ihtiyaçtır.
İkinci niyyetle amel ve itâata devam etmekte, nefsin arzu ve istekle­rine kavuşmak emeli vardır. Bu ise, midesine, şehvetine ve nefsânî arzula­rına hizmetten başka bir şey değildir. Ahmak ve nefislerinin esîri olan İn­sanların amelleri gibidir.
Üçüncü niyyetle ibâdete devam edenlere gelince, gerçekten akıl ve idrak sâhibidirier. Zîra bunlar cenabu hakkın cemâlından başka hiç bir ga­yeye bağlı değiller, bütün emel ve amellerini bu maksada nail olmak için yapıyorlar.
Bu kişiler akşam sabah cenabu hakka dua ederler ve bu duaları sebe­biyle rızâyı bâriyt kazanıb cemâlüllâha kavuşmak isterler.
Şu halde Allâhü teâlaya en yakın insanlar, üçüncü niyyete sâhib «ce-mâlüllah maksadına sahib) olanlar, ondan sonra ikinci, ondan sonra birin­ci niyyete sâhib olanlardır. [39]
Dörndücü Föide ; Amel olmadığı halde bir mâsiyet ve kötülüğü kasdet­mek ve bu kasdın günah olub olmadığı cihetler.
Evet yukarda geçtiği üzere amel etmek ciheti olmadığı halde hayra niyyet etmek, itaat ve ibâdettir. Binâenaleyh hayre niyyet etmeğe ecrü mü1 kâfat vardır.
Şerre niyyet etmek ise, o şerri işlemeden sırf niyyet etmenin günah ve vebalı hakkında kitab ve sünnetten olan deliller bir birine muarız ve imam­lar arasında ihtilaf olduğundan kesinlikle bir hüküm verilememektedir. Evet mâsiyeti işleme azmî günahtır, ve fakat cenabu hakkın vâdî ilâhîsi ile afv olunur. Küfür ve şirke azmetmek ise, ihtilafsız küfürdür.
Mâsiyet ve günahları hatırlama hükmü
Mâsiyet ve günahın hatıra gelmesi üç şekilde olur. Ve şöyledir ;
1- Kişinin kendi ihtiyar ve arzusu olmadan ve kendisinin kabul şek­lide bulunmadan mâsiyetin kalbe ânz olan şeklidir. Binâenaleyh bu şekiller teklifi ilahiye dahil olmaz, niyyet ve arzunun bulunmamasından dolayı kal­be gelen hayırda olsa sevab yoktur. Şer olursa eezalanmakda yoktur.
Kur’anı kerimde şöyle buyurulmuştur.
«Allah (c.c.) hiç bir kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi   yüklemez.» Bakara sûresi, 286
Bu âyeti kerîmede beyan edilen takat ve kudretin yetişemiyeceği teklif­lerden biriside, insanın elinde olmayan ve kalbe gelen fakat üzerinde durul-‘mayıp geçen arızî hatıralardır.
Resûlüllah (S.A.V) efendimizden kalbe gelen vesvese hakkında sorul­duğu zaman, şöyle cevab vermişlerdi :
«İşte o kalbe gelen vesvese, îmanın ta kendisidir.» Müslim
2 – Kalbe gelen küfür ve Bid’atları îtikad etmektir. Bu îtikatla yaşa­yan ve Def etmek emelini bulamayan kimse, elbette cezâlanacaktır.
3 – Bir kişinin kendi irâdesi, arzusu ve kabulü ile kalbine vârid olan ve fakat o işi işlemeyen ve bir manîden dolayı âzalarının hiç bîrinde biz­zat görülmeyen şeydir.
Eğer o kimsenin irâde ve ihtarı ile kalbine vârid olan şey haytr ise, ec-rü mükâfata nail olur.
Şayet haksız yere mümini öldürmek, veya zina etmek veya   livâtada. bulunmak veya şarab İçmek veya namazı terk etmek gibi serleri işlemek kendi istek ve arzusu ile gönlüne gelir ve yapmağa kadir olduğu halde Al-iahdan korkduğu için, azalarda tezahür edib bu kötülükleri işlemezse, kö­tülüklerin gönlüne gelmesiyle cezalandırılmaz. Belki o kimseye ecrü mü­kâfat yazılır. Zira kalbindeki kötülüğü, Allah korkusundan dolayı işlemiyor.
Eğer kalbine gelen kötülüğü Allahdan başkasından korkarak terk eder­se, işte ulemânın ihtilâfı buradadır.
Bâzı âlimler : Kendi irâdesi ile kalbine gelen ve onu her hanki bir se-beble yapamayan kişi, bu niyyeti ile cezalandırılmaz, demişlerdir. Zira ce-nâbu hak bir âyeti kerîmede şöyle buyurmuştur ;
«(Her ferdin) kazandığı (hayır) kendi fâidesine, yapdığı (şer) kendi zara-rınadır.» Bakara sûresi, 286
Bilfiil şerri irtikab etmeyince kalbe gelen kötü düşünce ve vehimlerden dolayı muâhaza olunmaz.
Resûlüllah (S.A.V) de şöyle buyuruyor.
«Şüphesiz benim ümmetimin nefsinin söylMiği şeyi, dili ile söylemedi­ği ve bizzat istemediği müddetçe ondan onu (nebinin söylediği kötülüğü) ÂHâhü teâfa afv eder.y> [40]
Ebî Hüreyre (R,Aj dan mervi hadîsi kudsîde de şöyledir : Resûlüllah (S.A.V) buyurduki; «Afıâhü teâtâ (meleklere) derki :
«Kulum bir kötüEük yapmak istediğinde, yazmayın. Tâki o işleyinceye kadar (bekleyin).
«Eğer o kötülüğü işlerse, işlediği gibi yazın. Eğer benim rızam için o kötülüğü terk ederse, o kimseye bir hasene (iyilik) yazın.
«Eğer kulum iyük yapmak murad eder ve işlemez-se, o kimseye o iyi’ lik gibi bir iyilik yazın.
«Şayet yapmak istediği iyilimi yaparsa, o iyiliğin on mislinden yedi yüz misline kadar (ecir) yazın.» Akkirmâni, 21-keza müslim
Diğer bazı ulemâda; Allahdan başkasından korkarak veya utanarak kötülüğü terk eden kimse, rızâyı ilâhiyyeyi kazanmak maksadı olmadan terk ettiği için cezalandırılır, demişlerdir.
Delil olarak da şu mealdâki âyeti kerîmeleri okuyorlar :
«Şahitliği, gizlemeyin, Kim onu gizlerse, hakikat şudur ki; Onun kalbi bir günahkârdır.»                                                                   Bakara sûresi, 283
Diğer âyeti kerime mealleri :
«Senin için hakkında bir bilgi bulunmayan her hangi bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalb, bunların her biri bundan   mes’uldur.»
İsrâ sûresi, 36
«Aflâhü teâla sizin yerninlerinizdeki -lağv- dan dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizi kalelerinizin azmettiği yeminlerden dolayı cezalandırır.»
Bakara sûresi, 225
«Ey îman eden kimseler (müminler)! Zannın çoğundan kaçınınız. Şüp­hesiz (kaib ile yapılan) zannın bâzısı günahdır.» Hucurât sûresi, 12
Alahdan başkasından korkarak veya utanarak yapmak istediği kötü­lüğü terk eden kimsenin cezalandırılacağını beyan edenlerden birisi de, Huccetülislâm İMÂMI GAZÂÜ hazretleridir.
İMÂMI GAZÂÜ merhumun kesin delîli de şu hadîsi şeriftir :
«İki müslüman kılıçlarını çekerek bir birlerine karşı çıkarlarsa, öldüren ve ölen her ikisi de cehennemdedir.
«Denildiki, yâresûlellah! Bu katil (öldüren cehennemde) dir. Ölenin du­rumu neden böyledir?
«Resûlüllah (S.A.V.) buyurdu :
«Çünki o da (ölen kimse de) arkadaşını öldürmek ist e yordu.»[41]
Bu hadîsi şerifte de beyan edildiği üzere, her ferd niyyeti ile ecre nâii olduğu gibi, niyyeti ile de ceza ve vizre müstehak olur. Ancak ilâhi afvede nail olabilir.
Nitekim bir hadîsi şerifte şöyle buyurulmuştur :
«İnsanlar, ancak niyyetleri üzere haşrolunurlar.»[42]
 

Nefsin Söylentileri Ve Azm

 
Fukahâ ve meşâyihi kiramın beyanlarına göre, insanın nefsinde vâki olan ve mâsiyet işleme kasdı veya itaat etmek arzusu beş mertebe üzere oiur.
Birinci mertebe : Hâcis-dir. O (Hâcis), kalbe bir şeyin uğrayıp ve fakat hiç durmadan geçen şeklidir. Sanki bir nevî elektirik akımı gibi kalbe bir şey gelir ve gider. Kalbe gelen bu şeylerden dolayı insan mes’ul değildir.
İkinci mertebe : Hâtır-dır. O (Hatır), kalbe gelen her hanki bir fikir, te­reddüt içinde cereyan eder.
Meselâ : Yolda giden bir kadının arkasından suret ve endamını düşü­nerek kadına iltifat ettiğinde kadının yüzünü görebileceğini gönlünde ta­şıyıp ve bir karara bağlamaması hâlidir. Kalbe gelen bu tereddütlü hatırla­madan dolayı insan mes’ul değildir. Zîra bunlar ihtiyari değil, ızdırârî hal-İ erdendir.
Üçüncü mertebe : Hadîsünnefs : Nefsin söylemesidir. O da nefsin bir şey hakkında tereddüdünden hâsıl olan bir şeydir ki, onu işlemek veya terk etmek arasında cereyan eden iç güdü söyientisidir.
Bir şeyi yapmak veya terk etmek hususunda insanın içinden kendi­sine söylenen telkinlerdir. Bu hâlin bulunmasından dolayı insan yine mes’­ul değildir.
Dörndücü mertebe : Hem-dir. O (Hem-arzu ve istek), yapılacak işin iki cihetten bir tarafını kendi arzusu ile tereih etmektir.
Bu hemm-in tahakkuk şekli şöyle olmaktadır : İyiliği tercih ederek yap­mak kasdına mukarın olursa iyiliği yazılır ve r-^Ûfata nail olunur.
Eğer tercih edilere kyapılmak emeline mukarın olan şey şer ise, işle­medikçe yazılmaz ve bir cezada tereddüb etmez.
Beşinci mertebe : Azm-dir. O (azm), bir şeyi kasdetmek ve yapmak ci­hetini kuvvetlendirerek samimiyet, sebat ve kararlılıkla o şeyin yapılması için verilen kesin karardır.
Bu azme sâhib olan her insan, hayır veya şer neyi kasdederse, mükâ­fat veya cezaya müstehak olur. Zira azm, niyyetin kuvvet ve kesinlikle ya­pılmasını kararlaştırıp üzerinde ısrarla durma şeklidir ki, bir nevi niyyetin tezahür ve tahakkukudur.
Yukardaki beş mertebe hâlinde insanın içinden gelen ve kalbinin amellerinden olan şeylerin cezaî yönden hükümlerini kısaca açıklayalım.
Hâcis-den dolayı, bütün ümmetin icmâi ile insan cezalandırılmaz. Zira insanın kendi elinde olmayan kudret istek ve arzusu dışında olan bir şey­dir.
Hatır ile {yani, kalbe gelen şeyin tereddüd hâli ile) Hadîsünnefs (nef­sin söylemeâi) de yukarda naklettiğimiz hadîsi şerifin hükmü ile günah ol.maktan kaldırıldığı anlaşılmıştır. Binâen aieyh günah olmayınca,   birinci mertebedeki Hâcis gibi, bunlarla bir vebal ve cezâyi müstelzim olmazlar. Ve bu üç hal iyiliklerde dahî bulunsa, ecrü mükâfat yazılmaz. Zîra kasd
(niyyet) yoktur.
Hemm-e gelince : Sahih bir hadîsi şerifte bunun hükmü şöyle beyan edilmiştir :
«İyiliği kasdetmekle iyilik yazılır. Kötülüğü arzu etmekle kötülük yazıl­maz, beklenir. Eğer kötülük Allah İçin terk edilirse, bir adet iyilik yazılır. Ve eğer o kötülük işlenirse, bir tek kötülük yazılır.»
Azm ise : Müdakkık ve muhakkik olan âlimlerin beyânına göre bir şeyi yapmaya azmeden kimse, muhakkak cezalanır.   (Eşbah Vennezâir, 19-20)
Yukarda, küfre niyyet etmenin, küfür olacağını beyan ettiğimiz hü­kümde, bu azm şeklindeki içinden verilen kararın hükmünden ibarettir.
Nıiyyetle ilgili fıkhı Hükümler
Fukahâ ve meşâyihin beyanlarına göre, «Bir iş ve amelde niyyet olma­dıkça, sevab yoktur.»   [43]
Bu hükmün açıklanması için, bâzı fıkhî hükümleri nakledelim.
Niyyet etmek, bir şeyin sahih olması için şart olur. Namaz, Zekat ve Oruç da olduğu gibi.
Niyyet etmek, abdest ve gusul de ise, şart değildir. Hanefî mezhebine göre, abdest ve gusülde niyyet sünnettir.
Evet dünyevî ve uhrevî amellerde niyyet, esastır. Hatta mükâfat ve ceza da niyyete bağlıdır. Cennet ve Cehennemde ebedî kalmanın da niy­yetin neticesi olduğunu yukarda mükerrer olarak zikretmiştik.
Namazda niyyet :
Merâkılfelâh ve haşiyesi Tahtâvî de, namazın sıhhati için niyyetin tarif
ve îzâhı şöyle zikredilmiştir :
«Namazın sahih olması için, niyyet şarttır. Ve o (niyyet) ibâdeti âdet­ten ayırmak için cezm edilen irâde (kalbin yönelmesi) dir. İşte bu niyyetle Aliah için olan ihlas, tahakkuk eder.
Fetâvâyi Bezâziye de beyan edildiğine göre, Niyyet, İhlasın hasıl ol­ması için meşru kılınmıştır. Sonra riya ihlâsa karışmıştır. Riyanın karışma­sı ise, nafilelerdedir. Vâcib olan hükmün sakıt olması İçin, farzlarda riya yoktur,
— {Namaz kılmada) Riyanın hakîkatı şudur :
,«— Bir kimse, insanlardan hâlî (yalnız) olduğunda namazı kılmaz, in­sanların yanında olduğunda namazı kılar. İşte bu kimse için sevâb ve mü-
kâfât yoktur. Zira bu adam Rabbisine ibâdette başkasını ortak koşmuş­tur.» [44]
Tarikatı Muhammediyede İMÂMI BİRGİVİ merhum riyakarlıkla ilgili şu hükümleri zikrediyor :
«İbâdette riya (gösteriş) haramdır. Hatta ibâdetin aslında (farz ola­nında) olsa bile haramdır.
«Bir kimsenin farz olan namazı insarın yanında kılıb, yalnız başına ol­duğunda kılmaması gibidir ki, işte bu hal bâzı âlimlere göre küfürdür. Bu hüküm tatarhâniyede zikredilmiştir.» Tarikat Muhammediye, 62
Mülteka ve şerhinde de şu hükümler mezkûrdur :
«Namaz kılacak olan kimse, kalbinin kasdını (niyyet ve karârını), ifti-tah tekbîri ile namaza bitiştirmesi lâzımdır.
— Binâenaleyh iftitah tekbîrinden sonra niyyet etmek caiz olmaz.
— (Kalb ile yapılan) niyyete, dil ile yapılanı söyleyerek bitiştirmesi ef-daldır.
— Sahih olan rivayette; Teravih namazı, sünnet ve nafile     namazlar için, mutlak niyyet (yâni, isim zikretmeden mutlak namaza niyyet etmek) kifayet eder.
Farz namaz için tâyin etmek şarttır. Meselâ : ikindi namazı (ikindinin farzı) gibi.» [45]
İmam olan kimseler de, tek başına kılan kimseler gibi niyyet ederler. Ancak imamlar arkalarında bulunan cemaatın sonunda kadınlar bulunur­sa, onlara imam olduğuna niyyet etmesi lâzımdır. Zira kadınlara imamlık ancak niyyetle sahih olur.
Eşbah Vennezâirden bâzı hükümleri nakledelim ;
Cuma namazı için Hutbede Niyyet : Hutbenin sahip olması için şarttır. Hatta hatib.mimbere çıktıktan sonra aksırma ve tısırmaşı hâlinde «Elham-düllüllah der ve hutbenin hamdelesini kast etmesse, o hâli ilede hutbeden inerse, hutbe şahin olmaz. Zira hutbenin hamdelesine niyyet edilmediğiden hutbenin sıhhatinin şartı bulunmamıştır.
Bayram namazlarını hutbelerinin sahih olup olmamasının şartıda, cuma nın hutbesinin sıhhatinin şartları gibidir.
Ezanda niyyet : Ezanın sahih olması için niyyet şart değildir. Ancak sevab ve mükâfata nail olmak için niyyet lâzımdır (sünnettir).
Zekatta niyyet : Zekâtın edası niyyetsiz sahih olmaz. Zekat olarak ve­rilecek şey, ya zekatlık olarak ayrılırken veya zekâtı edâ ederken zekâta niyyet etmek şarttır.
Oruç da niyyet : Orucun sahih olması İçin de her gün niyyet etmek şarttır. Farz, sünnet ve nafile oruçlarda niyyetin şartlığı müsavidir. Niyyetlerin zamanları hakkında geniş malûmat fıkıh kitablarının oruç bahsinde mezkûrdur.
Hac da niyyet : Hacc, farz olsun, nafile veya umre olsun Haccın sahih olması için, mutlaka niyyet şarttır.
îtikaf da niyyet : Itikaf,, vâcib olsun, sünnet veya nafile olsun îtikâfın sahih olması için niyyet şarttır.
Kurban da niyyet : Kurban alınırken veya alınacağı zaman kurban niy-yetinin bulunması lazımdır. Keza kesileceği zamanda niyyet lazımdır.
Cihad da niyyet : İbâdetlerin en büyüklerinden biri olan Cihad içinde ihlaslı niyyetin bulunması lâzımdır.
Vasiyet de niyett : Eğer vasiyyet eden kimse, vasiyyeti ile cenâbu hak ka yaklaşmayı kasdeder (niyyet eder) se, o kimse için sevab ve mükâfat vardır.
Şayet Allâhın rızasını tahsil etmek niyyeti olmadan vasiyyet ederse, o vasiyyet sahihdir. Fakat ecrü mükâfat yoktur.
Vakıf da niyyet : Vakıf,, başlı başına bir ibâdet olmadığından vakfeden kimse, Allah rızâsı için vafederek hâlis bir niyyet ettiği zaman o vakıfdan mükâfat alır. Allâha yaklaşmak ve rızasını kazanmak niyyeti olmazsa, bu takdirde sevab ve mükâfat yoktur.
Nikah da niyyet : Fakihler dediler ki : Nikah, ibâdetlere en yakın amel­lerdendir. Hatta nikah işi ve aile efradının ihtiyacı ile meşkul olmak yalnız başına kuşeye ibâdete çekilmekten efdal ve sevabdır.
Nitekim bir hadîsi şerifte şöyle buyurulmuştur :
«İnsanların hayırlısı, onlara fâidesi olan kimsedir.»
Nikahlanmak (evlenmek), mutedil ve sakin olan kimse için, sahih olan kavle göre sünneti müekkededir. Nefsin tahriki ve şehvetin azgınlığı hâlin­de olan kimseye de, evlenmek farzdır. Binâen aleyh sevab ve mükâfatın hâsıl olması için, evlenmede de iyi niyyete ihtiyaç vardır.
Hüküm ve Hâkimlik de niyyet : Fukahâi kiram dedilerki : Hüküm ver­mek ibâdetlerin en şereflilerinden birisidir. Binâenaleyh hüküm vermeye de sevab ve mükâfat niyyetin hâlis olmasına bağlıdır.
Mubah ve Helal olanlar da niyyet : yemek, içmek, uyumak, mal kazan­mak, nikahlanmak ve ailevi münâsebette bulunmak gibi, mubah olan işler­de niçin yapılır ve neye niyyet edilirse, onun için olur.
eMselâ : Bu mubah olanları işlemekle itaat ve dînî vazifelerini yapma­ğa takviye ve kuvvet vermek için veya o iyi olan itaat ve dîni vazifelere kavuşub İfa etmek kasdı ile yapılırsa, görünüşte yemek, içmek, yatmak, uyumak ve emsali işler dünya işi ise de, niyyet ve gayenin hâlis olması ile ibâdet ve âhiret amelidir.
Muamelatta niyyet : muamelat : Alış verişler pek çok nevîlere ayrılır. Alış veriş de niyyete itibâr yoktur. Söz ve lafızların durumuna ve söylenişi­ne itibar olunur. Caymak ve İcarlarda da itibar, konuşmayadır. Lâkin alış verişte mazî sığası yerine (yani, aidim verdim veya sattım yerine} sin ve sevfe harfleri olmadan muzârî (gelecek) sığası kullanılırsa, bu husus da fa-kihler, niyyein lüzumundan bahsetmişlerdir.
Hibede niyyet : Hibe : bağışlama da niyyete ihtiyaç yoktur. Sözle ba­ğışlamak kifayet eder, velevki iatîfe ile söylensin.
Fakat ikrah ve zorla söyleterek bağışlatılırsa, bu bağış sahih olmaz. Zîra bağışlamada bulunması şart olan rıza yoktur.
Talak da niyyet : Talak, sarih ve kinaye olmak üzere ikiye ayrılmakta­dır. Sarih taiakda niyyete ihtiyaç yoktur. Sözle ne söylenirse, İtibar onadır.
Kinaye taiakda ise, talâkın vâki olması niyyete bağlıdır.
Talâkın diğer çeşitleri ve yukardaki meselelerin uzun İzahı, fıkıh kitab-farımızda mufassal olarak beyan edilmiştir. Ayrıca «Mülteka Tercümesi» adh eserimizin cildlerinde uzun İzahlarve dliilerle malumat zikredilmiştir.
Yemin de niyyet : Yemin etme de ve yeminin vukuunda niyyete ihtiyaç yoktur. Binâenaleyh bir kimse, bilerek veya sehvederek veya hataen veya mükrehen (zor(anarak) yemin etse yemin vâki olur.
ikrar da niyyet : Bir şeyi ikrar etme de niyyete ihtiyaç yoktur. Keza, vekâlette, emânet tevdi etme de, ariyet koymada, İcara verme de, iftira ve hırsızlık hükümlerini ikrar etmede niyyete muhtaç olunmaz. Niyyt etmez­den evvel bu hükümleri söylemekle kesinlik ve karar vâki olur. Fakat her şeyin rızayı bâriyi kazanmaya bağlı olması hasebiyle hâlis niyyet ve meş-rûiyyet dâhilinde hareket etmek kasdınin bulunması gerekir.
Kur’an okumak da niyyet : Kur’anı kerimi okuyacak kişi, cünüb, hayız-lı ve nifaslı kadın olursa, kur’an niyyeti ile okuyamaz. Fakat, kura’nı kerî­min, dua, zikir, teşbih ve tehlil âyetlerini ve kur’anı kerîmi zikir kasdı ile okursa, bu takdirde bu kimselerin okumaları caiz ve mubahtır.
Bir kaide de şöyle denilmiştir :
«Bütün işler, maksad ve gayelere göredir.»
Bu kaideyi İzah sadedinde «Eşbah Vennezâir» adlı eserde şu hüküm­ler zikredilmiştir :
«Fetâvâyı kâdi Han da zikrolunmuştur ki,
«Şırayı, şarab yapan kimseye ticâret niyyeti ile satmak haram olmaz. «Fakat şarap yapmak kasdı ile şırayı satmak haramdır. «Keza bağ ve bahçe üzümleri de aynı böyledir.». Eşbah, 10 Yine aynı eserde ve diğer fıkıh kitabiarında şu hükümler mezkûrdur : «Namaz kılan bir kimse, cevab vermek kasdı ile kur’anı   kerimden bir âyet okursa, namaz bâtıl olur. Zîra kur’an âyetini kıraat kasdi ile değil, bir
kişinin sualine cevab vermek kasdı ile okumuştur. Böylece cevab ise, na­mazı ifşad eder..
Keza namaz kılan kimseye, kendisinin sevineceği bir haber söylenince şükretmek ve sevincini izhar etmek kasdı ile «Elhamdülillah» derse, na­mazı bâtıl olur.
«Ve bir kişinin ölümünü duyunca namazdaki adam «innâlillah ve innâ ileyhi raciun» der ve bu sözle haberin üzüntüsünü kasdederse, namazı yine bâtıl olur..»
Bu mes’eleterin daha geniş izahı, «Mülteka tercümesi» İsimli eserimi­zin 1, 2, 3. ve 4. ciltlerinde beyan edilmiştir. Mahallinden okumak ve okut­mak şâyânı tavsiyedir.
Buhârî ve Müsiimin ittifakı ile rivayet ettikleri bu «Ameller niyyetlere göredir» hadîsi şerif, meşhur hadîsi şerifdir.
Bu hadîsi şerifin fazileti hakkında yukarda muhtelif hükümler zikre­dilmiştir. Son olgrakda imâmı şâfî-i merhumdan rivayet edilen şu hüküm­ler şâyâni dikkattir :
«Bu hadîsi şerifin fazileti, ilmin yarısı mahiyetindedir. Bu İlmin yansı olması ciheti, şöyledir : Şüphesizki niyyet; kalbin kulluğudur. Amel etmek ise, kalbin kulluğunun açıklanmasıdir. Veya elbette din; ya zâhirendir oda ameldir. Veya bâtinendir. O da niyyettir.»
İmamı Şâfi-Î den «innemel âmâlübinniyât…». hadisi, ilmin dörtte birine delâlet eder, hükmüde rivayet edilmiştir.
Netekim şöyle denmiştir.
«Bize göre, hayrın esâsı dört kelimedir, işte bunları, yer yüzünün ha­yırlısı (Hz. Peygamber) buyurmuştur;
«Şüphelilerden kaçın, zühdet, sana yardımı olmayan şeyi terk et ve niyyetle amel et.»
Bu son cümlelerde dört hadîsi şerife işaret vardır. Sanki dört hadîsi şerif bütün iyilikleri ve hayrı beyan etmektedirler. Böyle oluncada «Ameller niyyetiere göredir» hadîsi şerifide ilim ve hayrı beyan eden hükümlerin dörtte biri {%) olmuş oluyor.
Hulâsa-i kelam, îman, amel ve ahiakda iyi niyyet, ihlas ve sadakat İâzımdir. Onları da yukardaki muhtelif ayet ve hadîsi şerifler ve bu hadîsi şerifde Hz. peygamberimiz en güzel şekilde ifâde ve îzah buyurmuşlardır. Yeterki mucibi ile amei edelim. Mevtamız her şeyde iyi niyyet ve ihiası nasıb buyursun. Amin. [46]
 

Îman   Bahsi

 

Tercümesi :

 
2- (|) Ömer bin el hattab (R.A.) dan rivayet olunmuştur, demiştirki :
«Günün birinde Resûlüllah (S.A.V) efendimizin huzurunda bulunduğu­muz sırada birde baktıkki, elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah, üzerinde yolculğa delalet eder hic bir alâmet olmayan ve böyle iken yine hiç birimiz tarafından tanınmayan bir kimse çıka geldi. (Sokula, Sokula) nihayet ne-biyyi muhterem (S.A.V.) Hazretlerinin yanına (varıp) oturdu. Ve dizlerini (Resûlüllahın) dizlerine dayayıp ve her iki avcını. (Resûlüllahın veya ken­disinin) iki uyluğu üzerine koyup :
— Ya Muhammed (SAV) ! İslam nedir? bana söyle dedi.
— Resûlüllah (S.A.V) :
— İslam, Allahdan başka hiç bir ilah ve mabut olmadığına ve   Mu-hammed’in Allanın Resulü olduğuna Şehadet etmen, namazı kılman, Ze­kâtı vermen. Ramazanda oruç tutman ve gücün yeterse,   beytullahı hacc (Ziyaret) etmendir, buyurdu.
— O (yabancı kimse) : doğru söylüyorsun, dedi.
— Biz, (bu adam) hem Resûlüllaha soruyor ve nemde onu tastik edi­yor, diyerek onun hâline hayret ettik.
— Ondan sonra birde : İman nedir? Haber ver, diye sordu.
— Resulü ekrem (SAV) efendimiz :
— İman, Allâha, meleklerine, kitaplarına.     Peygamberlerine ve âhıret gününe inanmandır.
Birde hayır ve şer (tatlı, acı hangi çeşidi olursa olsun) kadere İman etmendir, buyurunca;
— (Oyabancı kimse) doğru söylüyorsun, dedi.
— Ve ihsan ned,ir? Söyle, diyerek bir daha sordu.
— Resûlüllah (S.A.V) efendimizde-
— İhsan, Allahü teâlaya sanki görüyormuş gibi ibadet etmendir. Zira sen onu görmüyorsan o seni görüyor, buyurdu.
—; O (Yabancı adam), yine : doğru söylüyorsun, dedikten sonra :
— Kıyamet ne zaman kopacak? bana haber ver, dedi. (Resûlüllah} Cevaben, bunda sorulanın bilgisi, sorandan   Ziyade değildir, buyurdu,
— Öyle ise emarelerini (yâni, kıyamet kopmazdan evvelki görülecek alâmetlerini) bildir, dedi.
— Resü.’ûllah (S.A.V) cevabında :
— Müîk olarak elde olan Câriye kadının, kendi sahibini doğurması ve yalın ayak, sırtı çıplak, fakir davar çobanlarının hangimizin ycpdığı bina da­ha yüksektir- diyerek (Servet ve samanca) yarışa çıkdıkEarını     görmendir, buyurdu.
—Bundan sonra o (yabancı) adam gitti.
— Bunun üzerine nebiyyi Muhterem (S.A.V,) Hazretleri de bir müddet durduktan sonra .-
— Yâ Ömer (R.A)! bilirmisin o soran kimdi?   diyerek sual îrad etti.
— Hz. Ömer (R.A) de : Allah ve Resulü bilir, dedim.
— Resûlüllah (S.A.V) buyurdularki :
— O, cebrâil (A.S) idi. Size dininizi öğretmek için geldi.»[47]
 

Îzâhât

 
Hadisi şerifin Râvisi Hz, Ömer (R.A.) şahsiyeti ve hayatı hakkında ge­rekli malumat birinci hadisi şerifin îzahat bahsinde beyan edilmiştir.
Hz. Cebrail Aleyhisseiâmın bir beşer kılığında gelişi ve bir yolcu ema­resi olmadığı halde huzuru seâdete mütevâzi’ bir şekilde girib islâm dan, îmandan, ihsan ve kıyametten suâl etmesi ve sorduklarına verilen cevâoı tasdik etmesi, büyük bir mucize, ifâhi tâlim ve terbiye hususunda pek dik­kat edilmesi lâzım olan bir hal ve hareketdır.
Zira Hz. Cebrâil aieyhisselâmın bir beşer suretinde gelişi, meleklerin ilâhi kudretle çeşitli şekil ve kıyafete tebdil edebildikleri ve beşerle beşe­rî münâsebetlerin, insanların bir birlerine ülfet ve ünsiyet ettikleri ve her cinsin kendi cinsi ite hüsnü muaşerette bulunduklarındandır.
Ve Cebrâil aieyhisselâmın gayet mütevazı bir şekilde gelişi aynı za­manda dizinin üstüne oturup ellerini Resûlüllâh’ın veya kendi dizleri üzeri­ne koyuşuda; bir âlimin, velînin, âmirin ve büyüğün huzuruna nasıl girile­ceğini, edeb ve nezâketle nasıl iltifat edilib-soru sorulacağını ve sorulan suallerin cevablannı nasıl karşılamak gerektiğini, bütün ümmeti Muham-mede tâlim ve tavsif etmektedir. Yeterki bu güzel hareketten her mü’min nasibini alsın.
Bu hadisi Şerifde görüldüğü üzere Cebrâil aieyhisselâmın gelib soru­lar sorub ve cevabları tasdik etmesi olduğundan «Cibril Hadisi» denilmiş­tir.
Cebrâil aleyhisselâm; Resûlullâhın huzuruna gelib bu sorulan sorma­sı, hicretin onuncu senesinde vuku bulmuştur. Ve bir rivayette onuncu hic­retinde hemen veda haccından biraz evvel vâki olmuştur.
Hz. Cebrail’in bu sualleri, Resûluilahm hayatının sonunda sormasının sebebi hikmeti ise, Kur’an âyetlerinin hemen-hemen tamamı gelmiş ve is­lâm ahkâmı tekemmül etmiş olması hasebiyle cenâbu hak tarafından Haz-rti Peygambere getirmiş olduğu hükümlerin ana esaslarını bütün ashaba tâlim ve tealiüm için bir – bir soruyor ve verilen cevabiarıda irkilmeden tas­dik ediyor.
İşte böylece hak tebliğcileri, isîâmtn, îmanın, ihsanın ve kıyametin hü­kümlerini ümmete tâlim ve tarif mahiyetinde vazifelerini son olarak bir da­ha yapmış oluyorlar.
Islâmın beş şartı hakkında ayrıntılı îzahat, hemen ileride 4. hadisi şe­rifin altında arzedileceğinden burada sâdece islam kelimesinin lüğât ve şerîat manâları i!e islam ve îmanın birleştiği ve ayrıldığı yönleri hulâsa olarak nakledeceğiz.
İslâm; îuğaita, boyun eğmek, teslim olmak manasınadır. Şeriatta isEâm : İman tabir olunan bâtını tasdik şartı ile zahiren is­lam hükümlerine inkıyat, etmek (boyun eğib işlemek) tir.
Yani, islam demek, kelime-i şehâdeti dili ile söylemek, beş vakit na-. mazı edâ etmek, fakirlerin hakkı olan zekatı vermek, Ramazanı şerif orucu­nu tutmak ve hacca gitmeye muktedir olunduğunda haccetmektir. İşte bu söz, fiil ve hareketlerle yapılan amellere islam denir. Ve bu amelleri inana­rak yapanlarada mü’min ve müsiüman denir.
îman ise, lüğatta, inanmak, tasdik etmek manasınadır. Şeriatta İman; Peygamber Muhammet aleyhisselâmı, Allâhüteâlâ tarafından getirmiş ol­duğu şeyleri (Kur’ânın âyet ve hükümlerinin hebsini) kesinlikle inanıb kalb-!e tastik ve dil ile ikrar etmektir.
Bu şekilde îman eden kimseye, «Mümin» ve inanılan şeyede «Müme-nünbih»   denir.
Evet îmanın rüknü, kalb ile tasdik’dir. Şartı ise, di! ile ikrardır. Dil ile ikrar etmek, bir kimsenin îmanlı olduğunu bilip hadlerin, cenazelerin, tekfin ve teçhîzi ve terekenin taksimi gibi hükümleri dünyada icra etmek için şarttır. Zira kalb ile tasdik gizli bir iştir. Öyle ise, kalb ile tasdik mutlaka açıklanmalıdır. Oda dil ile ikrar edip islâmın diğer şartlarını işlemektir. Doğ rusuda budur. Zira insan, cesed ve ruhun mecmuundan ibarettir. Şu halde .her ikiside îmandan başka nasibini almalıdır. Şöyleki; «Kalb ile tasdik» Ru­hun ve «di! ile ikrarda» cesedin nasibidir.
Binâenaleyh bir kimse, İman hükümlerini kalbi ile tasdik eder dili ile söylemezse, işte o kimse Allanın indinde mü’mindir. Fakat dünya hüküm­lerinde ifnsanların yanında) mü’min değildir.
Bir kimsede, inanılması lâzım oian esasları dili ile ikrar eder ve fakat münafık gibi kalbi iie tasdik etmezse, Allanın indinde kâfirdir. Lakin zâhiren islam görüldüğünden ve kalbini insanlar bilemediğinden insanların na­zarında müslümandır. Keza Şerhi akâid, 56 Evet îman, kalbin ameli demektirki, inanılması lâzım olan bütün hü­kümleri kalb iîe tasdik etmektir. Kalb ile tasdik edilen ve fakat dil ve amel ile söylenib yapılmayan bu îmanın varlığını ve gerceKliğini ancak Allâhü teâla bilir. Zira bu kalbdeki olanları yüce mevlâdan başka hiç bir fert bile-
mez.
Biz mü’minler ve bütün insanlar ise, kalbin ameli olan imanı dili, eli ve diğer azaları ile islâmın ve kur’anın hükümlerini söyleyib amel edip ve ya­parsa, işte o kimse hakkında «Müslüman» hükmünü verebiliriz.
İmanın, kalbin ameli olduğunu beyan eden bir kaç âyeti keriyme meâîi şöyledir :
«İşte Allah (C.C.), böyle (Zâlimleri) sevmiyen bir kavmin kalblerine imanı sabit kılmış ve kendilerini yüce katından bir rahmetle kuvvetlendir­miştir.» Mücâdile sûresi, 22
«Kalbi imanla kararlaşmış olduğu halde..» Nahl sûresi, 106
«Kimki, Allâha îman ederse, Allah (C.C.) onun kalbine hidâyet verir»Teğabun sûres:,
Peygamber Aleyhisselam efendimizde bir duasında şöyle buyurmuştu :
<Ey Allâhım! Kalbimi dînin ve tâatın üzerine sabit kil.» Şerhi akait, 55
Dili ile ikrar edib lâilâhe illallah, Allahdan başka ilah yoktur, diyerek îmanını izhar eden bir kimseyi öldüren Üsâme Radıyallahü anh hazretlerine Peygamber sallâhü aleyhi vesellem Hz. üsâmeyi irşad   mâhiyetinde şöyle
buyurmuştu :
«O kimsenin kalbini yardınmı?»
. Yani dili ile ikrar edib kalbindeki îmanının varlığına delâlet eden sozu-ne inanmadığına göre, o kimsenin imanlı olub-olmâdığını bilmek için kalbi-nimi yardın? demektir. Elbet kalbini yanb insanların kalbine muttali olmak imkanı yoktur. Zira kalbdeki olanı Allahdan başka kimse bilemez.
Biz insanlar, ancak zahiren görülen ve duyulanlar ile hükmede biliriz.
Meselâ : keüme-i şehâdeti söyleyen, beş vakit ve Cenaze namazı kılan, oruç tutan, Zekat veren ve Hacc farizasını yapan, kurban kesen, ve haramlardan kaçınan kişiler mü’mindirler.
Burada bir hususu daha belirtmek gerekir.
İman ve islam esaslarını dili ile ikrar ve kalbi ile tasdik eden kişinin imanlı ve mü’min olduğunu öğrenmiştik. Binâen aleyh bir kimse îman ve İslam esaslarını bilir, dili ile ikrar ve kalbi ile tasdik etmezse mü’min olmaz Zira bilgi İmandan sayılmaz.
Netekim bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur : «Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (O Peygamberi) Öz oğullarını ta-nıdıklaVı gibi tanırlar. Öyle iken içlerinden bir topluluk hak ve hakikati büebile gizlerler.»   Bakara sûresi, 146
Bu âyeti kerîmenin tefsirinde şu hüküm naklolunmuştur :
Rivayete göre, Hz. Ömer Radiyallâhü anh yahûdilerden müslüman olan Abdullah bin selam (R.A) a bu âyeti kerimede bahsedilen bilginin ne olduğunu sormuş. O, cevaben demişki : «Ya Ömer! ben Peygamberimiz sallallâhü aleyhi veseliemi gördüğüm zaman oğlumu tanıdığımdan ziyâde »anıdım. Çünkü oğlumda, anası ihanet etmiş ise, şüphem olabilir. Fakat peygamber hakkında zerre kadar şüphem yoktur. Onun vasıfları Tevrat da zikredilenlerin aynısı ve tamâmıdır.»
Yukardaki âyeti kerîme ve mes’elede beyan edildiği üzere bir kimse kur’an âyetlerini ve bütün islamın hükümlerini bilse ve fakat kalbi ile tas­dik edip îman etmese, o kimse mü’min değildir. Zira bir şeyi bilmek onu kabul etmek manası taşımaz.
Öyle ya eğer bilgi îmandan sayılsa idi, Hiristiyanların Rahip ve Pa­pazları ve daha bir çok kâfirlerin imanlı olması ve dolaysiyle mü’min olması gerekirdi. Zira bir kısım kâfirler islamın ve îmanın esaslarını ve kur’anın hükümlerini bilmektedirler. Halbuki inanmamakdadırlar.
Şu halde çeşitli isimler altında toplanan ve hatta maksatlı ve sinsice islam düşmanı olan kimselerin, Kur’an ve islamın esaslarını beyan etmele­ri îmandan sayılmaz ve mümin değillerdir.
Yukardaki tarif ve İzahlardan anlaşılmıştaki bir kimse, inandığı şey­leri azalarında tezahür eden ve îmanının varlığına delalet eden bir ameli iş­lemediği veya işlediği görülmeyince müminler nazarında mümin olmaz ve mümin muamelesi yapılamaz. Ancak Aliâhın indinde mümindir. Oda insan­larca malum değildir.
Fakat dış azalarında isiâmın esasları görülür ise, kalbi ile inkar etse dahi dünyada insanların nazarında mümin ve müslümandır. Hakikatta îman etmediğinden Aliâhın indinde mümin değildir.
Netekim bu hal ve gerçek hüküm, kur’pnı kerimde şöyle beyan edilmiş­tir :
«İnsanlardan bir takım kimseler vardirki, biz Allâha ve kıyamet günü­ne inandık, derler. Halbuki onlar, iman etmiş değillerdir.
«(Zanlarınca onlar, kalblerindeki küfürlerini örtmekle) Allâhü tealay. ve müminleri aldatırlar. Onlar, kendi nefislerini aldattıklarını   bilmezler.)*
Bakara sûresi, 3-9 Diğer bir âyeti kerime meali : «(Ganimet olde etmek sevdası ile görünüşte İslâmı kabul eden bâzı)
Bedeviler : Biz gerçekten îman ettik, dediler. (Ey Habibim! onlara) deki : Siz kalblerinizle îman etmediniz. Ancak biz (kılıç korkusundan veya insan­ları aldatıp islamın nimetlerinden faydalanmak için) müslüman göründük. Henüz îman kalblerinize girmemiştir.» Hucurât sûresj 14
Bu âyeti kerimede beyan edilen görünüşde müslüman hakikatta mü­min ve müslüman olmayan birçok kimseler, Riyakarlık, menfaat, makam ve mansıba kavuşmak sevdası ile bâzı yerlerde ve muvakkat bir zaman için müslüman görünen ve müslümanların hâmisi sıfatına bürünen fakat ha­kikatta açık dan kâfir olan kimselerdende tehlikeli olan münafık omelli kişi­ler halindedir. Ne yazıkki müslümanların saflık ve cahilliği, böyle kimsele­rin revaç bulmalarına ve nifaklarının tesirine sebeb olmaktadır.
Sahte imanlılara kanmanın ızdırabını Akif merhummda şöyle feryat ediyor:
Eyvah beş on kâfirin îmanına kandık.
Öyle bir uykuya dafdık ki, Cehennemde uyandık.
Şu halde her mümin müslümandır. Fakat her müslüman mümin değil­dir. Aralarında umum husus min vecih vardır.
Bir kimse, müminmi; mutlaka müslümandır. Zira îman ve islam birdir. Esasda îmansız islam ve isfamsız îman tasavvur olunmaz ve ikisi bir birin-siz bulunmaz. Aralarındaki fark lafzîdir.
îman, islamsız ve islamda İmansız olmaz. Şer’i hükümde ve hakikatta, îmanla islam, insanın sırtı ile göksü gibidir. Nasıl ki bir insan, yaşamak için bu iki varlığın birlikte olması na muhtacdır ve insanın hayatı için bunlar beraber olmalıdır. Öyle ise bir kimseninde hâlis ve muhlis mümin olması için ,îman ve islamın beraber bulunması lazımdır. Aksi takdirde yukardaki farklar olur. Zarurî haller karşısında îman ve inanış şekilleri İse, bu İzahat­tan farklı olabilir.

  1. a) İcmali îman : İnanılması gereken îman esaslarına hulâsatan ve icmâlen inanmaktırki, îmanın şartlarını, islamın şartlarını ve diğer inanıl­ması lâzım olanları bir bir sayıp izah etmeden top yekûn hepsine kalb ile inanarak tasdik edib dil ile ikrar etmekten ibarettir.
  2. b) Toîsili îman : İnanılması lâzım o!an îman esaslarını ayrı ayrı sa-yıb delil ve îzahlariyle öğrenib kafb ile tasdik ve dil ile ikrar etmekdir.

Meselâ ; İmanın altı şartını, islamın beş şartını ve diğer îman esasları­nı bir bir sayıp tarif ve İzah ederek delil ve kaynaklarla öğrenib inanmak tırki, taklidden istidlale ve icmaldan tafsile dayanan îman şeklidir.
İlâhî sıfatları ve delillerini, kitabları. Melekleri, Peygamberleri, hayır ve şerri, kaza ve kaderi ve diğer; islam ve îman hükümlerini delil ve senet­lerle tavsif edib inanmaktır ve bu îman kâmil bir îmandır.
Biraz iterde sayacağımız sıfatı ilâhiler ve îman hakkında daha geniş malumat Akâid ve kelam kitablarından ve ayrıca bizim «İSLÂMDA EVLİYA MESELESİ ve HÂRİKALAR» adlı eserimizde arz edilmiştir.
Birde îmanın zıddı olan küfrün mâhiyet ve çeşitleri ile elfazı küfür me­seleleri «Mültekâ tercümesi» adlı eserimizin ikinci cildinde uzun uzun be­yan edilmiştir.
İnsanlar, inanış itibariyle bir hak ve hakikata inananlar vardır. Bun­lara mümin ve müslüman denir.
Birde küfre ve batıl olanlara inananlar vardır. Bunlara kâfir denir. Kâ­firler küfrü üzere öldüklerinde, mutiak ve muhakkak cehennemdedirler.
Müminler İse, itaatkâr ve isyankâr olmak üzere iki kısma ayrılırlar. İtaatkar olan müminler, şüphesizki cennettedirler.
Asî olan müminler ise, iki kısma ayrılırlar. Bir günahlarından tevbe edenler olur. Bunlar elbette cennettedirler.
Birde günahlarından tevbe etmeyib isyanına devam eden qsî müminler vardır. Bunlarda Allanın dilemesine bağlıdır. Binâenaleyh cenabı hak diler­se afv edip cennetine katar. Dilerse cehenneme katıp azab eder.
İnsanlar içerisinde birde sabit bir inancı olmayan içi dışı başka, sözü özüne uymayan inaçsız münafıklar vardır. Bunların varacağı yerde cehen­nemin en aşağısı olan esfele sâfilin denilen mahallinde azab olunacaklar­dır.
Gerçekden insanlar, ya mümin, ya münafık veya kâfir olurlar: Hal böy­le iken çok değişik ve yeni çıkarılan isimlerle ilerici, gerici, milliyetçi, mil­liyetsiz, sağcı, solcu, kominst, mason, falancı, flancı, cnarşit, falan partili, filan partili, ve daha zikri uygun olmayan gurublar, fırkalar ve şahıslar türe­miş ve türemektedir.
Esâsında insanlara, müminlerden ise, mümin, kâfirlerden ise, kâfir ve münafıklardan ise, münafık damgasını vurarak ifade etmek ve bu sınıflar­dan olanların vasıflarını beyan etmek gerekir.
Kur’anin beyan ettiği bu teşhis ve tabirleri bırakıp yeni uydurulan ke­limelerle meşkul olmak, hakikatleri öğretmeyib zait ve lüzumsuz şeylerle milleti islâmiyeyi dejenere etmekten başka bir şey değildir.
Nitekim günümüzde islâmı savunan ve islâmdan bahseden pek çok kişiler, esas dâva olan islâmı tam öğrenmeden ve gereği ile amel etmedik­lerinden bir takım abes, batıl ve haram olanlarla, daha doğrusu kâfir ve münafıkların amel ve emellerini takiid edercesine hareket etmektedirler. e bu hareketlerini şeytan kıyası olan fasit bir kıyasla işi güya hakka uydur­maya çalışmaktadırlar.
Hayır öyl değildir. Hak birdir ve hak olan şey, Kıyamete kudar aynı hakdır. Batılda kıyamete kadar batıldır. Hiç bir zaman batıl hak olamaz ve hakda batıl olamaz.
Fakat bu günün insanlarından müslüman olduklarını söyleyibde islâmı yaşamayan ve hatta küfür adet ve amellerini taklid eden nice kimseleri, ve nice toplulukları görmekteyiz.
Meselâ : Peygamberimiz (S.A.V.) efendimiz, «Mümin ile kâfirin arası­nı belirten fark namazdır.» Buyurmuştur.
Hal böyle iken namaz kılmaz, milliyetçidir. Namaz kılmaz, sağcıdır, Namaz kılmaz hak yolda olduğunu söyler. Namaz kılmaz, vatan, millete hayır yapacağından bahseder. Kendine hayrı olmayan ve hakka boyun eğ­meyen zalim ve fasık kimseler, böyle yalan ve yaldızlı sözleri söylemekte­dirler.
Burada hemen bir soru sorulabilir, Pek âlâ namaz kılanlardada yalan, iftira ve pek çok kötü ameller görülüyor, bu hale ne dersiniz?
Cevab : Gerçek ve hakiki kılınan namaz, her zaman sahibini kötü amel ve yollardan alı koyar. Zira namaz müminin imanının nuru, Çerçivesi ve bir mahfazasıdır. İçerden ve dışardan gelecek tehlikelerden sahibini korur. Bu husus Kur’anı kerimde şöyle zikredilmiştir.
«Şüphesiz namaz, (sahibini) fuhşiyat ve münkerlerden alıkor.»
Ankebut, 45
Fakat namaz, şartlarına riayet edilmeden ancak gösteriş ve aldatma gayelerle kılınırsa, bu takdirde o namaz, sahibini tehlikelere sevk eder ve cehennemi boylatır. Yani böyle namaz kılanlar, mükafat yerine ceza ve azaba müstahak olurlar.
Nitekim Kur’anı Kerimde şöyle buyurulmuştur :
«Artfk şiddetli azab (fesad maksatla) namaz kılanlara olsunki, onlar namazlarından, gafildirler. Onlar (namazlarıyla insanlara) gösteriş yapar­lar.» Mâûn sûresi, 4-6
Yukarda fırka ve gurub isimlerini sayarken milliyetçi ve sağcı, Kelime­lerine bâzı kişilerin kofaları takılabilir.
Evet İman ve Islama dayanmayan ve islamin güzel terimlerini kendi haris amellerine alet etmek için dillerine dolayıb, ayrıca bir tarafını küfre veya kâfirleri taklide özenerek bu kelimelere sığınanlar çok yanlış ve hatalı yoldadırlar. Zira islâmıp beyan ettiği «Millet ve sağ» ölçülerin dışına taş­maktadırlar.
Esasında mümin ve müslüman olan her kişinin İbrahim Aleyhisselo-mın milletinden olduğu Kur’anı kerimde beyan edilmiştir.
Kur’anı Kerimde şöyledir :
«(O Allah) din işinde üzerinize bir güçlükde yüklemedi. Babanız İbrahi-min milletinde (Dîninde) olduğu gibi. Bundan evvelki, kitaplarda ve bu Kur’anda size müslüman ismini Allah takdı.» Hac sûresi, 78
İbrahim Aleyhisselamın duası şöyledir :
«Ey rabbimiz! ikimizide (İbrahim ile oğlu İsmail) sana teslimiyette (müslümanlıka) sabit kıl, soyumuzdanda (yalınız sana boyun eğen) müslü­man bir ümmet yetiştir.»   Bakara, 128
İbrahim   Aleyhisselamın evlâtlarınada vasiyeti şöyle :
«Ey oğullarım! Allah siz.in için (islam) dinini beğenib seçti. O halde siz­de (başka değil) ancak müslümanlar olarak can verin, (dedi).»Bakara sûresi, 132
Bu âyeti kerimelerden anlaşıldığı üzere. Din – millet ve millet – Din, de­mektir.
Binaenaleyh dinsiz, imansız ve islamiyetsiz milliyet ve sağcılık manasız ve batıldır. Hıristiyan ve yahudi milletini taklid etmek ve onları örnek ol-makdan ileri gidemez.
İmân – Mümin ve müslüman kelimelerini İhtiva eden kimselerde, zıddı olan kâfir ve küfür kelimelerini yaşayanların durumlarını açıklamak için bu kısa izahatı yapmış oluyoruz.
Fırkalara bölünerek gayri islâmî yaşamanın tehlikelerini «İslâmda ev­liya meslesi ve Harikalar.» adlı eserimizden geniş şekilde okuyup öğrene­biliriz.
Ayrıca; Din millet, şeriat ve emsali kelimelerin misallerle açıklamalarım «Mülteka Tercümesi» adlı eserimizin ikinci cildinin «Mürted babı» başlığının son kısmında okumakda faydalı olur.
Hadisi şerifde zikredilen «İman» kelimesi hakkında bazı açıklamalarda bulunduktan sonra İmanın şartlan olan altı (6) hükmünüde kısa kısa açık­layalım;
«İman, Allah-a Meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine ve âhiret gü­nüne inanmadır.
— Birde hayır ve şer (tatlı, acı, iyi ve kötü hangi çeşidi olursa olsun) kadere îman etmendir.»
Allanın zatının, varlıklardan hiç bir varlığın zatına benzemediğine ve hiç bir şeyin ona benzemediğine, Mekandan ve zamandan münezzeh ol– duğuna, ilmi, kudreti, ve iradesiyle her şeye âlim, kadir ve irade sahibi ol­duğuna inanmaktır.
Cenabu hakkın sıfatı nefsiye, sıfatı zâtiye ve sıfatı subûtiyelerinin varlığına ve hiç birisinin zıddı ile vasıflanamıyacağına inanmaktır.
Meselâ : Vucud sıfatının zıddı, adem – yokluktur. Cenabu hakkın var­lığı hem ezeli ve hem ebedidir. Yokluk olmamıştır. Ve olmayacaktırda.
Keza, ilim sıfatının zıddı, cehildir. Cenabu hakkın iimi ezeli ve ebedidir. Aynı zamanda her şeyi muhittir.
Fakat tekvin sıfatına racî olan ihya-diriltmek, imâte-öldürmek, -tahlık-yaratmak ve terzik-rtztklandırmak igi sıfatı filiyeler zıddı ile vasıflanırlar.
Mesela : İhya – diriltmenin zıddı, imate-öldürmektir. Binaenaleyh ce­nabu hak böyle fili sıfatların zıddı ile vasıflanır.
Zâtı ilahi ve sıfatı ilahiler hakkında geniş malumat, akaid ve ilmi ke­lam kitaplarında zikredilmiştir. Ayrıca naçiz tarafımdan yazılan «İslamda evliya meselesi ve harikalar» adlı eserimizde bir nebze zikredilmiştir. Er­babı mütelaa oraları okur.
Cenâbu hakkın meleklerine îman; Melekler, cenabu hak ile peygam­berleri arasında bi rvasıta ve Allahın emirlerine muhalefet ve isyan etme­yen, daima cenabu hakkı tehlil, teşbihle zikreden nurâni, tatıf varlıklardır. Ve Allahın lutfu keremi ile muhtelif şekillere girmeye muktedirlerdir. On­larda erkeklik, dişilik yoktur. Nurdan yaratılmış varlıklardır.
Onların bazılarının isimlerini biliriz. Cebaril, azrail, israfil ve mikafil gi­bi, pek çokların isimlerinide bilememekteyiz.
Melekler, en kuvvetli varlıklardır. Zira onlardan dünyayı ve kürsü kapla yan arşı âlâyı hamil olan melekler vardır. Şu anda arşı alayt dört melek hamildir. Kıyamet kopacağı anda sekiz melek-in yükleneceği Kur’anı ke­rimde beyan edilmiştir.
Nitekim bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur.
«Melekler, semanın etrafındadırlar. O gün (kıyamet günü) rabbinin ar­şını sekiz melek Üstlerinde taşır.»                                     El hakka sûresi, 17
Melekler ve iblis hakkında daha geniş malumat, makasıd şerhinin ikinci cildinin ellibeşinci safyası İle, kaside-İ bürde şerhinin 124. sahifesin-de ve Berikanın birinci cildinin otuz yedince sahifesinde zikredilmiştir..
Allahüteâlanın kitaplarına inanmak, hem lafzı vehem manası ile bir­likte cenabu hak tarafından ceprail Aleyhisselam vasıtası ile gönderilen ki­taplarda, ilâhi emir ve nehileri, misal ve ibretli kıssaları havi, insanları doğru yola sevk eden Allahın kelâmı olduğuna inanmak ve mucibi ile amel et-mektirki, beşerin saadet yolunu en güzel şekilde beyan eden hükümleri camidirler.
Kitapların en sonu, bütün ilahi kitapların hükümlerini cami. beşerin inanacağı, hükümleri ile amel edeceği Peygamberlerin en sonu *oian bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aieyhivesellsrne vahyolunan Kur’anı kerimdir. Nasılki, beşerî kanunların sonradan çıkarı­lanları evvelki kanunları hükümsüz ve geçersiz sayarsa, ilahi kaınmfnrın en sonu olan k^abımız Kur’anı kerimde diğer kitapların hükümlerini nes hetmiş-kaldırmıştır. Amel edilecek tek ilâhi kitab ve kanun, Kur’anı kerimdir.
Diğer kitaplar, tahrif edilmiş, çeşidi! şekilde ilave ve uydurmalar ya­pılmıştır. Fakat Kur’onı kerimin bir harfi dühi değiştirilememiş vs kıyamete kadarda aynı şeklini muhafaza edecektir. Zira cenabu hak onu koruyaca­ğını vadetmiştir.
Kur’anı kerimde şöyle buyurulmuştur :
«Kur’anı biz indirdik, biz. Onun koruyucularıda şüphesizki, biziz.))Hıcr sûresi, 8
Diğer âyeti kerime meali :
«(Habibim) deki, andofsun insanlar ve cinniler Kur’anın benzerini (meydana) getirmeleri için bir araya toplansa (lar), bazıları diğer bazıları­na yardımcıda olsalar, yine onun benzerini getiremezler.
__ Şanıma and olsunki, biz bu Kur’anda İnsanlar için her   mânadan
nice türlüsünü   açıklamışızdır. İnsanlardan pek     çoğu ise, ille   kâfirlikte ayak dirediler.»                                                                       îsrâ sûresi 88-89
Allahüteâla tarafından gönderilen kitaplar, yüzdört (104) dür. Dördü büyük ve yüzüde suhuf ismini alan küçük kitaplardır.
Dörd büyük kitap, Tevrat, Musa aleyhisseiâma, zebur Davud aleyhis-selama, İncil İsâ aleyhisseiâma ve Kur’anı Kerim Peygamberlerin sonu olan Muhammed aleyhisseiâma nazil olmuştur.
Yüzsuhuf ise, on suhufu Adem aleyhisselâma, elli suhufu Şid aleyhis-selâma, otuz suhufu Idris aleyhisselâma ve on suhufuda İbrahim aleyhis­selâma nazil olmuştur.
Bu kitapların en efdalı, diğer kitapların hükümlerini nesheden en son kitap Kur’anı Kerimdir.
Peygamberlere inanmak ise, onların Allahın terbiyesi ile yetişmiş, yüksek ahlaka sahib, günahlardan masum, Allahüteâla tarafından gönde­rilen bütün hükümleri son gayretleri ile tebliğ eden mümtaz kimseler olduğuna inanmaktır.
Nesil ve sülale olarak en temiz nesebden gelerek yaratılışları ile in­sanlığa, irhasad ve mucizelerle ibretli hayat örnekleri göstermişlerdir, ve insanlığın yegane mürşid ve halaskarlarıdfrlar.
Peygamberlerin ilki, adem aleyhisselam, en sonuda bizim peygambe­rimiz Muhammed Aleyhisseiâmdır.
Kur’anı kerimde isimlen zikredilen 25 Peygamber vardır. Üç cdedinin-de Peygamber veya veli olduğunda ihtilaf edilmiştir. O ihtilaf edilenler, üzeyr, lokman, ve zülkarneyndir. Yirmi beşi ise, şunlardır; Adem, Idris Nuh, Hûd. Salih, Lut, İbrahim, İsmail, İshak, Yâkup, Yûsuf, Şuayb, Harun, Musa, Davud, Süleyman, Eyyub, Zülkifiİ, Yûnus, İlyas, Elyesa, Zekeriya, Isa, ve Muhammed sallallâhü aleyhi vesellem ecmeîndir.
Peygamberlere peygamberlik, kendi çalışmaları ile değil, cenabu hak­kın bağış ve lutfu keremi ile verilmiştir. İlmî terimle, peygamberlik, kesbî değil, vehbîdir.
Fakat mümini mütteki olan velilik mertebesi, kulun kazanç ve gayre­ti iledir.
Peygamberler, en doğru ve sadık, en akıllı ve zeki, emanete en ehil ve fayık. Allanın hükümlerini hakkı ile teblfğ eden ve günah işlemekten uzak olan en yüksek mertebe ve kemâle erişmiş faziletli kişilerdir.
Bu sebeble peygamberlerde zuhur eden mucizeler, hasmın burnunu sürçmek, peygamberlerin davasını ikame etmek için istek ve arzu dahi­linde zuhur eder. Yani cenabı hak lütfeder.
Velilerdeki keramet ise, bir iddia ve hasmı ilzam şekli olmadan kuiun haberi ve gayreti görülmeden iddiasız ve davasız kuldan zuhur eden fev­kalade haldir.
İnsanların önder ve mürşidi Rasulier (Peygamberler), Meleklerin Re­sullerinden efdaldır. Meleklerin Rasulleri ise, beşerin umumundan efdaf-dır. Ve beşerin umumu (avamı) da. Meleklerin umumundan (avamından) efdaldır.
Rasul ve peygamberlerden, peygamberlik soyulup alınmaz. Fakat veli­lerden velayet alınabilir. Bu sebeble nebiler masumdurlar, ve son nefesde imanla gidib mutlak ve muhakkak cennetliktirler. Veliler ise, mahfuzdurlar. Hıfzı emane layıklık devam ettikçe günahtan muhafaza edilirler. Şayet hıfzı ilahiyeye liyakati gaybederlerse, bu taktirde velilik alındığı gibi sapı­tıp mâsiyet ve günahlara dalabilir ve hntta son nefesinde delalet üzere gidebilirler.
Nitekim cüneydi bağdadiye sorulmuş, «Arifi biflah olan kimse (Allahı iyi biien veli kimse), zıina edermi?
Cüneydi bağdadi şu mealdaki âyeti kerimeyi okuyor :
«Allanın emri, muhakkak yerini bulan bir kaderdir.» Ahzab sûresi, 38 yâni, eğer veli olan kimse, yolunu sapıtır kötü yollara giderse, bu takdirde âdeti ilahi ve ilahi kaderin tecellisi, ile zina ve emsali kötülükleri kendisi hakkında mukadder olabilir.
Peygamberler erkek kimselerdir ve peygamberliğin şartı, erkek olma­sıdır. Köleden olmayib hür ve itimada layık her yönüyle mazbut kimseler­den olmuştur. Kadınlardan Peygamber gelmemiş ve olmamıştır.
Ahiret gününe inanmak; Ölülerin kabirlerinden bütün eczaları cem edildiği halde ruhlarının kendilerine tekrar iadesi ile hesab, kitap, mizan, sual ve cevabların yapılacağı mahşer yerine toplanılacak yerdir.
Ahiretin ilk durak yeri, kabirdir. Kabir âîemi, azablı olanlar, ahireîin diğer merhafeterindede felaketli olacaktır. Hatta cehennemin azabı, kabir­de başlayanların akibetide cehennem olacaktır.
Eğer kabir hayatı mes’ud ve iyi olursa, o kimselerde cennet bahcete- . rinde yaşamaya oradan başlayacaklardır.
Nitekim şöyle buyuruimuştur :
«Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçedir. Veya cehennem çukur­larından bir çukurdur.»
Ahirete ahiret denmesinin sebebi, dünya günlerinin en sonunda te-beyyün ettiğindendir. Zira ahvali berzah denilen kabir hayatının günleri, nin en sonu ve ahiret günlerinin ilkidir.
Veya yapılan amellerin hesabı, mizanı, suali, ceza ve mükafatları c güne tehir edildiği için «ahiret günü» denilmiştir.
Veyahut zamanla kayıtlı fani günleri olan dünya gibi değil, ebedi ve daimi günleri olup hayatın hic*tükenip kesilmeyeceğinden dolayı «ahiret» denmiştir.
Evet insan oğlunun dünyada bulunduğu hal ve amellerin neticesinin en âdilâne görüleceği yer, ahiret günüdür. Orada kadre uğrayan olmaz. Her fert layık olduğuna kavuşur, cennetlik cennete, cehennemlik ise ce­henneme girer. Orada yalan, iftira, rüşvet, iltimas, itibar, amca, dayı, mal . mülk, makam, mansıb fayda vermez. Ancak îman ve İmanın muhafızı ameli salih fayda verir.
Kur’anı kerimde şöyle buyuruimuştur :
«O gündeki ne mal fayda verir, nede oğullar, ancak Al la ha (Küfrü ni° îakdan tamamen) salim bir kalp ile imanla gelenler ola.» Şuara sûresi, 88-89
Ahiretin varlığı ve isbatı, ceşidli âyeti kerimelerde temsili olarak be-yon edilmiştir. Cümleden   bir kaçı şunlardır :
«(Habibim) deki : Onları ilk defa yaratan diniltecektir. Ve o, her yara­tılanı hakkı ile bilendir.»                                                               yasin sûresi, 7G
Diğer bir âyeti kerime meali :
«Bu gün (ahirette) herkez kazandığı ile cezalanacaktır. Bu gün zulüm yok elbette Allahüteâla hesabı çok çabuk görendir.» Mümin sûresi 1?
Diğer âyeti kerimelerdede şöyledir :
«Göktende bereketli bir yağmur indirib onunla bahçeler ve biçilecek ekinler bitirmekteyiz.»
— Birde tomurcuklan bir biri üzerine dizilmiş (göğe doğru)   uzayan hurma ağaçları..
— Bunlar, kullara nztk içindir. O yngmuriada (bitkileri kurumuş) öiü bir memlekete hayat vermekteyiz. İşte (öldükten sonra dirilip kabirlerden} çıkışta böyledir.» Kaf sûresi, 9-11
Bu âyeti kerimelerde belirtildiği üzere, öldükten sonra tekrar dirilmek, f’K yaratılışı düşünenisr İçin on!ayişia güçiîîh yoktur. Bir dûmia r/jc-~r»azanın, akıl ve zekânın nasıl yaratıldığını ve insan vücudundaki uzuvların
yerli yerince yaratılışlarını tefekkür etmek, ahireti yaratacağın   kudretine inanır ve teslim olur.
Zira direksiz desteksiz duran gök kubbeyi, güneşi, ayı ve yıldızları, yer yüzündeki koca koca dağları, denizleri, ağaç ve otların bitişini ve diğer var-iıkiarın yaratılışlarını basiretli bir gözle bakıp düşünen insan, elbette dünya hayatına kıyası fasid olan ve ebedi bir hayat tarzını yaratacğını beyan eden Halikı zülcelâlın kudret ve azametini idrak ederek, Ahiret âleminin her safha­sına seksiz ve şüphesiz inanır.
İnsan ve hayvanların ağızlarından yedikleri ve içtikleri şeylerin bir kıs­mının büyük abdest kanalına, bir kısmının idrar yoluna, bir kısmının süt ve sümük yollarına bir kısmınında kan damarlarına gitmesini düşünen her in­san, bu güzel ve modern sanat hünerlerini yapan ve arızasız bir şekilde bir birinin vazifesine engel vesaire olmadan, hayatı devam ettiren halik zulce-lâiın kudretine teslim olur ve böyle kudret ve hüner sahibinin ahiret ha­yatı hakkında beyan ettiği hükümlere seksiz ve şüphesiz inanır.
Hadisi şerifde «birde hayır ve şer» (tatlı acı, hangi çeşidi olursa olsun) kadere îman etmendir.» Cümlesinide bir kaç kelime ile açıklayalım.
Yani, bütün kainat ve mahlukat yaratılmazdan evvel hayır ve serden olacak olanı Allâhüîeâlo takdir etmiştir. Vasfi olarak takdir edilen şeyier, kazayı ilahinin tecellisi ile katiyyet kesbetmektedir.
İmamı azam «Fukhul ekber» adlı eserinde şöyle beyan etmiştir :
«Dünya ve ahiretteki her hangi bir şey, ancak Allahüteâlanın dilemesi, ilmi, kaza ve kaderi ve levhi mahfuza yazması iledir. Allahüteâlanın kazası, kaderi ve dilemesi keyfiyet ve benzeri olmayan ezeli sıfatlarındandır.»
Hayır ve şer herne olursa olsun her şey Allahüteâlanın takdiri ve yarat­ması iledir. Ancak hayır ve iyi olan şeyleri severek rızası ile yaratır. Şer ve kötü olan şeyleride sevmiyerek ve hoşnut olmadan yaratır. Bu hususlar âyeti kerimelerde şöyle buyurulmuştur :
«(Ey Habibim!) deki, hepsi   (iyi ve kötüyü yaratmak) Allahdandır.»Nisa sûresi, 78
«Sizi gökten ve yerden nzrklandıracak Adandan başka bir yaratan varmı?» Fâtır sûresi, 3
Rivayet olunduğuna göre; Hz. Ebû Bekir (R.A) ile Hz. Ömer (R.Â.J, kader mes’elesi hakkında münazara ediyorlar.
— Ebû Bekir (R.A.); İyilikler Allahüteâladan, kötülükler kendi nefsi­mizden diyor.
— Hz. Ömer (R.A.) iyilikler ve kötülükler hepsi Allâhü teâladandır, diyor.
— Bunun üzerine her ikiside mes’eleyi Resûluilah (S.A.V.) efendimize zikrediyorlar.
__Resûluilah (S.A.V) de; Mahlukatın hepsinden evvel kader hakkında münazara yapanlar Cebrail ile Mikail olmuşlardır.
__ Ey Ömer! Cebrail senin sözün gibi söylüyordu.
__ Ey Ebabekir!   Mikâilde senin yozun gibi söylüyordu,   buyuruyor;
__ Binaenaleyh her ikisi israfil (A.S.) i hakem tayin ettiler. İsrafil (A.S.) de;
__ Kader, hayır ve şerrin hepsi Allahdan demektir, diyerek her ikisinin arasında hüküm verdi.
— Bundan sonra   Peygamber (S.A.V.) şöyle   buyurdu :
— Her ikinizin arasında benim hükmümde böylecedir.
— Sonra Resûluilah (S.A.V) buyurduki;
— Ey Ebabekir! Eğer Allahüteâla isyan yapıtmamasım murad etseydi, iblisi yaratmazdı.»                               Fıkhül ekber şerhi ebil müntehâ, 4
Hz. Ali (R.A.) demiştirki : «Kaza ve kaderıin sırrı, ancak ahirette zahir olur,»
İmamı Rağıb (R.A) de kader ve kaza hakkında şöyle demiştir : «Kader, takdirdir. Kaza ise, tafsildir. Kader, elbise giymek için hazırla­nan şey gibidir. Kaza ise, elbisenin kendisi menzjlindedir.»
Bazt ariflerde şöyle dediler :
«Kader, nakışçının nakşedeceği şeyin suretini zihninde tasvir ve tak­dir etmesi gibidir.
— Kaza ise, nakışçının zihnindeki tasarısının suretini açık bir şekilde talebe ve çırak için çizib ortaya koyması ve talebeninde ustasının çizdiği resmi ona tabi olarak ortaya koyması gibidirki, bu kazanın şekli irade ve ihtiyarla kazanmaktır.
— Keza bir kulda kendi ihtiyari ile kazandığı şeylerde Allâhüteâlanın kader ve kazasından harice çıkması imkansızdır. Ancak takdir edilen kat-i olmayıb vasfi olmakla kul, kaza ve kader arasında müterettidtir.
— Ehli sünnet velcemaat itikatı şudur : Hayır ve serden olan kulun bü­tün işleri, Aîlahüteâlanın dileyerek yaratması iledir. Kul, kendi iradesi ile kazama, Allahüteâlada hayır olursa,     rızası ile severek   yaratır. fİSer-olursa, rızası olmadan ve sevmiyerek yaratır.» [48]
Kaza ve kader hakkında geniş malumat akaid kitaplarında zikredilmiş­tir
Ayrıca kaza ve kadere karşı kulun nasıl davranması gerektiğine dair uzun hükümler ve hadîsi şerifler ilerde gelecektir. Bir hadîsi kudsi de buyu­rulmuştur :
«Bir kimse, benden gelen kazaya razı olmaz ve benden gelen belâya sabretmezse, benden başka bir rab tanısın.»
Selefden bâzı büyükler demişlerdir :
«Kazaya rıza göstermenin en güzeli, şikâyet olarak bugün pek sıcak veya pek soğuk, kelimesini söylememektir.»                 Ayrul İlim, 230, Cilt – 2
Hak teâladan gelen kaza, belâ ve kaderi ilâhinin tecellisine göğüs gere­rek boyun eğmek, imanın kemâlındandır.
Cibril hadisi şerifindeki şu «İhsan; Allahüteâlayı sanki görüyormuş gibi ibadet etmendir, Zira sen onu görmüyorsan o seni görüyor.» Cümlesi hak­kında bir kaç hükmü arz edelim.
İhsan, iyilik, itaat, ibâdet, şefkat, merhamet, ihlas, güzel ahlak ve amel manalarına gelmektedir.
Ailahüteâlayı görürcesine ibadet yapmak demek, riya ve sum’adan salim ilılasla Allaha ibâdet et, başkalarını şerik koşma, ibadet ve itaatin ese­ri görülecek şekilde kulluk yap.
İbâdet ve taatın semeresi olan, haramlardan ve kötü olan şeylerden kaçınarak helal ve güzel olan şeyleri severek yapmayı kendine şiar edin. AÜahdan kork, olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Dilin kalbine ve kalbinde diline göre olsun. İçin başka dışın başka olmasın. Yani, özün sö­züne ve sözün özüne uygun olsun.
İbadet ve taatın Allanın rızasına uygun olsun. Niyetini halis yap, iba­detten maksat halikı zulcelâlın rızasını tahsil edip kendine yaklaşmak, sev­gisini kazanarak eennet ve cemaline nail olmaktır.
Cenabu hak Resulüne şöyle buyurmuştur :
«(Habibim!) Sana ölüm gelinceye kadar rabbine ibadet et.» Hicr sûresi, 99
İbâdetin üç mertebesi vardır;

  1. I) İbadet, Allanın azab ve ikabından korkulub sevab ve mükafatına rağ­bet edildiğinden yapılır. İbadet denince esas bu mertebe kasdedilmiş olur. Bu mertebe, «İlme! yekin» mertebesine erişenler içindir.

2) Yahut ibadet, aşk ve şevkle Allaha ibadet edilir. Ve eenabı hakkın bir çok tekliflerini kabul ederek yapılırki, buna hakkın buyruğuna boyun eğ­mek manasını ifade eden «ubûdiyyet» ismi verilir. Bu mertebede «Aynel yakin »mertebesine erişenler   içindir.
3) Yahut cenbu hakk Üah olduğundan kendiside bir kul olarak ibadet yapmaktırki, ilâhiyeti kabul etmek, ubudiyyeti icab eder ve bunada «ubû-det» ismi verilir. Buda «hakka! yakın» mertebesine erişenler içindir.
Ihlasla ibadetin şekil ve mertebeleri yukardaki minval üzeredir. Bu mer­tebelerin dışında kalan ve şirk ismini alan küfürlerde çeşidlere ayrılmıştır.
Şirk : Allahdan başkasından zarar veya menfaat olduğunu görmek ve Aliahdan başka tapılmaya layık bir zatı veya sıfatı veya fiili olan varlık ta­nımaktır.
Bu tarifi en bariz şekilde açıklayan bir âyeti kerime meali şöyledir : «Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa onu Allahdan başka hiç bir aîderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zamanda onun fazlı ke­remini geri çevirecek hiç bir kuvvet yoktur. O, fazlıkeremini kullarından di­lediğine nasib eder. O çok yarılğayıcı ve çok esirgeyicidir.» Yunus sûresi, 107
Diğer âyeti kerime meali :
«Gözünü aç, halis din Altahındır. Onu bırakıpda kendilerine bir takım dostlar (mabutlar, putlar) edinenler (derlerki;) biz bunlara ancak bizi Aflaha daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz..» Zümer sûresi, 3
Putlarla putperesler Ahirette şöyle karşılaşacaklar :
«Allaha eş tutanlar, ortaklan (olan putları) nı görünce, ey rabbimiz! bun­lar seni bırakıp tcpmakda olduğumuz ortaklarımızdır, diyecekler. Bunlar (putlar) da onEarın suratlarına şu sözü fırlatacaklardır : Siz hiç şüphe yok-ki, katiyyen yalancılarsınız.» Nahıl sûresi, 86
İbadet ile ubudiyetin açıklamasını yaparsak hadisi şerifdeki ibadet me­selesini daha iyi anlama imkanı hasıl olur.
İbâdet : Cenabu hakkın razi olacağı şeyi işlemektir.
Ubudiyet : Allahüteâlanın işlediği şeye razi olmaktır.
Binaenaleyh rıza amelin fevkındedir. Zira rızayı terk eden kafir olur. Ameli terk eden ise, fasık olur. İşte bu sebebden ahirette ibadet sakıt oiur. Ubûdiyyet ise, hem dünyada ve hem ahirette sakıt olmaz.
Yani, namaz, abdest, oruç, zekat, hac ve emsali ibâdetler ohirette yok­tur. Fakat ubûdiyyet – Kulluk ahirettede devam edecektir. İslamın şartlarım işlemek yoktur, İmanın şartlan ise, ahirettede devam edecektir. Halik yine haliktır, kul yine kuldur.
Allahüteâla, bizatihi dünyada görüle bilir isede, vaki olmamıştır. Dünya­da uyanık halde veya rüyada zatının görülmesi hakkında muhtelif görüşler olmuştur. Peygamberimizin mîracda baş gözü ile cenabu hakkı gördüğünde ihtilaf edilmiştir. Rüyalardaki cenabu hakkı görme meselesi ise, nuru ila­hinin tecellisidir. Ayrıca İbrahim Aleyhisselâmın ve bizim Peygamberimizin Bizatihî gördüğü veya nuru ilahinin tecelli ettiği de beyan edilmiştir. Dün­yada cenabu hakkın zatının görülmediğini beyan eden ilâhî hükümden bir tanesi şu âyeti kerime mealidir :
«Vaktaki Musa (ibâdet için) tayin ettiğimiz vakıtta geldi, rabbjsi ona ilahi sözünü söyledi. (Musa) dediki. Rabbim! cemalini göster bana, (ne olur) seni göreyim. Bak eğer o (dağ), yerinde durabıilirse sende beni görür­sün. Derken rabbisi (Rabbisinin nuru) o dağa tecelli edince onu (dağı) pa­ram parça ediverdi. Mûsâda baygın yere düştü. Ayılınca dekiki, seni tenzih ederim. Tevbe ettim, sana ben iman edenlerin ilkiyim.» Araf sûresi, 143
Musa Aleyhisselam cenâbu hakkın dünyada görülemiyeceğini bildi­ği halde kendisini kaplayan, taşan ve coşan envarı ilâhiye ile istiğrak deryasına dalarak büyle söyledi. O ilâhi kelâmı işidince adetâ kendinin dünyada olduğunu unutmuş bir nevi ahiret ve cennet hayatına kavuştuğu­nu zannetmişti.
Ailahüteâla mevcud olması hasebiyle her mevcut görüldüğü gibi, Aila-hüteâlanın görülmeside caizdir. Caiz ve mümkün olduğu için Musa Aleyhis­selam görme talebinde bulunmuş. Allâhüteâlada dağa bakmasını eğer dağ yerinde durursa görebiieceğini beyan etmeside, zatı ilahinin görülmesinin mümkinatîan olduğunu beyandır.
Eğer dünyada zatı ilahiyi görmek mümkinattan olmayıb mümteniat-tan olsaydı, Musa Aleyhisselam talep etmezdi. Zira abesle iştigal etmiş olur ve cahillik yapmış olurdu. Cenabu hakda dağın yerinde durması ha­linde görürsün, buyurmaz, kesin bir ifade ile görmenin mümkin olmayaca­ğını beyan ederdi.
Ahirette ise, mekandan münezzeh cihetsiz ve zamansız olarak bizzat cenabu hak baş göz ile görülecektir. Cenâbu hakkın cemalini müşâhe eden her ferd, onun zevk ve aşkından diğer nimetlerin hepsini unutacak­tır.
Ahirette cemali ilahinin görüleceğini nâtık ilâhi delil meali şöyledir: «Nice yüzler vartiirki, o gün (Kıyamette) güzelliği ile parıldar. (O yüz­ler) Rablerine bakacaktır.» Kıyâme sûresi, 22-23
Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizde şöyle buyurmuş­tur ;
«Muhakkak siz ayı on dördünde gördüğünüzde, ay görmenizdeki Kat’-iyyet gibi Allohü teâlayıda gelecekte (cennette) göreceksiniz.»
Dünyada fâni alem için yaratılan gözler, baki olan halikı zülcelali biz­zat görmeğe kadir olmayacağı aşikardır. Fakat ebedî ve daimi hayat mer­kezi olan ahirette ise, baki ve ebedi oln halikı zülcelalm zâtını bizzat göre­cektir, Ancak hakikatini yine anlayamıyacak ve idrak edemiyecektir
Nitekim kaside-i nûniyede şöyle denilmiştir :
«Hak teâla Hazretlerinin zâti ilahisi bu alemde (dünyada) asla fehmü idrâk edilmiş değildir.
— İlmi kelam Alimlerinin bu hususa dâir ittifakları olup ancak tered-tütleıi, Allahüteâlanın görüleceği vâki olacak olan cennette hakikati ilâhi-yenin müminlere malum olup olmayacağında vuku bulmuştur.»
İmamı azam Hz. leride «Fıkhul ekber» adlı eserinde şöyle demiştir : «Allahüteâlayı, kitabı ilahisinde sıfat ve isimlerinin hepsimi beyan edip vasıflandırdığı gibi hakkı İle biliriz.»
Zâti ilâhi hakkında bir nebze İzahat, «İslamda EvMya Meselesi ve Ha­rikalar» adlı eserimizde mezkûrdur. Ayrıca Âkâid kitaplarında uzun uzun îzâh edilmiştir.
Hülasa-i kelam, ibadet yaparken Allahın zâtını görür gibi ibadet yap­mak gerekir. Her ne kadar bizatihi göremez isede, halikı zülcelal elbet gö­rüyor. Bu sebeble ibadete şirki hafi olan riyayı karıştırmadan ihlasia hak­kın divanına durmak gerekir. Böyle ibadet, sahibine faide verir.
Cibril hadisinde kıyametin ne zaman kopacağı sorulunca Resulü Ek­rem sallallâhü aleyhi vesellemın cevabı, «Bundan sorulanın bilgisi, soran­dan ziyâde değildir.» buyuruyor.
Yani, soran cebrail aleyhisseiamın bilgisi, Resûİüllâhın bilgisinden faz­la olması gerekir. Zira cebrail Aleyhisselam cenabu hakdan neyi alır getirir peygambere haber verirse, Resûlüllah onu bilir. Böyle olunca kıyametin ne zaman kopacağını cebrail Aleyhisseiamın daha evvel ve daha âlâ bilmesi lazımdır. Halbuki soran esas bilecek olan olunca, Resûlülîahda bu hususda bilgisinin olmadığını beyan ediyor.
Hcdisi şerifin bu cümlelerinede de pek çok hakikat ve hikmetler mev­cuttur. En bariz ve açık olanı, kıyametin ne zaman kopacağını   Allahdan başka kimsenin bilmediği, ancak Allahüteâlanın bildiğidir. Bu gerçek Kur’anı kerimde şöyle beyan edilmiştir : «O Saatin (kıyametin) ilmi, şüphesizki Alîahtn nezdindedir.» Binâenaleyh bir kimse, kıyametin kopacağı zamandan haber verirse. Peygamberin «bilmiyorum» dediği ve Hz. Allahında onun ilminin kendinde olduğunu beyan ettiği hükmün hilafını iddia etmekle küfrünü ^lân etmiş olur.
Hadisi şerifdeki ikinci bir hikmette, insanın bilmediğini «bilmiyorum» demesi gerektiği ve böyle hareket etmenin üstün mezyetlerden olduğudur. Zira Resûİüllâhın ahlakını yaşamak elbet en güzel amellerden olur. Ömer bin ElHattab (R.8) den mervîdir, demiştirki : Resûlüllah (S.A.V) den mekan ve yerin hayırlısı ve şerlisi neresidir? di­ye sordum.
Resûlüllah (S.A.V) «Bilmiyorum» buyurdu. Cebrail (A.S) de sordu. Re­sûlüllah (S.A.V) önada; «bilmiyorum» dedi ve Cebrail (A.S) e dediki, «Rab-bine sor.»
Cebraiî   (A.S.) de Rabbisine sordu, sonrada şöyle dedi :
«Mekan ve yerlerin en hayırlısı, mescidlerdir. Mekan ve   yerlerin en Şerliside çarşı ve sokaklardır.» [49]
Yukardaki acaib hükmün cerayan ve vakıasına bakıldığında, sorulan blr şeye bilinirse cevab vermeyi, bilinmez ise, bilmiyorum demeyi şiar edinmek en güzel ahlak ve en doğru hareket oluyor.
Zira Ailahın terbiyesi ile yetişen ve vahyi ilahi ile ulûmu evvelin ve ahi­rini bilen bir peygamber sorulanı bilmediği zaman, «bilmiyorum» diyor.
İnsanlığın fazilet temsilcisi, yegane mürşidi hakikisi peygamberimizin her ümmeti de aynı sıfat ve ahlakı taşımaları en güzel kemal vasıfların-dandir.
Bir hadisi şerifde Peygamberimiz şöyle buyurmuştur : «Bir kimse, ben alimim (bilginim) derse, işte o kimse câhildir.» Bilmediğini   «bilmiyorum»   demenin     fazilet   ve   kıymeti     hakkında geniş malumat, «İslama sokulan bid’at ve hurafeler.» ile «islamda   evliya meselesi ve harikalar» ADLI ESERİMİZDE ARZ EDİLMİŞTİR.
Ayrıca tercümesini yaptığımız bu eserin bir az ilerisinde gerekli hü­kümler1 gelecektir.
Hadisi şerifde üçüncü bir hususda, gaybı ancak ve ancak Allahüteâla-nin bileceği beyan edilmektedir.
Pek çok âyeti kerimelerden bir tanesinin manası şöyledir : «(Habibim) deki, göklerde ve yerde olan gaybı, Allahdan başka kimse bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerimde bilmezler.»     Nemi sûresi, 65
Gaybın ilmi Allaha mahsustur. Allahdan başka kİmseEerin gaybı bil­mediğini veya bileceklerini İddia etmeleri, yukardaki âyeti kerimeyi ve da­ha bir çok âyet hükümlerini inkar etmek olur. Binaenaleyh âyeti kerime hü­kümlerini inkar eden kimseler, din ve imandan çıkar küfre sapar. Cenabu hak istisnaî hükümlerin dışında gaybı bilirim iddiasında bulunmaktan veya öyle iddiada bulunanlara inanmakdan muhafaza buyursun.
Daha geniş malumat, «İslama sokulan Bid’at ve hurafeler» adlı eseri­mizde zikredilmiştir.
Kıyametin ne zaman kopacağını bilmediğini beyan eden “Resûlüllah Sallallahü aleyhi vesellem, kıyamet alametlerini soran Cebraif (A.S) a şöy­le haber vermiştir :
«Mülk olarak elde edilen cariye kadının, kendi sahibini doğurması ve yahn ayak, sırtı çıplak fakir çobanların hangimizin yaptığı bina daha yük­sektir? diyerek (servet ve samanca) yarış yapdıklarını görmendir.»
Cibril hadisinin bu son cümlesi çok enterâsan ve âcaibdir. Zira Resul-lahllak salallahü aleyhi veseliem efendimizin haber verdiği bu alametler daha evvel görüldüğü gibi bu gün daha aşikar bir şekilde görülmektedir.
Cariye kadının kendi sahip ve ağasını doğurması halinin görünüşü şöy­ledir;

  1. a) Cariyenin sahibini doğurması demek, müslümanîann galebe çalıp kafir memleketlerini istila edip esir aldıkları kadınları cariye olarak döşe­ğe alacaklar, âğa ve efendisinden doğan kendi çocukları kendilerine sahib ve ağa olacaklar, demektirki, bu hal hemen islamın ilk zamanlarında baş­lamış son zirvesine varıncaya kadar yaşanmıştır.
  2. b) Diğer bir hususda «cariyenin sahibini doğurması» demek, cariyeler çoğalacak ve elden ele satılacak nihayet Allah muhafaza bilmeyerek oğlu anasını cariye olarak satın alıp cinsi münasebette bulunacak derecede in­sanların ahlakları bozulacaktır. Bu halde görülmüştür.
  3. c) Başka bir görünüş ve yaşantıda cariyelerin doğurdukları çocuklar, zamanla büyüyüb kemâle erişince kölelikten melik ve sultan mertebesine yükselib anasının ve diğer ağalarının ağası ve amiri sıfatına erişirler de­mektirki, bu halde islamın ilk zamanlarında hemen görülmeye başlamıştır.
  4. d) Diğer bir anlayışda «cariyenin sahibini doğurması» demek, evlatla­rın ana ve babaların haklarına riayet etmeyib zulüm ve isyanla onlara bir ağanın câriye ve kölesine yaptığı hizmet ettirme muamelesini,   evlatların ana ve babalarına yapacaklarını beyandırki, bu halde hemen asrı saadetde görülmeye başlamış ve hâlada görülmektedir.

Hdisi şerifin bu cümlesindeki az ve özlü mucizevî yaşantılar gayet açık bir şekilde görülmüş ve halada görülmektedir.
Cibril hadisinde, «yalın ayak sırtı çıplak, fakir çobanların, hangimizin yaptığı bina daha yüksektir?» diyerek bir birlerine karşı servet yarışlarına gelince, buda bazı şekil ve hallerde görülmüştür ve halada görülmektedirki
şöyle ;

  1. a) Hadisi şerifin bu cümlesinden anlaşılmıştaki, fakir insanlar servet zenginliğine ulaşacaklardır. Bu halde daha evvel görüldüğü gibi, günümüz­de de pek çok fakir kimseler az zamanda serveti samana kavuşmaktadır­lar. O halde ki dün çoban, çırak, ve işçi olan kimse birde bakıyorsun servet sahibi olmuş, bir birleri arasında servet yarışı yapmaktadırlar.
  2. b) Bir diğer hususda dün köyde kentde fakirlikten bîzar oian çoban ve çıraklar şehir merkezlerine gelib yüksek yühksek binaları yaparak oralar­da sakin olurlar demektirki, daha evvel görülen bu halde bu gün   gayet açık ve seçik bir şekilde görülmektedir.

Fakirlikten bîkee, çok muhtaç ve aciz kimseler, avrupaya işçi olarak gidiyor. Kısa zamanda mâlî imkan sağlıyor. O elde ettiği mâlî imkanlarla kaza veya şehir merkezinde bazı mülkler alıyorlar veya yüksek yüksek kat­lar yaptırıyorlar. Ve bir birleriyle iddialaşanlar oluyor.
İşte bu halin görünüşü, asırlarca evvel kıyamet alameti olarak böyle şeylerin görüleceğini haber veren Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimizin mucizesinin tezahürüdür.

  1. c) Hadisi şerifde anlaşılan diğer bir hususda, âhir zamanda zelil, ha­kir ve ahlaksız kimselerin galebe çalıp, şerefli ve ahlaklı kimselerin hakir ve rezil bir hale düşmesidirki, bu halde bu gün aynen görülüyor. Zira içki-

ci, kumarcı, zinacı, yalancı, binamaz, rüşvetçi ve her türlü ahlaksızlığı iş­leyenler, yüksek mevkilerde söz sahibi sayılıp görülmekteler, iyi ve ahlâklı kişilerde horlanmakda hakir ve zelil gösterilmeye çalışılmaktadır.
Yani zulüm, fosıklık ve cahillik galebe çalıp iman ve güzel ahlak ya­şantısı ezilmek ve yok edilmek için gayretlerin görüleceğine işarettir.
Hadisi şerifde anlaşılan diğer bir hususda,

  1. d) Mal mülk sevdası, yüksek binaların yapımı ve bir birleriyle servet yarışına girişmekle fani dünyaya meylü mahabbet edip ebedi hayat merke­zi olan ahireti ve oradaki yüksek mertebe ve menzilleri, cennst ve cehenne mi unutma hâlinin görüleceğine işârettirki, aynı hal görülmektedir.
  2. e) Hadisi şerifde anlaşılan hükümlerden biriside fakir iken zenginle-şince insanların ekserisi azgın ve çapkınlaşacaktır. Bu sebeblede kibirle­nip böbürlenip nankörleşecekler. Günümüzde görülenler gibi. İşte böyle kimseler içinde bulunan insanlar, nimeti hazm eder azgınlık yapmazlarsa en güzel kimselerdir.

Burada münasebete binaen kıyamet alâmetleri ile ilgili bir kaç hüküm arz edelim.
Akaid kitaplarında zikredilen hadisi şerif hükümlerinden alâmeti küp-ra şunlardır :
«Deccelın, Dâbbetül arzın ve yecüc mecücün çıkması, İsâ Aleyhisselâ-mın semâdan yer yüzüne inmesi ve güneşin batıdan doğması.»
Bu gibi hallerin zuhuru, kıyametin yaklaştığına delalet eden büvük alâ metlerdir.
Büyük alâmetlerden evvel zuhur eden ve edecek olan küçük alâmet-lerdende bir nebze nakledelim.
Buharı, müslim ve tirmizinin sünenlerinde nakledilen Enes bin Mâlik (R.A* in rivayeti ile Resûlüllah (S.A.V) efendimiz şöyle buyurmuştur : «Kıyamet afâmetterindendir :
— İlmin kalkması ve cehlin yayılıp çoğalması, zinanın şuyû bulması, şarabın (mubah gibi} İçilmesi, erkeklerin yok hale gelip kadınların çoğalma­sı. O haldeki bir erkek el’i kadının idare ve ikâmesine Mâlik olur.»[50]
Resûlüllahdan rivayet olunan bir hadisi şerifde kıyametin   küçük alâ­metleri şöyle sıralanmıştır : «Kıyamet alâmetlerindendir;
— Mescidlerin çoğalması, cemaatların azalması, binaların yükselmesi» faizin yenmesi, kıybetin çoğalması, mâruf ve iyi olanların terk edilmesi,
— Şerlilerin idareci ve âmir elmaları, kadınların binitlere binmeleri, Er­keklerin kadınlara ve kadınlarında erkeklere kendilerini benzetmeleri, er keklerin erkeklerle meşkul olmaları (livata yapmaları).
__ Azgın zalimlerin çoğalması, kabirlerin kireçlenib üstüne binalar ya­pılması, fâsık kimsenin şerefli ve itibarlı olup ihlaslı müminin zaif ve hakir qörüîmesi, hükmün satılması, insan kanlarının (sanki mubahmtş gibi) akıtıl­ması.
— Akraba haklarına riayetin kesilmesi, kur’anın kazanç kitabı ve çal­gılı zevklenme kitabı hâline getirilmesi, adamın babasını inkâr etmesi, in­sanların kur’anın nasîhatları ile mütteız olmamaları, cenâbu hakdan utan­mamaları, cehennemden korkma hâlinin görülmemesi, şeytan-i leinin insan­lara musallat olup onlara Idilâhe illallah kelimei tevhidinden dünyayı daha sevimM göstermesi (işte bunlar kıyamet alâmetlerindendir.)»[51]
Diğer bir hadîsi şerifte resülüllah (S.A.V) efendimiz şöyle buyurmuşlar­dır :
«Eğer dünya mahabbetine dalan insanlar, sizin haramlardan kaçınıp ibâdetle meşgul olduğunuzu görseler, bu adamlar delidirler, derler.
— Sizde onlarla otursanız, bu adamlar Allanın azabı ilâhisine inana­mamışlar, dersiniz.»[52]
Yukarda zikri geçen Cibril hadîsinin kıyamet” alâmetlerini beyan eden cümlelerle en son hadîsi şeriflerdeki hükümleri, mübarek peygamberimiz sanki cenabu hakkın lutfu keremiyle ifâhi televizyon ekranında seyri âlem etmiş, ondan sonra dünyanın son günlerinde olacakları, ilâhi televizyon ve manevî şeritlerden görüb okuduklarını bir bir haber vermiştir.
Burada «televizyon» kelimesi geçtiği için bir cümlei mûtarıza arzetmek isteriz. Günümüzde beşerî dehâ ile İcat edilen televizyonun durumu hak­kında bir nebze düşünelim. Allâhü teâlanın kudret ve kuvveti ile insan oğlu­na vermiş olduğu akıl ve zekâ sayesinde yebyeni bir alet bulunuyor, fa­kat bu âlet san’at, teknik, tarihî gerçekleri açıklama, hadise ve olayları can­lı ve açık bir şekilde vermeyi, ilim tâlimi, insan oğlunun ahlak ve terbiyesi­ni haya ve edebi ile yaşamasını sağlayacak canlı ve temsîli olaylar ve ha­diseler göstererek en güzel hizmet aracı ve âleti olması gerekirken, maale­sef az zamanda yukardakilerin bâzılarına yer verilirken islâmın haram kıldı-dığı gayri ahlâkî ve şehevâni görüntü ve yaşantıları aksedib gösterdiği için, çok ve çok kötüye kullanılan bir alet şeklinde çalışmakta, çalıştırılmaktadır.
İşte bu sebebden dolayı televizyon hakkında soranların kendilerine so­ruyoruz?
Dans yapmak, içki âlemi yaparak maskarahkda bulunmak. Deveyi oy­natacak havalan çalmak, Reklam pahanesi ile bir kadının koca baldırının sonuna kadar çorap çekerek teşhirde bulunması, gibi halleri şuurlu ve kâ-ro” bir îmanla düşün, ondan sonra kendine cevâbını kendin ver. İmanın neder acobâ…!?
Büyük baban ve annen, çocuğun ahlakı bozulacak diye müstehcen filim, tiyatro ve kötülüklerin yapıldığı veya görüldüğü yerlere evlatlarını gönder­mezdi, ozamanki çocuklarda büyüklerine saygılı, küçüklerinede sevgili idi­ler. Ya şimdi, bir oğlan pahanesi İle veya başka pahane ile baba ve dede­lerimizin sakındıkları veya sakındırdıkları o müstehcenin müstehceni acâ-ib programı ile gösteren genç oğlan ve kızların ve hatta yaşlıların dahi ah­lâkını, haya ve edebini, saygısızlığını artıran fenalıkları artık çekinmeden evlerde vesâir yerlerde cümbül cemaat halinde işleyenler, aceba soy ve saplarına rahmetmi okuyorlar?.. Gidip mezarın başında fatiha okumak yeri­ne saz çalıp ziyaret eden zavallı fasıkiarla bunların arasındaki fark ne dere­cedir? acaba..
Bir alet ve edevatki, hayra hizmet eder ve onunla hayır kazanıhrsa, elbet çok ve çok iyidir. Şayet herhanki bir âlette şer öğretir ve şerre âlet olursa, elbette o alet şer olur ve sonu dünya ahiret felâket olur.
Peygamber (S.A.V) efendimiz bir hadîsi şeriflerinde şöyle buyurmuştur: «Hayra delâlet eden, hayrı işleyici gibidir.» Ahmed bin Hanbeî Şu halde elimizdeki âlet ve edevatların daha çok hayra delâieî etme­si, gönlümüze rahatlık verebilir. Mevcut âletlerinde aynı hal üzere olmasını diler, müslüman kardeşlerimize isabetli düşünce ve inançlara sahib olma­sını yüce mevladan niyaz ederiz.
Evet yukarda kıyamet clametleri ile-ilgili hadîsi nebevilerin hükümle­rini görüb yaşadıkça, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimizin mucizelerini müşâhade ediyor, sâdık ve mâerı,.. oln” peygamberimizin sa­dakatini mucizelerle tescil ve tasdik etmiş oluyoruz.
Dînin ve inanan mümini kâmilin garib olup, şerü ve ıâsık kimselerin de şerefli olduğu, hak hukuk tanınmadığı, Allah korkusunun, Peygamber sev­gisinin yok hale geldiği, bâtılın savunulup hakkın ayıplandığı bir zamanda dînine sarılıp hakkın emirlerini yerine getirib yasak ettiklerinden kaçınan. Resulün sünnetine sarılan insanlar, elbet hak teâlanın yanında zamanın en şerefli ve en faziletli kimseleridirler. Ahirette de büyük ecre nail olacak­lardır.
Peygamberimiz (S.A.V) efendimiz bir hadîsi şeriflerinde şöyle buyur muştur :                             .
«Ümmetimin fesâd olduğu zaman, benim sünnetime sarılan kimseye cephede Allah yolunda şehid olan yüz (100) şehidin ecri vardır.»[53]
 

Tercümesi :

 
3 – (2) Ebû Hüreyre (R.A) muhtelif lafızlarla rivayet etmiştir. Ve bu
rivayetinde şöyledir.
«Yalın ayak, sırtı çıplak hakkı kabul etmekten sağır, hakkı söylemekde dilsiz ve (zâlimler) yer yüzünde hükümdar olduklarını gördüğün vakitteki (haller kıyamet alametidir).
— Beş ğaybı Alfahdan başka kıimse bilmez, dedi ve şu meâldaki âyeti keriymeyi okudu :
— «O saatin (kıyametin) ilmi, şübhesizki, Allanın indindedir.
__Yağmuru (mukadder olan vakitte ve mahalde) O (Allahüteâla) indirir.
— Rahimlerde olanı (Rahimlerdeki çocukların durumlarını) O bilir.
— Hiç bir kimse, yarın (hayır ve serden, kâr ve zarardan) ne kazana­cağını bilmez.
— Hiç bir kimse, hangi yerde öleceğini bilmez.
— Şüphesiz Allah (C.C.) her şeyi bilendir. Her şeyden haberdardır.»
Buhârî, Müslim (Bu hadisi Şerifin manasını, Ebû Dâvud ve Nesaî de zikretmişlerdir.) [54]
 

İzahat

 
Ravİ Hz. Ebû hüreyre kimdir?
Hureyre, hirrenin ismi tasgiridir. Hirre kedi’manasınadır. Ebî hüreyre-kedicik babası demektir.
İsmi ve nesebi hakkında insanlar ihtilaf etmişlerdir. Söylenenlerin en meşhuru, cahiliyet devrinde ismi Abduşşems veya Abdu Amr idi. Müslü­man olduktan sonraki ismi ise, Abdultah veya Abdurrahmandır. Ve kendisi devs kabilesine mensubtur.
Hakim Ebû Ahmet demiştirki, bizim nazarımızda Ebû Hüreyrenin ismi hakkında en sahih olanı Abdurrahman bin sahrdir. Bu ismine Ebû Hureyre künyesi galip gelmiştir. Sanki bu künye söylenerek bir nevi başka ismi yok gibi olmuştur.
Ebû Hüreyre Hayber kalesinin fethedildiği sene müslüman oldu ve bun­dan sonraki bütün muharebe ve sefeirerde Resûlüllahla beraber bulunmuş tu.
Müslüman olduktan sonra karın tokluğuna razı olarak ilim tahsil et­mek ve hadisi şerif ezberlemek hayatına devam etmişti.
Buhari şerif sahibinin beyanına göre, Ebû hureyre (R.A) den sekseni (80) mütecaviz sahabe ve tabiin hadîs rivayet etmişlerdir.
Hadisi şerif rivayet edenlerden, ibni Abbas, İbni Ömer, Câbir ve Enes (R.A) de vardır.
Ebû Hüreyre lakabının konmasına sebeb, Ebî hüreyre diyorki :
«Günlerden bir gün benim koltuğum altında (yenimin içinde) bir kedi var idi. Resûltüllah (S.A.V) beni gördü ve buyurdu :
«Bu nedir?»
— Hemen bende kedidir, dedim.
— Bunun üzerine Resulüllah (S.A.V.) :
«Sende kedi babası ol» Manasına gelen «ya Ebû Hureyre» buyurdu. Ebî hüreyre hazretleride bu isimle çağırılıp söylenmesini bu sebebden çok severdi.
Bu lakabla lakablanmasının başka sebeblerinide rivayet edenler ol­muştur. Fakat en isabetli rivayet yukardakidir.
Rivayet ettiği hadisi şerif adedi, beşbin üçyüz atmışdört (5364) öür.
Sahih olan rivayete göre, yetmiş sekiz yaşında hicretin elli dokuzun (59) cu senesinde medine-i münevverede vefat etmiştir. Ve cennetül bekı-a defnolunmuştur. Allah ondan razı olsun.
Hadisi şerifin baş tarafında sayılan kıyamet alametleri hakkında gerek M malumat yukarda iki (2) numaraiı hadisi şerifin izah kısmında arz edilmiş­tir.
Biz kısaca beş gaib hükümlerini açıklayalım. Her şeyden evvel her müslümanın inanması ve bilmesi lazımdırki, gaybı Allahdan başka kimse bilmez.
Kaybın keyfiyetini bazıları bilmediğinden bazı kimseler ve varlıklar için malum olubda diğer bazıları için malum olmayan şeylerden huddamlar, cin ve şeytan vasıtası ile bâzı olmuş hadiseleri haber verenlere «gaybı bildi veya biliyor» diye biliyorlar. Mazide olmuş şeyler gaybden sayılmaz. An­cak o hadise ve meseleye şahit olmayan ve hazır olmayanlar için gayb ola­bilir. Cinnîler ise orada olub olanlardan haberdar olabilirler. Ve dolaysiyle onları istihdam edenlere söyleyebilirler.
Şer ve haramda olsa, sihir, nuddamlık, falcılık ve kahinlik, müneccim­lik ve emsali şeylerle iştigal edenler, ekseriya böyle hareketlerle cahil kim­selerin akidesini bozuyorlar.
Gayb : His ve ilimde veya vücudda hazır olmayan şey demektir.
Ayeti kerime meali :
«(Habibim]deki; göklerde ve yerde olan gaybı allahdan başka kimse bilmez.» «Nemi sûresi, 65[55]
 

Tercümesi :

 
4 – (3) ibni Ömer (R.A.) dan mervidir, demiştir,
Resûlütlah (S.A.V) buyurduki :
«İslam beş temel üzerine bina kılınmıştır. (Ve şunlardır) :

  1. a) Allahdan başka ilah olmadığına ve Muhammed (S.A.V) in Allanın kulu ve Resulü olduğuna şehadet etmek,
  2. b) Namaz kılmak,
  3. c) Zekat vermek,
  4. d) Haccetmek,
  5. e) Ramazan orucunu tutmaktır.» [56]

(Bu hadîsi şerifi, Ahmed bin hanbel, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesaî de zikretmişlerdir.) [57]
 

İzahat

 
Râvî ibni Ömer (R.A) kimdir?
Peygamberimizin kayın biraderi, Hz. Hafza (R.A) validemizin kardeşi, Hz. Ömerin oğlu Abdullah (R.A), dir. Kendisi küçük yaşta iken babası ile beraber mekke-i mükerremede müstüman olmuştur.
Sahih olan rivayete göre, harbe ilk iştiraki, handek muharebesidir.
Hz. Abdullah ehli’ilim, ehli verâ ve ehli zühdden idi.
Hz. Câbir demiştirki, «Ömer (R.A) ile oğlu Abdullah (R.A) den başka her fert dünyaya meyletmiştir.»
Nâfi (R.A.) diyorki, «İbni Ömer, vefat ettiği zaman bin köle âzâd et­mişti.»
Hutta bazı rivayetlerde şöyledir : «âzad olunmak İsteyen her köle na­maza devam eder abidler gibi ibâdete koyuiurmuş. Ve ibni ömerde hemen âzad eder ve hürriyetine kavuşsun rahat kuiluk etsin dermiş.
— Bu duruma muttali olanlardan bâzı kimseler, bunlar seni aldatıp âzad olmak gayesi ile ibâdete koyuluyor, derler.
Bunun üzerine ibni Ömerde cevaben «biz hak ile aldanırız.» buyuruyor.
Hz. Peygambere vahy gelmezden bir sene evvel dünyaya geliyor. Ve Abdullah bin züheyrin öldürülmesinden üç ay sonra hicretin yetmiş üçüncü (73) senesinde rahmeti rahmana kavuşmuştur.
Ibni Ömer vefat ettiğinde «Hıl» denilen mevkie defnoiunmasını vasiyet etmişti. Fakat Abdullah bin zübeyr gibi pek çok fazılların canına kıyan haccacı zalimin mâni olması ile muhacirlerin kabrine defnolunmuştur.
Ibni Ömer Hz. leri Abdülmelikin nazarında çok hürmete layık olduğun­dan haccac (Zâlim namıyla anılır.) onu açıktan idam edememiştir. Haccac Abdui Meliki-in maiyetinde hac ettiği sırada Abdülmelik haccaca ibni Ömer hazretler:rıe iktida ve mutabaatı emretmiş idi. Böylece her yerde ibni ömer hazret’?*”! imam olarak öne geçerdi ve bu hal haccacın çok gücüne giderdi.
Bir Kerede haccac arafatda hutbeyi uzatmış olduğundan ibni Ömer ha? -jueri «namazın vakti gecikiyor» mealindeki «güneş seni beklemez» demişlerdi.
Bunun üzerine haccac hiddetlenip : «Şimdi senin boynunu vurasım geldi» demişti. Ibni Ömer de «Sen sefih (aklı az ve kısa) zâlim bir kimsesin, yapabilirsin» buyurmuştu.
İşte bu haller ve bu gibi açıkça söylenen hakikat sözler, haccacı zâ­limin Ibni Ömer Hazretleri hakkında kin ve düşmanlığını mûcib sebebler-den dolayı haccacı zalim, birisine mızrakın alt demirine zehirli su verdire­rek haccin izdihamlı zamanında Hz. Ibni Ömerin ayağının üstüne saplat­mış ve bu suretle vefat ve şahadetine sebeb olmuştur,
Islamın şartı olan beş esas hakkında yukarda ikinci hadis olan cibril hadisinde bazı izahat verilmiş isede, ehemmiyetine binâen zikredilen hü­kümlerin bazılarını tekrar ile birlikte bir kaç mühim mesele daha kısa kısa arz edelim.
Hadisi şerifde «İslam beş temel üzerine bina kılınmıştır. «Cümlesi ile islamın, imanın tezahürü olan amel hükümleri beş esas ve hakikat üzerine kurulmuştur, demektir.
Bir kimsenin kalbindeki imanın varlığı bu beş esası yapması ve işle­mesiyle bilinir. Binâenaleyh her hangi bir kimse, dili keiime-i şahadeti söy­ler, beş vakit namazını kılar, zengin olan bir kişide maiının kırkda birini ze­kat olarak ehillerine verir, Ramazan ayında mükellef olup, meşru mazereti olmayan kişi orucunu tutar ve üzerine hac farz olan kişinin ömründe bir sefer hacc farizasını ifa etmesi, o kişinin îmanına delil ve şahittir.
Hatta cenaze namazını dahi kılan kişi, İmanlı ve mümindir. Ancak bu vazifeleri İfadan sonra küfrü icab eden kelime ve iddialarda bulunan kim­seler, elbet mürted ve dinsiz olur.
Nitekim zamanımızda bazı zaif ve şımarık cahillerde görülmektedirki, adam müslüman olduğunu söyler, cenazeye hatta cumaya ve bayram na­mazına gelir. Ondan sonrada «biz şeriatçı değiliz, şeriatın karşısındayız, şarab haram değildir, Puta saygı göstermek lazımdır, faiz helaldir, hacca gitmek günahdır gibi..» küfürleri söyleyenler oluyor. Bu îtikad ve sözler, müminin küfrüne sebeb olur ve kâfir olur. Onun için mü’minin böyle fena­lıklardan uzak olması lâzımdır. [58]
 

Tercümesi :

 
5 – (4) Ebû Hüreyre (R.A) den rivayet olunmuştur, Resûlüllah (S.A.V.) buyurduki :
«İman yetmiş (ve bir rivayette altmış) bu kadar şubedir. Bu şubelerin en efdalı, lâüâhe illallah, – Allahdan başka ilâh yoktur. Sözüdür. En aşağı derecesi ise, yoldan ezayı gidermektir. Hayada (utanmakda), İmandan bir şubedir.» [59]
(Bu hadisi şerifi, değişik mâna ve lafızlarla Tirmizî de zikretmiştir.) [60]
 

İzahat

 
Râvi Ebî Hüreyre Radyallahüteâla anh kimdir? Hz. Ebû hüreyre hakkında kısada olsa üçüncü hadisi şerifin îzâh bölü­münde malûmat verilmiştir.
Bu hadisi şerifdeki «İman» kelimesi, îmanın semeresi, alâmet ve belir­tilerini beyan etmek maksadına matufdur.
Nitekim hadisi şerifin aşağısında «yetmişden fazla şubedir.» denilerek bu şube ve alâmet olan güzel hasletlerde bulunan her ferdin mümin olabile­ceği ve mümin olan her müslümanında bu güze! hasletlerle zlnetleneceğini beyan etmektedir.
İmanın yetmişden fazla şubesinin en efdal ve üstünü de; lâilâhe illallah – Allahdan başka – ilah yoktur, cümlesiyle beyan edilmiştir.
Evet bu kelime-i tevhid, zikrin ve imanın şubelerinin en efdahdır. Zira mahza yüce halik her şeyin mabudu, şeriki ve naziri olmadığına ve ibâdete, yalvarmaya, huzurunda eğilmeye hulasa her zaman, her yerde ve her can-lının tapınağı, ilticağahı, teşbih ve tehlili odur, onadır. – Bu kelime-i tevhid ve zikrullahla sâde ve sâde halikı zülcelal zikredil-diğinden kalbdeki îmanın tezahürü en güzel ve en sevimli kelime ile görül­müş oluyor.
imanın esas ve alâmetini ihtiva eden bu mübarek kelimeyi dili ile söy-!eYib kalbi ile tasdik eden bir müslüman, Allaha şerik koşacak her türlü soz, yazı ve davranışlardan kaçınır. Put, putculuk ve putcular, en çok buğz-ettiği şeylerden olur.
Meselâ : Türbeye, tekkeye, şeyha, hocaya, taşa, leşe, heykele ve puta taparcasına harekette bulunmaz; Secde yapmaz. Çelenk koymaz, onlara hurmeten ve onlar için kurban kesmez, kan akıtmaz. Onlardan medet bek­lemez.
Müslüman, hocasına, baba ve annesine, amirine, büyüğüne, şeyhine ve emsaline hürmet ve saygı göstermesi gereken kimselere haddi tecâvüz etmeden bir edep ve usul dahilfnd sever ve hürmet eder. Ve böyle yapma­sı zaruri ve lâzımdır.
Hakiki mümin kelime-i tevhidi damarlarında dolaşan kanların içinde yaşartır v*î kanının son damlasına ve hayatının sonuna kadar dilinden ve gönlündet, asla eksik etmez, Tevhide engel olan her türlü tehlikelerden ka­çınır. Kalbini yumuşatır ve dilini tatlılaştırır. Zira Allanın zikri ile kalbler mutmain ölür ve insanda ilahi zikrin hazzı, neşesi ruhda-ve bedende huzur ve sukün hasıl eder.
Evet bütün beşerin hakkıdır, beka emeli,
Akif merhum şöyle buyurmuş :
Fakat bu hakkı ne taşdan ne leşten istemeli.
Öyle ise, îmanın en efdal şubesini teşkil eden kelime-i tevhidde beyan edildiği üzere, hakka tapıp, yalvarıb, ona kul olup, ondan mükafat ve mü-cazatını beklemek lazımdır.
Nitekim fâtihe-i şerifede şöyle buyurulmuştur :
«Yalnız sana ibâdet ederiz. Ve yalnız senden yardım isteriz.» Fâtihe sûresi, 4
Hadisi şerifdeki «İmanın şüpesinin en aşağı derecesi ise, yoldaki ezayı gidermektir.» Cümlesi ilede, mümin insan ve hayvanların ve hatta taşıtların gideceği yollardaki çukurları, taşları ve ezâ veren her şeyi gidermesi lâzım­dır. Yollara taş, çukur, pislik, su ve taşıt gibi geçenlere zarar verecek şey­leri koymaz.
Bir hadisi şerifde, «müslüman, müslümanların elinden ve diMnden salim kalan (zarar görmeyen) kimsedir.» Buyurulmuştur.
Bu günkü trafik kanunlarının ve insan haklarının en câzib şekli istamda asırlarca evvel böyle vicdan ve îman esasları dahilinde beyan edilmiştir. İmanı olan her müslüman, insanlara ve hayvanlara ezâ verecek her türlü dav ranışda kaçınır.
‘İman ve ahlakdan nasibi olmayanlarda insanlara ezâ vermekten zevk alır. Ve insanların canını acıtmak, öldürmek, vurmak, kırmak sanki bir şey değilmiş ve hatta marifetmiş gibi mes’uliyyet hissini duymaz, belkide ifti­har ederler. Günümüzde kalbleri îman nurundan yoksun merhametsiz insan­larda görüldüğü gibi.
Hadisi şerifde «Hayada, İmandan bir şüphedir.» cümlesi ilede insanın iç alâmindeki dışa vuran sızıntı ve îmân nurunun tâzâhurunu beyan etmek­tedir. Haya hakkında daha geniş malumat «İslâmda tesettür ve haya» adlı eserimizde beyan edilmiştir. Oradan o bahsi tekrar tekrar okumak lazımdır.
Hadîsi şerifde, «İman yetmiş bu kadar şubedir» cümlesinin ihtiva et­tiği şubeleri ulemâ ve muhaddisler çeşitli eserlerde zikretmişlerdir. Yetmiş-den fazla şubelerin ancak üç adedini resulü ekrem efendimiz beyan buyur­muştur. Diğer mübarek sözlerinde ayrı ayrı açıkladıkları muhakkaktır.
Şârih Aİiyyülkâri merhum, Mirkatülmefatih de Şeyhuüskım Ebülfazl İb-ni Hacerin Buhâri şerhinden naklen îmanın şubelerini şöyle sıralamıştır :
1 – Allâhü teâlanin zatına ve sıfatlarına inanmak,
2 – Meleklerin nurdan yaratılmış masum varlıklar olduklarına inanmak,
3 – Kitablarına inanmak,
4 – Resullerine inanmak,
5 – Kadere inanmak,
6 – Öldükten sonra tekrar dirilmeğe inanmak,
7 – Allâhü teâiayı sevmek,
8 – Allah rızası için bir kimseyi sevmek ve buğzetmek,
9 – Peygamber (S.A.V.) efendimizi sevmek ve tazim etmek,
10 – Peygamber Aleyhisselâma salâvâtı şerife getirmek,
11 – Peygamber Aleyhisselâmm sünnetine tabî olmak,
12 – İman, amel ve ahlakda ihlasiı olmak,
13 – Riyayr – Gösterişi ve nifakı terk etmek,
14 – Tevbe-Günah ve kötülüklerden nedamet etmek,
15 – Allâhın azabından korkub rahmetinden umudu kesmemek;
16 – Allâhın verdiği nimetlere şükretmek,
17 – Verilen sözü yerine getirmek,
18 – Belâ ve musîbetlere sabretmek ve kazaya razı olmak,
19 – Haya-utanmak,
20 – Şefkat ve merhametli olmak,
21- Hakka tevekkül etmek,
22 – Mütevâzî-Engin gönüllü olmak,
23 – Büyüklere hürmet ve küçüklere şefkat etmek,
24 – Kibir ve ucbu terk etmek,
25 – Hased ve kini terk etmek,
26 – Öfkelenmeyi terk etmek,
27 – Kelime-i tevhîdi söylemek,
28 – Kur’anı kerîmi okumak,
29 – Mim öğrenib öğretmek,
30 – Dua ve zikrullahda bulunmak,
31 – Günahların bağışlanması için hak teölaya istiğfar etmek,
32 – Lüzumsuz ve mânâsız sözden kaçınmak,
33 – Hissî ve hükmî temizlikde bulunmak,
34 – Necaseti galize ve hafîfeden kaçınmak,
35 – Setrülavrete riâyet etmek,
36 – Farz, vâcib ve nafile namazları kılmak,
37 – Zekat ve sadakayı edâ etmek,
38 – Köle ve Cariyeleri azat etmek,
39 – Cömertlik ve sahavette bulunmak,
40 – Muhtaçlara ve müsâfirlere taam yedirib ziyafette bulunmak,
41 – Farz ve nafile oruç tutmak,
42 – Ttikâfa girmek (Itikâfın İzahı, fıkıh kitablarında zikredilmiştir),
43 – Kadir gecesinin ecrine nail olmak için, o geceyi araştırmak,
44 – Hac ve Ömre yapmak,
45 – Beyti şerîfi tavaf etmek,
46 – Dîni korumak için, her türlü tehlikeden kaçınmak,
47 – Hicret etmek (yâni, günahlardan kaçınmak) , A8 — Nezirleri îfa etmek,
49 – Yeminlerin cihetlerini ve keffâretlerin edasında gereken şekilleri araştırmak,
50 – Nikahlanmak( evlenmek) suretiyle zinadan kaçınmak,
51 – Aile efradın haklarına riâyet etmek,
52 – Ana Babaya iyilik etmek,
53 – Evlâdi terbiye etmek,
54 – Sılai rahmi (akrabaları ziyaret etmeyi) îfa etmek,
55 – Efendi ve büyüklere (ilmen, sinnen ve amelen’büyüklere) itaat etmek,
56 – Hizmetçilere iyi muamelede bulunmak,
57 – İşlerde adaleti elden bırakmamak,
58 – Cemaata (hak üzere toplanmış kimselere) tâbi olmak,
59- Bizden olan ülülemre itaat etmek,
60 – İnsanlar arasını sulhu sükûnete kavuşturmak,
61 – İslama ve müslümanlara tecâvüz edenlerle mücâdele etmek,
62 – İyilik üzere yardımlaşmak,
63 – İyiyi, güzeli emredib kötülükten nehyetmek,
64 – Zina, kıtal ve emsali suçların cezalarını icra etmek,
65 – Hak yolunda nefsfe ve düşmanla mücâdele etmek,
66 – Emâneti yerine ve ehline edâ etmek,
67 – Edasını niyyet etmekle beraber karzan birşey almak.
68 – Komşuya   ikram ve iyi muamelede bulunmak,
69 – Malı heialdan kazanıb helal ve iyi yerlere sarfetmek,
70 – İsraf ve tebzîri terk etmek,
71 – Selamlaşmak,
72 – İnsanlara zarar yapmamak,
73- Tığsırtnca hamd edene «yerhamükellah» demek.
74 – Çalgı çalmak gibi lehviyattan kaçınmak,
75 – Ve yoldan ezâyi gidermektir.» [61]
Yukarda maddeler halinde saymış olduğumuz güzel amel ve hasletleri yapanlar, îmanın dal ve şubelerini işleyen faziletli kimselerdir. Bu güzel has­letlerin zıddını işleyenler ise, dalâlet ve sapıklık da devam edenlerdir. Yâni bu hasletlerin zıddını vapanlar, kötü ahlak sahibi ve îmanın şubelerini çiğne­yen fâsıklardır. Cenâbu hak bütün müslüman kardeşlerle bizleri, bu iyi, has­letleri amel edip kendisinde bulundurarak îmanın süs ve zinetine bürünen­lerden eylesin. Amin. [62]
 

Tercümesi :

 
6 – (5) Abdullah ibni Amr (R.A) den mervîdir.
Nebiyyi muhterem (S.A.V) buyuruyor ki;
«Müslüman (o kimsedir ki), dilinden ve elinden müslümanlar salim olan
ur görmeyen) kimsedir.
— Muhacir de (o kimsedir ki). Allanın (C.C.) yasak ettiği şeyi terk eden
kimsedir.» Bu Buhârinin lafzıdır.
Müslimin lafzı İse şöyledir :
Abdullah ibni Amr (R.A) dedi ,ki,
«Resûlüllah (S.A.V) e bir adam sordu :
«Hanki müslüman daha hayırlıdır?
— Resûlüllah (S.A.V) cevaben şöyle buyurdu :
«(Hayırlı müslüman) o kîmsedirki, dilinden ve elinden müslümanlar sâ-Hm olur.» [63]
 

Îzahat

 
Râvî Abdullah ibni Amr (R.A.) kimdir?
Abduilah ibni Amr (R.A), babası Amr ibni As (R.A) dan evvel müslü-man olmuştur. Babası ile kendi arasında onbir (I!) yaş farkı vardır. Musan­nif Hatibi Tebrizi ise, babası Amr Abdullahdan 13 sene yaş farkı ile büyük
olduğunu beyan etmiştir. Bir kavilde de, babası on iki (12) yaş büyük de­nilmiştir.
Hz. Abdullah (R.A) gayet âlim ve son derece âbid idi. Ömrünün son za­manında gözlen ama (kör) olmuştur.
Hadîsi şerif bilgisi, sahabeden Ebî Hüreyreden çok idi. Zira Hz. Abdul-İah hadîsi şerifleri yazardı. Ebî Hüreyre hazretleri ise, ezberine alır yazmaz­dı. Ezberlenen unutulabildiğinden bâzı hadîsi şerifler hafızasından silinirdi. Fakat Hz. AbduÜah dâima yazdığı hadîsi şerifleri tekrar okur ve ezberinden zâyî etmezdi. Bu şekilde izahı, bizzat Hz. Ebî Hüreyre (R.A) beyan etmiştir.
Gerçek böyle olmasına rağmen Hz. Abdullah (R.A) den rivayet edilen hadîsi şerif adedi, Ebî Hüreyre (R.A) den rivayet edilen hadîsi şeriflerden azdır. Hz. Abdullah (R.A) dan rivayet edilen hadîsi şerif, yedi yüz (700) ka­dardır. Halbuki Ebî Hüreyre (R.A) den rivayet edilen hadîsi şerif adedi, beş-bin (5000) in üzerindedir.
Ebî Hüreyre (R.A) hakkında gerekli îzahat, üç numaralı hadîsi şerifin altında beyan edilmiştir.
Hz. Abdullah (R.A) kitablan çok okurdu ve hadîsi şerifleri yazmak için peygamberimizden izin istemişdi. Resulü Ekrem efendimizde bu hususda gerekli İzni beyan etmişlerdi.
Hz. Abdullah (R.A) Hicretin altmış beş veya yetmiş üç senesinde Mek-ke-i mükerreme de veya Tâifde veya Mısırda vefat etmiştir. Allah ondan Râzî olsun ve Rahmeti rahmana vasıl olsun. Amin.
Hadîsi şerif de beyan edildiği üzere, hakîki müslüman, müslüman kar­deşlerinden hiç birine söverek, lanet ederek, gıybet bühtan, nemmarn ve iftira gibi kötülükleri söylerek dili ile zarar vermez. Böyle yapan kimselere, iyilik îavsiy eder ve ıslahları Üe meşkul olur.
Keza hakîki müslüman, dövmek, vurmak, öldürmek, yıkmak, parçala­mak, kakalamak, itelemek, bâtıl ve küfürleri eli ile yazmak ve bunlara ben­zer kötü ve ‘haramları eli ile işleyerek hiçbir müslüman kardeşine zarar vermez. Zira müslüman, iyilik ve (ihsanda bulunur.,
Müslümanlara ezâ ve cefâ ekseriya dil ve el ile yapıldığından hadîsi şerifde de bu iki âza zikredilmiştir. Ayrıca dili elden evvel zikretmekte bü­yük ehemmiyeti hâizdir. Zira dil iie ezâ vermek daha çok kolay ve daha yo-rası ağır olduğu görülür. Dilin yarası unutulmayacak kadar güç olması ve^ diğer azaların günaha girmesine başlıca sebeb olması hasebiyle dili elden efvve zikretmiştir.
Dilim! seni dilim dilim difsem seni,
Cennette sende Cehennemde sende ah hıfzedebilsem seni.
Bir Beyt de de şöyle denilmiştir :
Kurşun yaralarının tedavisi vardır,
Fakat dil yarasının tedâvîsf yoktur.
Ebî Saîd el-Hudrî (R.A) den mervî bir hadîsi şerifde Resûlülloh (S.A.V)
buyurmuştur.
«Ademoğlu sabahladığı vakit, bütün azaları dile lisânı hal İfe İltica ve talebde bulunarak şöyle der (ler); Bizim hakkımızda Allahdan kork, zira bizim istikâmetimiz sana bağlıdır. Eğer sen doğruiursan bizde doğruluruz. Ve eğer sen eğrilirşen bizde eğriliniz.» (Tirmizî)
Evet insan oğlunun diti her yönüyle en kıymetli varlıklardandır. Fakat o dil ile îman kazanıldığı gibi küfürde kazanılmaktadır. Bu sebebden her Alla­nın günü sabahleyin bütün âza ve organlar, dile hallerini arz edib Allahdan hakkı iie korkmasını ve bütün amellerin çözüm ve cürüm noktası o küçücük cirimli dilin hareketine bağlı olduğunu bildirmektedirler.
Büyükler bir sözlerinde şöyle demişler, «Efllsan, cirmühü sağtrün ve cürmühû kebîrun : Dil, cesed ve cirmi küçük, fakat cürüm ve günahı büyük oian bir varhkdır.»
«Belâ ve musibet, dil ile konuşmaya bağlıdır.»
Diğer bir hadîsi şerifde de şöyle buyurulmuştur :
«Allâha ve âhiret gününe inanan bir kimse, ya hayır söylesin veyahut sükût etsin.»
Büyükler de hikmetli sözlerinde yine şöyle demişler :
«İnsanın belası, dilindendir. Bîr kimsenin aklı tamam oldumu, kelam ve sözü onksan ve az olur. İnsanın selâmeti, dilini, muhafaza etmektedir. Ve bedenin sıhhati, sükuttadır, Dilin muhafazası, insanın rahatlığıdır. Çok konuşan insan, helak olur.»
Hulâsa-İ kelam İmanlı, ihlaslı ve ibâdetine devam eden her müslüman; diliyle, eliyle, ayağı İle, kalbi ile ve diğer azaları ile müslümanlara eziyet et­mez. Dâima iyilik eder ve iyilik temennisinde bulunur. Zira hakka îman ve iyi ameller, ono iyiyi ve güzeli yapdırır.
Hadîsi şerifde beyan edilen «muhacir» kelimesinin tarif ve îzahı gayet stirihdir. Ayrıca birinci hadîsi şerifin izah kısmında bir nebze açıklama yapıl-mıştır. [64]
 

Tercümesi :

 
7 – (6) HZ. Enes (R.A) den rivayet olunmuş, demiştirki: Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Hiç biriniz : beni babasından, evlâdından ve insanların   hepsinden daha fazla sevmedikçe îman «tmiş olmaz.»[65]
(Bu hadisi şerifi, Ahmed bin hanbel, Nesâî ve İbni Möce de zikretmiş­lerdir.) [66]
 

İzahat

 
Ravî Hz. Enes kimdir?
Enes (R.A) Medînei münevveredeki hazrec kabilesinin Ne^câr soyundan Mâlik bin Nazrın oğludur. Ensârı kiromdandir. Resulü ekrem sallallâhü aleyhi veselleme medîne-i münevvere hayatında on sene hizmet etmiştir vo kendiside hizmete başladığında on yaşında idi.
Resulü Ekrem efendimiz medîne-i münevvereye teşrif ettiklerinde Hz. Enesin validesi oğlunu getiriyor ve diyorki :
«Ya Resûlellâh! bu çocuk sana hizmet etsin. Bunun için dua buyurun.»
Bunun üzerine Resulü Ekrem (S.A.V) efendimizde şöyle dua ediyor :
«Ey Allâhım! bunu mal ve evladında mübarek kıl. ömrünü uzun eyle ve günahını bağışla.»
Hz. Enes bizzat diyorki : «kendi sulbumdan doksan sekiz çocuğumu toprağa gömdüm. Benim ağaçlarımın mahsulü senede iki sefer olurdu. O ka’-dar yaşadımki, nerede ise hayatımdan usanmıştım. Bu sebebden de duanın dördüncüsünü yani günahımın bağışlanmasını umuyordum.»
Yüz sene veya yüz (100) seneden fazla yaşadığı yazılıyor, sahâbe-i ki­ramın en son vefat bdenlerindendir. Vefatı Basrada hicretin doksan üç (93) târihinde vuku bulmuştur.
Basraya insanlara îlmi fıkhî tâlim etmek için, Hz. Ömerin hilâfeti za­manında gitmişti. Allah ondan razî olsun.
Hadisi şerifde beyan edildiği üzere bir kimsenin îmânı kamil ile mü­min olabilmesi için, kendi nefsinden, baba ve annesinden, evlat ve ahfa-ttndan, aile efradı ve bütün insanlardan en çok sevdiği ve seveceği kimse, Muhammed aleyhisselam olacaktır. Aksi takdirde kemalli bir îmana sahip olamaz.
8u husus Kur’anı kerimde şöyle beyan edilmiştir :
«Peygamber, müminlere nefislerinden daha evladır.» Ahzab sûresi, 6
Diğer bir âyeti kerime meâii :
«Ey Habibim! (Allah ve Resulü yolunda hicreti terk edenlere) deki: baba larınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kanlarınız, soylarınız, kazandığınız mallar, geçersiz hale geleceğinden korktuğunuz bîr ticaret, hoşunuza giden mes­kenler, Size Allah ve resulünden ve onun yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık ilahi emir (azabı ilahi) gelinceye kadar bekleyin. Allah (c.c.) fasıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.»   Tevbe sûresi, 24
Buradaki sevgi insanların yaratılış itibârı ite olan tabî-i sevgi değil bel­ki aklî ve îmânî sevgidir. Zira insanların tabiatında kendini sevme ve be­ğenme hali tab’an vardır. İnsanlar arasındada denirya «İnsan kendini be-
ğenmese çatlar ölür.» Yaratılış itibarı ile her insanda bu hai vardır. Yaratı­lış itibarı ile iç güdünün hali bir nevi zoraki olan haldirki, teklif dışı ve nefsin takati yetmiyeni teklif etmez.
Fakat bu tabii hai aklın kemâle ermesi ve îmanında kemal derecesine ulaşması ile, kişi kendisinin derece ve mertebesini bilir. Ondan sonrada kendisinden daha kemalfı ve faziletli kimseleri takdir eder. Yine halk ara­sında bir ata sözü vardır; «Altının kıymetini, sarraf biiir.»
Evet fazilet ve yüksek mertebe sahibi dünyanın efendisi ve sevgilisi olan Peygamberimiz Sallallahü aleyhi vesellem efendimizide her şeyinden fazla seven ve sevecek o!an ancak ve ancak îmanda kemale erişmiş olan kimsler olabilir. İmanı zaif olanlar ve kamil bir akla sahip olmaynlar, elbette nefislerinin arzularını, herşeyin üstünde tutacaklardır. Hatta nefislerinin arzu ve isteklerine taparcasına hareket edeceklerdir.
Nitekim bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur :
«(Ey Habibim!) Şimo’ıi o kimseyi gördünya : (doğru yolu bırakıp keyfine taparcasına) zevkini kendisine ilah edinmiş.»   casiye sûresi, 23
Şu halde Alfanın Resulünü seven onun sevgisini her şeyin üstünde tu­tar. Onun sünnetlerini sever, yapar ve onun sünnetlerini işleyen kimseleri sever ve sünnetin yayılmasına yardım eder ve bütün hayatını, Resûlüllaha tâ­bi kılar veya tâbi kılmaya çalışır.
Peygamberimizin sevgisini taşımanın en bariz örneğini şu olayı okuya­rak anlamaya ve yaşamaya çalışalım :
Ashabı kiramdan Abdullah bin hişam (R.A) diyorki,
«Bir gün Resûlüllah (S.A.V) ile beraber bulunuyor idik, kendileri Ömer bin e! hattabın (R.A) elini tutmuşlardı. Hz. Ömer : «Ya Rasûlallah! zatı ne­bevinizi nefsimden başka her şeyden daha ziyade severim.» dedi.
— Bunun üzerine rasulu Ekrem efendimiz şöyle buyurdular :
«Nefsim yedi kudretinde olan zatı bariye yemin ederimki, benî nefsin­den de ziyade sevmedikçe, kemallt îmana mazhar olamazsın.»
Peygamberimizin bu hitabı üzerine Hz. Ömer (R.A) in kalbinde başka bir hal tecelli etti :
«Ya Resûlallah! AHâha yemin ederimki, ben şimdi zâtı nebevinizi nefsim-dende ziyâde severim.» dedi.
Resulü Ekrem (S.A.V) efendimizde buyurdu ki : .   «İşte ey Ömer! Şimdi îmanın kemal derecesine ulasdi.» [67]
 

Tercümesi :

 
8-{7) Yine Enes (R.A) den mervidir, diyorki;
Nebiyyi muhterem (S.A.V) buyurdu :
«Kimde, üç şey bulunursa îmanın tadını tatmış olur. (Onlarda) :

  1. a) Allah (C.C.) ile Resûlullah (SAV) kendisine   başkalarından daha sevgili otmak,
  2. b) Bir kimseyi yalnız Allah için sevmek,[68]
  3. c) Allah   (C.C.)   onu küfürden kurtardıktan sonra  (İmana     kavuştur-dukdan soma) yine küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanma­maktır. (küıYe dönmeyi kerih görmektir).» [69]

 

İzahat

 
Râvi Hz. Enes. (R.A) hakkında malumat, yedinci (7). hadisi şerifde zik­redilmiştir.
Bu hadisi şerifde imanın tad ve zevkinin müminlerde olabilmesi için, Allah ve Resulünün sevgisi bütün sevgilerin üstünde olması, bir kişiyide Aüah için sevmenin gerektiği ve îmandan çıkıp küfre girmeyi, ateşe atılma­yı kerih gördüğü gibi kerih görmekle mümkün olabileceği beyan edilmiştir.

  1. a) Birinci maddede beyan edilen halin değişik şekli oian Allahı sevip onun Resulünü sevmeyen veya Allaha inanıp itaat eden kimselerin Peygam­ber efendimize inanmayan veya itaat etmeyenler, Allaha inanmış ve itaat et­miş olmazlar. Allaha inanıp sevmenin Alamet ve sıhhati, onun   Resulüne inanıp sevmekle ve ona tâbi olmakla mümkün ve muteberdir. Bu   husus kur’anı kerimde şöyle beyan edilmiştir :

«(Habibim!) deki, eğer siz Allahı seviyorsanız, hemen bana uyunki, Al-lahda sizleri sevsin ve günahlarınızı bağışlasın» Ali imran, 31
Atlah ve Resulüne inanmanın tadına ulaşan kimseler ağızlarına balı alan kimselerin balın tadı ile mütelezziz oldukları gibi, îmanın lezzet ve zev­kini her şeyin üstünde görürler,

  1. b) Bir kimse, diğer bir kimseyi, dünyevi, şehvanî ve nefsâni hiç bir menfaat karşılığında veya düşüncesinde olmadan sâde ve sâde mümin kardeş olduğu ve İstikametti bir     imana sahip olmasından dolayı Allah rı­zası için sevmesi, en doğru ve en güze! sevgidir.

Bu sevginin belirti ve alâmetlerinden bazıları şunlardır; Bir kimsenin her hangi bir istek ve arzusu o sevdiği kardeşinde olur, onunda verme­mesi veya müsbet karşılamaması halinde ona darılıp gücenmemesi, onu makul karşılaması halidir.
Meselâ :Ûdjünç para, mal ve saire veya kız istendiğinde bu istekler verilmeyince veya red edilince gücenip dartlmamak gerekir. Darılıp gücenme olursa Allah için sevmenin olmadığı ortaya çıkar. Ancak böyle münâ­sebetlerde karşılıklı saygı ve sevgi hudutları muhafaza edilmek kaydida şürttır.
Şayet biri arz ve ihtiyacda bulununca diğer birisi ona bed muamele yaparsa, bu takdirde o kimseye hakaret ve eziyette bulunmuş olur. Öyle oluncada karşılıklı sevgi va saygı bağlan ortadan kalkmış, olur.
Ama böyle bir hal yok iken sâde arzu ve istekler müsbet karşılanmadı diye gücenilirse veya sevişme anında yapılan ikram ve yardımlar sayılarak başa kalkılırsa, işte bu sevişme Allah rızası için olmayan sevişmedir.
Allah için sevişme nimetine erişen mümin kardeşler, bir birlerinin ku­sur ve ayıblarını karşılıklı bağışlarlar, doğru yolu tavsiye ederler, kötülük­ten men ederler, selamlaşırlar, birbirlerine ziyarete ve yardıma koşarak şifa dileklerinde bulunurlar. Akşam sabah bir birlerinin sevinci ile sevinir­ler ve üzüntüleri ile hüzün ve kederlenirler. Bir birlerinin ırz ve namusla­rını korumaktada âzami gayreti sarf ederler.
Cenazeleri olduğunda her işlerini terk edip o cenazenin teçhiz, tekfin ve defnine ait işleri canı gönülden yaparlar.
Hulesâ-i kelam Allah için sevişen mümin kardeşler, belki öz soy sop kardeşliğinden daha tatlı ve daha neşeli bir hayat yaşantısında olurlar.

  1. c) Tman nuruna kavuşan bir müminde, bu îmanın zevk ve tadını Al­lah muhafaza bir gün gaybeder din ve îmandan çıkarak küfre giderim korkusu ve ızdırabı ona ateşe atılmak kadar ve hatta ateşe atilmakdan daha kötü gelirse, işte o kimsede îmanın tadına erişmiş olur

Öyle ya fani dünyanın kazançlarının en kıymetlisi olan ve ebedî alem için yegane sermaye kalbin huzur, sükûnu, ruhun kıdası îmanı kaybetmek elbette en korkunç ve tehlikeli zararlardandır. Beikide kişiye, ateşe atıl­ması, imanı gaybetmekten daha ehven gelir. Zira dünya ateşine atılmak ve yanmak, imanı gaybedipde ahirette ebedî ateşe atılmaktan daha güç de­ğildir. Dünya ateşi hem geçici ve hemde âhiret ateşinden yetmiş (70) de­rece aşağıdır.
Bu sebeblerden dolayı akıllı müslüman, imanına iyi sahip olur. Küfür icab eden her kelime, fiil ve inançlardan kaçınır. Kazanılmış sermaye ve mal bile her hangi bir sebeble tamamı yok olup gitse, sahibini perişan edip jzdırab ve dertlere sürükleyebilir, Halbuki bu fani dünyanın fani varlığın­dan bir gaibdir.
Ebedi alem olan âhiretin yegâne sermayesi oian imanın yok olup git­mesi ise, elbette en büyük gayıb ve en ızdırablı dertlerdendir. Zira ce­hennemden kurtulup cennet ve cemali Nahiyeye nail olmanın tek serma­yesi kâmil ve muhkem îmandır.
Nitekim cenâbu hak Kur’anı kerimde şöyle buyurmuştur :
«O (Kıyamet) gününde ne mal fayda verir. Nede oğulları!
— Ancak Allah a halis ve pak bir kalb ile (imanla) varan kimse müs­tesnadır. (Onlara îmanları fayda verir).»                         Şuara sûresi, 88-89
İmanın tehlikesi olan küfür ve çeşitlerini en geniş şekilde «Müfteka tercümesi» adlı eserimizin ikinci cildinin «Mürted babı» altında izah edip naklettiâimizi hntırintın? naklettiğimizi hatırlatırız. [70]
 

Tercümesi

 
9 – (8) Abdulmuttalibin oğlu Abbas (R.A) den mervîdir, demiştir; Resûlüllah (S.A.V) buyurdu ki :
«Allâhı (C.C.) Rab, islâmı din ve Muhammedi (A.S) Resul (kabul ede­rek) râzî olan kıimse, îmanın tadına erişmiştir.»[71]
 

İzahat

 
Ravi kimdir?
Hz.1 Abbas (R.A) peygamberimizin amcasıdır. Peygamber efendimiz den yaş itibarı ile iki sene büyüktü.
Bir gün Hz. Abbasa soruyorlar : «Senmi büyüksün, yoksa nebiyyi ek-rem sallallahü aleyhi vesellemrrii büyüktür?»
Gayet zeki, idraklı ve ilmî metanete sahip olan Hz. Abbas, hemen şöy­le cevab veriyor :
«O (Peygamber saliallahü aleyhi vesellem) benden büyüktür. Ben on­dan yaşlıyım.»
Hz. Abbas, cahiliyyet devrinde reis idi ve mescidi haramın îmar ve ta­miri ona verilmişti. Oraya gelenleri sulama salahiyyetide onda idi.
Hz. Abbas, İslama cok evvel girmişti, fakat gizlerdi. Gönülden istemediği halde mükrehen bedir savaşına bile çıkmıştı. Bu sebebden dolayı Rasûlü Ekrem efendimizde onun hakkında ashabına şöyle buyurmuştu :
«Kim Abbasla karşılaşırsa, onu öldürmesin. Zira o müşriklerle gönül­den istemiyerek çıkmıştır.»
Hz. Abbasın vefatı, Medine-j münevverede kendisi seksen sekiz (88) yaşında iken hicretin otuz ikinci senesinde Recebi şerifin on iki (12) sin­de cuma günü vuku bulmuştur. Ve cennetülbakîa defnolunmuştur Allahü-teâla ondan razı olsun ve bizlere şefaatini ihsan etsin. Amin.
Hadisi şerifde beyan edilen hakikatlar, bir kimsenin gönlü, Allahı rab tanımaya kanaat eder, kalbi rahat eder göksü genişler ise, o kimse Allanın her işlediğini hoş karşılar, bela ve musibetlerine sabreder, nimetlerine kar­şıda şükreder, kaza ve kaderi ilâhîsine râzi olur, onun verdiği veya men edip vermediği şeylerede boyun eğer hoş karşılar, isyan etmez, bir hikmet ve sebebin olduğunu düşünerek hayır yolunu bulur.
Şayet, puta, ateşe, leşe, ölüye, paraya, karıya, makam ve mansıba gönlü bağlanırsa, bu takdirde putpereslerden olur.
Birde İslama razi ve kanî olan mümin, islamın şer’i hükümlerine imtisal edip emri ilahileri yapar, nehyi ilahilerden kaçınır, ve Muhammed Aley-hisselamın hak teâla tarafından Resul olarak gönderildiğine gönlü razi olup itminan olan kişide onun sünnet ve adaplarında ona tabi olur, onun ahlak ve yaşantısını kendisine rehber edinir, dünyadan çekinmesini kendi­sinde bularak ahireti unutmaz. Bütün yaptıklarının ahirette hesabını vere­ceğini düşünerek îmanın tadını bulmaya çalışır.
İşte bu temiz gayeler esasına bağlı olan her mümin, taşıdığı imanın tadını vücudunda bulur. Mânevi zevklerin içinde huzur ve neş’e ile yaşar. Ve nihayet bu mânevi zevkin en büyük semeresi olan ahiret saadetine nail otur. Allahda istikametli imanının karşılığında o kulun razi ve hoşnut ola­cağı cennet, nimet ve cemali ilahisini lütfeder.
Hadîsi şerifde şu mealdâki âyeti kerîmelere işaret vardır :
«Allah onlardan razı ve onlarda ondan (Allahdan) râzt ve hoşnuttur­lar. İşte bu (mükâfatlar ve Allanın rızası) Rabbisinden korkanlara mahsus­tur.»   Beyyine sûresi, 8
Diğer âyeti kerîme meali :
«Ve (Bugün) size din olarak, İslama razî oldum.» Mâide sûresi, 3
«Kim, islamdan başka bir din ararsa, o istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz ve o ahiretde ebedî zarar görenlerdendir.» Ali İmran sûresi, 85[72]
 

Tercümesi :

 
10 – (9), Ebû Hüreyre (R.A) den rivayet olunmuştur, dediki ;
Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«Nefsi muhammediyem yedi kudretinde olan Allahüteâllaya yemin ederimkî, bu ümmetten (ümmeti dâvetden) yahûdi ve hjrıstiyan bir kişi be­ni işitmez, Sonra Peygamber olarak gönderildiğime îman etmeden ölürse, işte o kimse, ancak cehennemin yaranından olur.»   [73]
 

Îzahat

 
Ravî Ebî Hüreyre (R.A) hazretlerinin hai tercümesi, kısada olsa yukar­da üçüncü hadîsi şerifin îzah böiümünde zikredilmiştir.
Hadîsi şerifin ilk cümlelerinde mes’elenin ehemmiyetine binâen Resu­lü Ekrem sallallâhû aleyhi vesellem efendimiz, hâltkı zülcelâla yemin ede­rek başlamıştır.
Yahûdî ve Hıristiyanlar, Peygamberimizi Peygamber olarak tanıyıp inanmadıkları haide ölürlerse, küfür üzere öldüklerinden cehennemliktir­ler. Zira onların Alfaha îman edip sevmelerinin alâmet ve esası, cenâbu hakkın en son olarak gönderdiği peygamber olan Muhammed aleyhisse-lâma ve onun getirdiği Kur’anı Kerîme inanmalarıdır. Aksi takdirde Kur’-anı kerîmde cenâbu hakkın buyurduğu ve peyğamberimizinde yukardaki mübarek sözünde beyan ettiği üzere kâfirlerdir, ve küfürlerinden dolayıda cehennem   odunudurlar.
Yahûdî ve Htnstıyan«keferelerinin durumları kur’ant kerimde şöyle be­yan edilmiştir :
«Ey ehli kitaplar (yahûdî ve Hıristiyanlar}! Niçin hakkı bâtıl ile karış­tırıp örtüyor ve (Muhammed aleyhissefâmın hak peygamber olduğunu bil­diğiniz haide) hakikati gizliyorsunuz?.»     Ali tmran sûresi, 71
Alitîmran sûresinin, 64-70 âyetlerimde mutlaka okumak gerekir. Zîra bu âyeti kerimelerde yahûdî ve Hıristiyanların, küfür ve fenalıkları, en güzel şekilde îzah edilmiştir.
Hadîsi şerifde geçen «ümmet» kelimesinden m^kaad, ümmeti davet­tir. İslâmı kabul etmeyip, peygamberimize inanmayan vnhûdî ve Hıristiyan cinsinden olan ehfi kitap kefereler, en son peygambere ve onun getirdiği hükümlere {Kur’anı kerim ve sünnetlere) inanmaları için islâma davet edil­diklerinden bunlara «ümmeti davet» denilmiştir.
Fakat en son din olan islamı ve bütün hükümlerini kabul eden üm­meti muhammede, «ümmeti îcâbet» denir. [74]
 

Tercümesi :

 
11- (10) Ebû Mûsâ el’Eş’ari (R.AJ den mervidir, şöyle demiştir :
Resûliuh (S.A.V) buyurduki!
«Üç kişinin ikişer ecri vardır. (O kimselerde şunlardır) :

  1. a) EhM kitabdan bir adam oiubda, hem kendi Peygamberine, hemde Muhammet (S.A.V.) e iman eden kimsedir.
  2. b) Birinin mülkü olan köledirki, hem Allahü teâlantn, hemde efendile­rinin hakkını edâ ettiğinde (O da iki ecre nail olur).[75]
  3. c) Üçüncüsüde öyle bir adamdırki, kenöi yanında tasarruf edebile­ceği bir câriye bulunurda onun terbiyesini (yumuşaklıkla ve   şiddetden uzak olarak güzel güzel) terbiye eder, tâlimini (yine rıfk ile güzel güzel) Sâlîm eder ve sonradan onu âzâd edib nikahla alır. (İşte) böytesininde iki ecri vardır.» [76]

 

İzahat

 
Ravi Hz. Ebû Musa Ei Eşr’ari kimdir?
Hz. Ebû Musa Ei Eş’ari (R.A), ismi Abdullah Bin Gaysdır. Mensub oldukları (Eş’ari) Yemen de bir kabilenin ismi olması hasebiyle nisbet edil­miştir.
Bu kabilenin pederlerinin gövdesi kıllı olduğundan sıfatı müşebbehe ismi ile (Eş’ar -çok kıllı) manasını ifade eden kelime ile isimlendirilmiş, son­rada onun evlat ve ahvadina (Eşarî) ve onlara mensup olanlarada (Eş’ariy-yün) denilmiştir.
Ebû Musa (R.A), hicretten evvel müslüman olmuş sonra kendisi ile beraber inanan kardeşleri ve diğer kimselerle tekrar vatanlarına dönmüş­lerdir.
Daha sonra Peygamberimizin hicretinin yedinci senesinde hayberi fet­hi esnasında Habeşistanlı muhacirlerle birlikde Rasûlü Ekrem efendimize kavuşmuşlardır.
Hz. Ömer, Ebû Musa (R.A) ı basraya Vali .tayin etmiştir. Bir çok ül­kelerin fethini sağlamıştır. Hz. Ali zamanında basra valiliği ve ordu kuman­danlığı devam etmiştir. Ancak sonra azl olundular ve sıffiyn olayında ha­kemlik yaptığı zaman, aldanmıştı. Ondan sonrada hemen Mekke-i Mü-kerremeye gittiler ve orada hicretin elli iki (52) tarihinde vefat ettiler. Üç yüz atmış (360) hadisi şerif rivayet etmiştir.
Hutbelerde hulefâya dua etmek, ilk defa Ebû Musa Eİ Eş’arî hazret-lerinden varid olmuştur. Basra valiliği esnasında Cuma hutbesini okuduk­ça Hz. Ömerül Faruk (R.A) a dua ederlerdi. [77]
Daha sonra bu duanın benzerini ibni Abbas (R.A) Hz. Alinin hilafeti zamanında kendisinin basra valisi olduğu zaman cuma günü hutbede halife hazreti AN hakkında «Allahümmensur Aliyyen-Ey Allahım! Aliye yardım et» duasını yapardı. Aynı eser sahife, 22
Hadisi şerifde beyan edilen iki ecir alacak üç kişiyi kısa kısa açıkla­maya   çüiışaltm;

  1. a) Yahûdî ve hırıstiyan taifeleri gibi ehli kitapdan olan kimselerin da­ha evvel kendilerine Peygamber olarak gönderilen Hz. Musa ve Hz. İsâya inanmalarından sonra en son Peygamber Muhammed   Aleyhisselâmada inanmaları ile iki ecre nail olacaklardır.

Ecrin birisi, daha evvel gönderilen mübarek Peygamberlere onların getirdikler1 hükmü ilâhilere inanmaları, diğer bir*ecrü mükâfatda, tevrat ve incilde ismi ve vasfı beyan edilen ve en son Peygamber olarak gönderile­ne en güzel şekilde ihlasla inanmalarıdır.
Her iki ecrin verileceği Kur’anı kerimdede şöyle beyan edilmiştir : «Kur’andan evvel kendilerine kitap verdiklerimiz (Yahudi ve hınstıyan-lardan bazıları) Kur’ana îman ediyorlar.
— Onlara Kur’an okunduğu zaman; Biz buna îman ettik. Şüphesiz bu Rabbıimiz tarafından inzal edilen hak kitapdır. Doğrusu   biz Kur’anı size okumadan evvelde müslüman olmuş idik, dediler.
— İşte bunlar, hem kendi kitaplarına, hemde kur’ana îman hususun­da gösterdikleri azm (ve sebatla, yapılan eziyetlere) Sabırlarından dolayı mükafatları iki kat verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle defederler ve ken­dilerine verdiğimiz rızıkdan infak ederler.» Kasas sûresi, 52-54
Birde Peygamber (S.A.V) efendimizin Hirakle yazmış olduğu mektup-da şu cümle var idi :
«Müslüman ol, Allâhü teala sana ecrini iki kat verir.»

  1. b) Bir ağanın hizmetçisi olan kölede, hem Allâhü tealaya kulluk vazi­fesini yaparak namazını kılar, orucunu tutar, zengin ise zekatını verir, ha­ram ve halellara riayet eder ve teşbih, tehlillerine devam eder hemde ağa­sının hizmetinde koşar isyan etmezse, bu köle ve hizmetçide aym iki ecri mükâfata nâii olur.

Keza bir işçide ağasına itaat eder yediği ekmeği hela! etmeye çalışa­rak doğru ve dürüst olur, aynı zamanda Allâhın emirlerini yapar, nehile-rinden kaçınırsa, işte bu işçi de iki ecre nail olur. Birisi Allâha kulluğundan, diğeride işini gördüğü ağasına itaatındandır.
Bir dâirede çalışan memur, bekçi ve emsali kişilerde, çalışdığı kapıya nankörlük etmez, Allâhc kulluk vazifesi ile âmirlerine itaat ederlerse, bun­larda iki ecre nail olurlar.
Peygamberimiz (S.A.V) efendimiz bir hadisi şeriflerinde buyurmuştur ; «Bizim küçüğümüze merhamet etmeyen ve   büyüğümüze hürmet ve saygıda bulunmayan, bizden değildir.»
Evet müslüman büyük ve amirine, ağası ve babasına, itaat etmekle mükelleftir. Ancak ağa, baba, âmir ve iş verenler haram ve yasak olan şeyleri buyurursa, bu takdirde onlara itaat edilmez. Zira Allâha isyan olan yer ve şeylerde kula itaat etmek haram ve künah olur. Bu husus hem âyeti Nriyme ve hem hadîsi şeriflerde beyan edilmiştir.
Bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur :
«Âflâha isyan olan şeyde, kufa itaat edilmez.»

  1. c) Bir adamda yanındaki cariyesini hem tedip ve din talimini öğre­terek edepli bir şekilde yetiştirir, sonrada bu cariyesini azad edip hürre hanımlar sırasına sokarak iffet ve namusunu korumak maksadı ile aile olmak için nikahlarsa, işte bu adamda iki ecre nail olur.

Ecrin birisi, o kadıncağızın tâlim ve terbiyesini sağlamasının karşılı­ğında alacağı mükafattır.
Diğeride câriyelikden âzad edip iffet ve namusunu korumak maksa­dı ile nikahlayıp aile efradına katmasının mükafatıdır.
Bu son maddeden anlaşılmıştırki, bir kimsenin kendi evinde ve aile­sinin himayesinde büyütüp terbiye- ettiği kız çocuğunu, o evin erkeği ola­bilir. Ancak sıhriyyet ve akrabalık icabeden haramlıklar olursa, nikahlan­mak haram olur. Bu meselenin daha geniş izahı «Mülteka Tercümesi» ad­lı eserimizin birinci cildinin «Nikah bahsinde» ve «nikahlanmaları haram olanlar babında» mezkûrdur.
Köle : İslam ve îmanı yükseltip yaymak için kâfirlerle harb esnasın­da esir alınan ve harbde bulunan müslüman askerlere hıssaları nisbetin-de taksim ve teslim edilen erkek kimselere «köle» denir.
Câriye ; kölenin tarifi şeklinde kâfirlerden esir alınan kadırvlara da «câriye» ismi verilmiştir.
Köle ve câriye ve hükümleri ile ilgili geniş malûmat, fıkıh kitablarında mezkurdur. [78]
 

Tercümesi :

 
12 – (II) İbni Ömer (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlüllah (S.A.V) buyurduki :
«AlEâhdan başka hak ilah olmadığına ve Muhammedin Alfanın Resulü olduğuna (dil-ile) şehâdet etmeleri oluncaya kadar. Namazı dosduğu kılın-caya ve zekatı edâ edinceye kadar insanlarla muharebe etmekle emro-lundum.
— Onlar, bunları yapınca müsiümanlar hakkının iktizası   (olan had­ler) islam hakkı müstesna olmak üezere, canlarını ve mallarını benim elim­den kurtarırlar, (içlerindeki   kalblerinin-niyyetlerinin) işlerimin hisâbına ge­lince, oda Allâha aittir (zira içden olan niyyet ve gayeleri Allah bilir).»[79]
— Fakat müslim, «Ancak i s la m in hakkı müstesnadır.» Cümlesini zik-retmemiştir.[80]
 

İzahat

 
Ravi ibni Ömer hakkında kısa izahat, dördüncü (4) hadisi şerifin al­tında zikredilmiştir.
Hadisr şerifde kelime-i şahadeti söyleyinceye, namazı dosdoğru kı-lıncaya, orucu tutup, zekâtı edâ edinceye kadar insanlarla muharebe et­me meselesini şöyle anlamak icab eder :
Burada zikri geçen «İnsanlar» puta tapan müşriklerdir. Zira kendile­rine kitap verilen yahûdi ve hırıstıyanlar, Allaha şehâdet ederler. Ancak onlar Muhammed Aleyhisselâmı tasdik edip Peygamber tanımadıkça bo-vunları kılıçdan kurtulmaz. Birde tayin edilmiş bir cizye olurda onu edâ etmeyen ehli kitaplardanda kılıç kaldırılmaz.
«Namazı dosdoğru kılıncaya kadar» Cümlesindende şu hükümler an-laşılmaktadır :

  1. a) Namaz kılmayanlar, Islamin şartlarından birisini terk   ettiklerinden onlarla muharebe edilmesi gerekir.
  2. b) İmamı   şafi-î hazretlerinin beyanına göre, namazı terkedenler öl­dürülür. Zira bilerek namazı terk eden kâfir olur, diyerek fetvada bulun­muştur. Sahabeden ve diğer müctehidlerdende aynı görüşü îzah edenler olmuştur.
  3. c) Namazı kılmayanların, en azından tedib edilip dövülmesi lazımdır. Nitekim İmamı Azam hazretleri, namazı vaktinde edâ edib kılmayanların hapsedilmesi ve namazı kılıncoya kadar dövülmesi gerektiğini beyan   et­miştir.

İlgili Fetva :
Namazı terk eden zeyde şer’an ne lazım olur?
Ei-CEVAP… Tazir ve hapis lazım olur.   Fetâvâyı Abdun-ahim, C. 1,4 Bu hususda daha geniş malumat, «İslama sokulan Bidat ve Hurafe­ler» adlı eserimizle «Müiteka Tercümesi» isimli eserimizin ikinci cildinde verilmiştir.
Evet namaz, zekât, oruç ve hac gibi îmanın yaşantısını ve alâmetin: ihtiva eden bu ameller, dînin direği, Islâmm şiarı ve müminin en mühim amellerinden birer farzı ilâhîdir. Hadîsi şerifde, «İslâmın hakkı müstesna­dır.» cümlesine gelince, Allâha ve ahiret gününe inanan her mümin, Kur’anı kerimde açık ve kesin olan ilâhi emir ve nehîlerden hiç birini inkâr ede­mez. İstisnasız Kur’anı kerîmin hükümlerinin hepsini kabul eder ve güzel görür.
Şayet Kur’anı kerimde beyan edilen ilâhî hükümlerden herhangi biri­sini bir kişi inkar eder veya tahkir ederse, işte o kimse, islâmın hakkına tecâvüz ettiğinden mürted olur. Öldürülmesi gerekir.
İslâmın hakkına tecâvüz eden kimse, daha evvel kelimei şehâdet ge­tirse dahî, böyle kimse, mürted olduğundan İslâmın kılıcından kendini kur­taramaz. Evvelâ Küfür ve irtidâdından nedamet edib islâmın hükmüne dönmesi teklif edilir. Şayet rucû etmezse, hemen boynu vurulur.
Nitekim bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur :
«Bir kimse dînini tebdil eder müfted olursa, onu hemen öldürün.»[81]
Diğer hadîsi şerif meali :
«Allahdan başka ilah olmadığına ve benim onun Resûlu olduğuma şe­hâdet eden bir müsEümanın kanını akıtmak, ancak üç sebebden bîri ile olur.
— (Bunlarda) Zina eden dul (evli veya evlenib boşanmış kimse), cana karşı canla mukabele (kısas) ve dînimi bırakıb cemaatı (islam cemaatını) terk eden kimsenin (mürtetdin kanı helal £>lur.)»               Buhârî, Müslim
Hadîsi şerifin bu son cümlesi ile hüküm istinbat edip icrayı hüküm­de bulunan ilk müctehid ve mücâhid, Hz. Ebû Bekir (R.A) olmuştur. Hz. Ebû Bekir Hilafete geçirildiği zaman, bakdıki insanların bir kısmı zekat ver­mekten kaçınıyor. Hemen ashabı kirami toplayıb bir hutbe îrad etti, bu hükmün hakikatini anlattı ve Allâhın emri olan zekatın en azını dahi bı-rakmıyacağını, tek basmada olsa, fakirin hakkı olan zekatı alıp ehline ve­receğini beyan etti.
İşte bu hareket, islâmın hakkı olan zekâtın edası için icra edilmiş en güzel cihad ve mücâdeledir. İslâmin hakkı, kıyamete kadar böylece koru­nacaktır. [82]
 

Tercümesi :

 
13 – (12) Enes (R.A) den mervidir, demiştir:
Resûlüllah (S.A.V) buyurduki :
«Bir kimse, bizim namazımızı kılar, kıblemize İstikbâl eder ve kesdiği-mizi yerse. İşte bu müsiüman, Allanın ve Rasûlünün zimmetinde (sigorta­sında) dır. Binâenaleyh Aflâhüteâlânın zimmetinde (olan müslümana dil uzatarak) hainlik etmeyiniz.» [83]
 

İzahat

 
Râvî Hz. Enes (R.A.) hakkında gerekli bilgi 7. hadisi şerifin altında zik­redilmiştir.
Bu hadîsi şerifde de gayet açık ve seçik bir şekilde beyan edilmiştir-kt, kıbleye dönüp namazını kılan, kurbanda kurbanını kesen ve kesilme şartlarına riâyet ederek hayvanı kesen ve müslümanfann kesdiklerinr yiyen kimseler^ Ailâhın hâlis kulu peygamber efendimizin sâdık ümmetlerinden dirier.
Binâenalehy böyle müminlere dil uzatıp, iftira ve isnadlarla küfür kelimesini veya kâfir damgasını söyleyip vurmanın asla doğru olmadığını ve olamıyaoağını açıkça ifâde etmektedir. Zira o müminler. Allanın ve Re­sulünün sigortasjndadırlar.
Akâid kitaplarında uzun uzun İzahlar ve misallar yazılmış ve beyan ediimiştirki, ehli kıbleden her hanki bir müstümana asla kâfir denilemez. Günah işleyenlerine âsî ve mücrim denir. Yani mümindirler, fakat günah­kar ve âsî mümindirler.
Esasen akıllı mümin, bu hükümlere mümasil bilgileri kendisinde top­lar, hiç bir mümine «kâfir» diyemez. Zira başkasına kâfir diyenler, kendi­leri kâfir olurlar.
Daha geniş malûmat, «İslama Sokulan Bid’at ve Hurâferler» adlı ese­rimizin birinci cildinde beyan edilmiştir[84]
 

Tercümesi :

 
14 – (13) Ebû Hüreyre (R.A) den mervidir, demiştirki :
Bir Ârâbî (bedevi bir arab) Nebiyyi Ekrem (S.A.V) efendimize geldi ve dedi :
«Bana bir amel delâlet et (öğret) ki, ben o ameli işlediğim de Cenne­te gireyim.»
Resûlüllah   (S.A.V) de buyurdu :
«Âllaha (C.C) ibâdet edersin ve ona (Allaha) hiç bir şeyi şerik koş­mazsın, farz namazları kılarsın, farz olan zekâtı edâ edersin ve Ramazan orucunu tutarsın.»
Bunun üzerine Ârâbı dediki :
«Nefsim yedi kudretinde olan Allâha yemin ederimki, bunun üzerine hiç bir şeyi ben ziyâde edemem (yâni, bundan fazlasını işleyemem) ve bundan da noksanlaştırmam.»
Vaktaki o Ârâbî döndü gidiyor idi, Nebiyyi muhterem (S.A.V) efendi­miz : [85]
«Bir kimse, Cennet ehlinden bir kişiye bakmakla sürurlanmak isterse, işte bu adama baksın, buyurdu.»   [86]
 

İzahat

 
Râvî Hz. Ebî Hureyre hakkında üçüncü hadisi şerifde gerekli bilgi zik­redilmiştir.
Hadîsi şerifde beyan edilen Allâha ibâdet ve kullukdaki ihlas ve ona hic bir şeyi şerik koşmamak, îman ve ibâdetin en üstünü ve bütün ha­yırların ekmelidir. Zira îman ve ibâdetin ihlasa bağlı olup şirkin her çeşi­dinden kaçınmak kulluğun en yüksek mertebelerindendir.
Bir âyeti kerîmede meâlen şöyle buyuruSmuştur;
«Her hangi bir kimse, Rabbisine kavuşmayı arzu ederse, sâlih bir amel işlesin ve Rabbisine yapdığı ibâdete hiç kimseyi ortak   koşmasın» Kehf sûresi, 110
Şu halde Allâha kul :olan bir kişi. Şirkin eşed ve büyüğü olan puta, ateşe, leşe, resim ve heykele tapmayı yapmadığı gibi şirki hafi olan riya­karlığı (gösterişi) de yapmaz.
Arâbînin sayılan ibâdetlerden fazla eksik yapamıyacağını beyan et­mesi ise, ya daha fazlasını yapmaya takati olmadığındandır veya o ibâdet­lerden fazia veya noksan yapacak olursa, Resulü ekrem efendimize saygı­sızlık yaparak isyan etmiş olacağındandır.
Resûüflâha sorduğu ve taleb ettiği hüküm karşısında hulus ve sadâ-kaîla tesiimiyyetini gören peygamber, o zatı gösteriyor ve «Bir kimse cen­net ehlinden bir kişiye bakmakla sururlanmak isterse, işte bu adama bak­sın» buyruyor.
Bu cümleleri okuyup iyi düşünen her mümin, Allâha ve Resulüne inan­madaki sadâkatini ve ilâhî emirlere itaatinin ne derece olduğunu düşünür. Düşünür ve araştırırda kendinin ihlaslı ve rızayı bâriye uygun ameli olup, olmadığını, dolaysiyle cennet ve cemâli ilâhiyye nimetine nâiliyyetini umar. [87]
 

Tercümesi :

 
15 – (14) Abdullah Essekafînin oğîu Süfyan (R.A) den rivayet olun­muştur, demiştirki :
«Ben dedim; Yâ Resülellah! Bana islamdan bir söz söyleki, senden son­ra hiç bir kimseden sormayayım. Bir rivayette senden başkasından (sorma­yayım).
Resûlüllah (SAV) buyurdu :[88]
«Allâha îman ettim, de. Sonrada Müştekim (dosdoğru) ot.» [89]
 

İzahat

 
Râvî kimdir?
Süfyan bir Abdullah Es sakafî (R.A), taifli müslüman sahabelerdendir, Resulü Ekrem efendimizle bir çok sohbette bulunmuşlar, rivayet ettiği hadisi şeriflerin en meşhuru yukarda mealini arz ettiğimiz hadisi şerifdir.
Hz. Süfyan (R.A) emirül müminin Hz. Ömer (R.A) in hilâfeti zamanında tâıf valisi olmuştur.
Râvi Hz. Süfyanın saf ve idraklı bir kişi olması hasebiyle resulü ekrem sallallahü aleyhi vesellem efendimize islam hakkında cok fevkalade bir sual soruyor. Öyle bir sual ki, kendisine ve ümmete garenti ve aydınlık getiren bir sual.
Resulü Ekrem efendimizde ona cevab vererek ümmetine nur saçan kıy­metli yolu şöyle tarif ediyor.
«AlEahü teâlaya îman ettim, de. sonrada istikâmet et.»
İman hakkında yukarda cibril hadisi olan ikinci hadisi şerifde gerekli malumat verilmiştir.
İstikâmet : İlahi emirlere imtisal edip nehiylerinden kaçınmaktır.
Bu tarifin içine, kalblerin ve bedenlerin amellerinden oian îman, islam, ihsan ve emsali iyilikler girer. Zira istikamet, bütün eğrilik ve kötülükleri terk edip iyi ve hayır olanlara inanıp amel etmekle olur.
Şayet kötü ve fena olan şeylerden bir şeyin bulunması olursa, bu takdir­de istikamet yok olur. Fenalık ve dalâlet ortada cereyan eder.
İstikamet halinde yaşamak çok güç ve zordur. Zira beşer hak yolda devam edip dünkü gün ve amellerinden bu günkü amelleri daha iyi ve riaha güzel, İslama ve hakkın rızasına uygun olacaktır.
Bu sebebden dolayı Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Beni, hûd sûresi kocaltdı.»
Sûre-i Hûdun kocaltmasından maksad, o sûredeki şu maldaki istika­met emri idi :
«Habibim emrolunduğun gibi istikâmet et.»
Resulü Ekrem efendimiz hâşa eğri yolda değildi. Doğru yolda idi. Bura­daki emir her ne kadar Resûlüllahın kendisine isede, «Kızım sana söylüyo­rum, gelinim sana» kabilinden, bu emri ilahi doğrudan doğruya ümmetlerine-dir.
Ama bununla beraber, ilahi emre muhatap olup teklifi ilâhinin en güzel şekilde ifasının güçlüğü elbette Allahın Resulünü düşündürüyordu.
Fahrüddini Razî Hz. diyor ki : «İstikamet, çok güç ve zor bir iştir. Zira İtikat ve inançda cenabu hakkı bir şeye teşbih etmekden, muattal nisbotin-den, suret ve siretlere kıyas etmekden kaçınarak ilâhi emirleri tağyir ve teb­dil etmeden olduğu gibi işleyip’ahlakî görüş ve yaşantılarda ifrad ve tef-riddan uzak olmak üzere gereken çok ciddi bir iştir.»
İmcimi gazali Hz. de diyor ki : Dünyada doğru yol üzere istikamet et­mek cehennem sıratından geçmek gibi güçtür. Bunların her ikiside kıldan ince kılıçdan keskindir.
Nitekim bir hadisi şerifde Resûlüilah (S.A.V) efendimiz şöyle buyur­muştur :
«İstikamet ediniz, gayret ediniz. Zira hakkı ile istikamet etmeğe kadir olamazsınız. Fakat hakkı ile itaata yetişip ulaşılamıyanın hepsi, tamamen terk edilmez.» [90]
Ehli takva mutasavvıflarda şöyle demişler :
«Bir istikâmet, bin kerametten hayırlıdır.»
Evet Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimiz istikametle emro-lunmuştur. ^erâmet izharı ile emrolunmamıştır. Aslında istikamet sahibi olan her kişide keramet zuhur eder. .Fakat keramet iddiasında bulunan her in­sanın durumuna bakılır. Eğer îtikat ve ameli şeriata uyuyor ve istikamet üze­re devam ediyor ise, keramet olur. Şayet îtikat ve ameli istikametde olma­yıp kötü yolda ise, onun iddiası batıldır ve kendisindeki görülen fevkalade haller, kâfir ve zalimlerde görülen ve «istidrac» ismi verilen zuhuratlar­dır.
Esasen Peygamberlerde Mucize, Velilerde keramet, kâfir ve zalimlerde, istidrac gibi haller her zaman ve devirlerde görülmüştür. Böyle harikalar hakkında gerekli malumat «Islâmda Evliya meselesi ve Hârikalar» adlı ese­rimizde beyan edilmiştir.
İstikamet : Kalbde ve amelde olmak üzere ikiye ayrılır.

  1. a) Kalbdeki istikâmet : doğru ve iyi olan şeyler üzerine kalbin karar ve sebat etme hâlidir.
  2. b) Amelde istikamet : Amellerin, islâmın beyan ettiği doğru yol üzerine olup ihlas ve hulusla yapılma halidirki, riya, süm’a dünyevi bir garaz ve ta­lep olmadan sırf rızayı bari için yapılmasıdır.

Kalblerin istikametli olması, amellerin istikametli olmasını sağlar. Şayet kalbler istikamet üzere olmazsa, amellerde istikametli olmayıp bâtıl ve atıl olur.
Bu hususu Resulü Ekrem efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle beyan buyurmuşlardır :
«Kulun (Kalbindeki) îmanı, istikametli olmaz. Tâki kalbi istikametli ola. Kalbide istikametli olmaz, tâki dili istikametde ola.»
Hadisi şerifde açıkça izah edildiği üzere, bir kişinin îmanının istikamet­ti olması, kalbinin temiz ve stikarhetli olmasına bağlıdır.
Yine bir kimseninde kalbinin istikametli ve düzgün olabilmesi, dilinin is­tikametli olmasına bağlıdır.
Binaenaleyh bir kimse, dili ile yalan, dolan, iftira, tezvir ve küfür keli­melerini söyler bir tarafdanda «Benim dilime bakmayın, benim kalbim te­miz» derse yalan ve aldatıcı bir ifâdede bulunmuştur. Zira insanın dili, kalbi­nin tercümanıdır.
Şu halde bir kişi, dili ve fîli ile kötülük işleyor veya kötülüğü işleyenleri tasvip ediyorsa, işte o kimsenin kalbi ve niyyetide aynı kötülük içindedir.
Hülasa dünya ve ahiret seâdetini temin etmek için, sağlam bir îmandan sonra istikâmet ve doğruluk üzere olmak kurtuluşun tek yoludur.   [91]
 

Tercümesi :

 
16 – (15) Talha bin Ubeyduliah (R.A) den mervidir, demiştir : Necit halkından sacı darma dağınık   (fakir) bir kimse,     Resûlüllah ‘(S.AV) efendimize geldi. Uzaktan sesini karma karışık duyuyor, fakat ne söylediğini anlamıyorduk. Nihayet (Resûlullaha) yaklaştı. Meğer islâmın ne olduğunu- soruyormuş. (Bu suâline karşı) Resûullah (S.A.V) : «Bir gün bir gecede beş (vakit) namaz» buyurdu.
— (Adamcağız) : «Üzerimde bu namazlardan başka (Namaz da) ola-cakmı?» diye sordu.
— Resûlüllah (S.A.V) :
«Hayır, meğerki nafile olarak kılarsan (yani, kendin fazladan kılarsan başka) cevabını verdi.
— Ondan sonra Resûlüllah (S.A.V) : «Birde senede (biray) Ramazan Orucu» buyurdu.
— (Adamcağız yine) : «Üzerimde bundan başkasıda olacakmı?» diye sordu.
— Ö da (yani, Resûlüllah da) : «Hayır, ancak nafile olarak edâ eder tu­taçsın» cevabını verdi.
— Talha (R.A) derki «Resûlüllah (S.A.V) Zekâtıda ona söyledi.
— (O adam yine) : «üzerimde bundan başkasıda olacakmı?» diye sor­du.
— Yine Resûlüllah (S.A.V) : «Hayır, ancak nafile (sadaka) olarak ve­rebilirsin.» Cevabını verdi.
— Bunun üzerine (Necitli fakir) : «Vallahi bundan ne fazla, ne de ek­sik bir şey yapacak değilim.» diyerek ve arkasını dönerek gitti.
— Resûlüllah (S.A.V) o adamın sözünü duyunca) :[92]
«Eğer doğru söylüyorsa, feîah buldu gitti» buyurdu : [93]
 

İzahat

 
Râvî kimdir?
Hz. Taiha (R.A) aşere-i mübeşşereden birisidir. İlk müslümaniardandır. Bedir savaşından başka bütün savaşlarda hazır bulunmuştur. Bedir Mu­harebesinde bulunmadığı halde peygamberimiz önada ganimetten nasîbmi vermişti.
Uhud Muharebesinde Hz. Taiha Peygamber sallallâhü aleyhi veseileme atılan bir kılıcı kolu ile müdâfaa ettiği için çolak kalmıştı.
Hz. Tatha, otuz sekiz (38) hadîsi şerif rivayet etmiştir. Yedisi Buftârî ve müslimde, ikisi Buhâri ve biriside müslümde mezkûrdur.
Hz. Taiha (R.A) Hz. Ali (R.A) nin hilâfeti zamanında vuku bulan ve «Cemel vak’ası» diye isimlenen vak’ada altmış yaşlarında oldukları halde Mervanın oku ile şehid olduîar. Allah ondan rözi olsun.
Yukardaki hadîsi şeîfi sormaya gelen müslümanın hâli, çok dikkat ge­reken ve düşünülmesi lâzım olan haldir. Adamcağız Tâ Necid çöllerinden kalkıyor, gece gündüz günlerce yol yürüyüb geliyor. Ve kendisinin seâdetini temin edecek îman ve amei meselelerini teker teker soruyor. Aldığı cevap­lara itiraz etmediği gibi tam bir inkıyadla, hiç eksiltme ve fazlalaştırmada bulunmadan buyuruiduğu şekilde yapacağını teahhüd ediyor ve gidiyor.
İşte bu hal ve hareket ilim tâlim edenler ve edeceklere, ilim sahibi ulema ve bilginlere sual soracaklara ve sorup öğrendikten sonra ne şekilde hare­ket edilmesi gerektiğini bilmeyenlere, en güzel ve en doğru bir örnektir.
Ataların bir sözü vardır : «Anlayana sivri sinek saz, Anlamiyana davul zurna azdır»
Hadîsi şerifin ihtiva ettiği hükümler hakkında gerekli malumat, baş ta-rafdaki hadîsi şeriflerin îzah bölümünde beyan edilmiştir. [94]
 

Tercümesi :

 
17 – (16) İbni Abbas (R.A) den mervidir, demiştir : Abdul kays kavmi (Bahreyn taraflarında) Nebiyyi Muhterem (S.A.V) efendimizin huzuruna geldikleri zaman :
— Resûlüllah (S.A.V) : «Siz, kimlerdensiniz?» yahut «Nerenin cemaatı­sınız?» diye sordu.
— Resûlüllah (S.A.V) : «Hoş geldiniz. (Allah sizi) utandırmasın, Peşîman ettirmesin.»   buyurdu.
— Bunun üzerine (Müsafir olan cemâat) : «Ya ResÛlelleh, biz sana yalnız haram aylarda gelebiliriz. ,BUirsinki) aramızda kâfir olan Mudar (ka­bilelerin) den şu cemâat vardır. O halden bize kesin bir şey emir buyurda, geride kalanlarımıza haber verelim, o sebeblede Cennete girelim.» dediler.
— (Nebiyyi Muhterem A.S.V) e, İçkileri (yahut içki kaplarını) da sordu-
— (Resûlüllah; (S.A.V), onlara dört şey emretti ve dört şeydende neh-yetti. Onlara yalnız Allâha İman ile emrettikten sonra;
«Bilirmisiniz her şeyde tek Allâha îman etmek ne demektir?» diye sordu.
— (Onîarda), «Allah ve Resulü bilir.» dediler.
— (Resûlüllah S.A.V) : «AElâhdan başka Hah olmadığına ve Muhamme-din Resûiüllah olduğuna şahadet etmek. Namaz kılmak, Zekat vermek, Ra­mazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini (1/5 ni) vermektir.» buyur­du.
— Keza onları {dört şeyden yâni) içi sırlı ağzı yanından yapılmış kır­mızı veya yeşil toprakdan yapılmış testi, Testi makamında kullanılan boş kuru kabak, şıra koymak, için içi oyulmuş ağaç parçası, Ziftle {kara sakızla) sıvanmış testi {denilen kaplara, hurma, yahut üzüm şırası : Şarab koymak) dan nehyetti.
— İbni Abbas (R.A) in Müzeffet yerine mukayyer (zift manasına olan kâr veya kîr ile sıvanmış testi) dediğide mervidir.
— Resûlüllah (S.A.V) :
«Bunları hıfzedin ve sizin yanınızda olmayan kimselere haber verin.» buyurdu. [95]
Bu hadîsi şerifin lafzı Buhârinindir. [96]
 

İzahat

 
Râvî kimdir?
İbni Abbas (R.A) Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimizin am­casının oğlu Abdullah (R.A) dır. Hicretten üç sene veya beş sene evvel dün­yaya gelmiştir. Peygamberimizin öhirete irtihalı sırasında on üç (13) veya on beş (15) yaşlarında idi.
Hz. Abdullah (R.A) bu ümmetin en âlim ve fazıllarındandı. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimiz bunun ilim ve hikmet sahibi ve fıkıh İfmine âlim olmasına dua etmişti. Tefsir ve tevîlide iyi bilirdi. Peygamberimi­zin yanında çok bulunurdu. Bu sebeble vahyi ilâhiyi getiren cebrâil Afeyhis-selâmı iki sefer ‘görmüştü.
Hz. Ömer, halifeliği zamanın da büyük ve dev sahabelerin yanında genç yaşda olan bu zatı yanına olurdur ve kendisi iie istişare ederdi.
Beyaz tenli, uzun boylu, yüzü nurlu ve dili fasih bir zad idi. Ömürlerinin sonunda gözlerine âma arız olduğundan görmezlerdi.
Hz. Abdullah (R.A) bin altiyüz altmış (1660) hadisi şerif rivayet etmiş­lerdir.
Cuma günü hutbede hulefa-i reşidin ve sultanlara dua etmek, sahabe arasında Abdullah bin Abbas tarafından yapılmıştır. Basra valisi iken Haz-reti Ali hakkında dua etmiştir. Bundan evvelde Hz. Ömerin (R.A) hilafeti za-nanında aynı yerde Ebû Musa ef Eş’arî yapmıştı. Bu günkü hutbenin so­nunda veya içinde yapılan emsali dualar, bu zamana ve bu şahısların yap­akları dualara iltihak ve istinad etmektedir.
Hz. Abdullah (R.A) yetmiş yaşlarında oldukları halde atmış sekiz (68) sene-i hicrîde Taifde vefat etmiştir. Allahüteâla ondan razı olsun.
Hadisi şerifin baş tarafında geçen cümlelere dikkat etmek lâzımdır. Zira Resulü ekrem efendimiz, huzuruna gelen misafirlerine kimler oldukla­rını soruyor.«ve merhaba hoş geldiniz. Allah sizi utandırmasın, peşiman et­tirmesin» diyerek iltifat ediyor ve haklarında hayırlı duada bulunuyor.
Bir müslümanın huzuruna veya ev ve dükanına bir müsafir geldimi, böyle iltifat edip iyi mukabelede bulunarak hal ve hatırlarını sorup dilek ve temennilerine takati nisbetinde cevab vermek gerekir.
Rasûiüllahm huzuruna glen misafirler her zaman gelemediklerini an­cak tâ eski devirlerden beri devam ede gelen ve insanında ilk zamanların­da muharebe etmenin haram olduğu malum olan zil’kâde, zilhicce, muhar­rem ve receb aylarında ancak gelebildiklerini beyan etmeleri, şâyani dik-katdır. Zira diğer aylarda geilrlerse, kâfirlerden mudâr kabilesinin tecavu-zuna uğrama tehlikesi olduğu anlaşılıyor.
Burada muharebe etmenin haram olduğu aylar hakkında bir kaç satır izahatta     bulunalım.
Kur’anı keıimde şöyle buyurulmuştu :
«Muhakkak gökleri ve yeri yarattığı günden beri kesin hükmünde ay­ların sayısı, Allah katında on iki (12) aydır. Onlardan dördü (zilkade, zil­hicce, muharrem ve receb) haram olanlardır. Bu ayların {içinde muharebe­nin) haram kılınışı (İbrahimden gelen) doğru dinin bir hükmüdür. Bu se-bebden bilhassa bu aylarda nefislerinize (bir birlerinize) zulmetmeyiniz. Bununla beraber, müşrikler sizinle top yekûn harp ettikleri gibi, sizde on-farfa topunuz harp ediniz. Ve bif.inizki Allah (cc.) fenalıklardan sakınan­larla beraberdir.» Tevbe Sûresi, 36
Cahil, kâfir ve müşriklerin beytullahı ziyarete gelenlere ezâ ve cefc vermelerinden dolayı cenabı hak harp etmenin, ezâ ve cefada bulunmanın yasak ve haram olduğu ayları tayin ederek beytullahı ziyarete gelecekleri korumuştur. Bu hüküm islam’ın mekke devrinde ve Medine-i münevverenin ilk günlerinde aynı devam ediyordu.
Sonra hükmün değişmesi ve haram ayların kaldırılması halinde müş-. riklerin öldürülmesi gerektiği beyan edilmiştir. Bu hükmü beyan eden âyet­ler şunlardır :
«Eğer (o müşrikler) tevhid ve hicretten yüz çevirirlerse, onları buldu­ğunuz yerde yakalayın, tutun ve öldürün. Onlardan ne bir dost nede bir yar­dımcı edinmeyin.»   Nisa sûresi, 89
Diğer âyeti kerime meali :
«(Dkunulması) haram olan o aylar {zilkade, zilhicce, muharrem ve re­ceb) çıktını zaman artık müşrikleri, onları nerede bulursanız   öldürünüz.»Tevbe sûresi, 5
Evet islamın ilk zamanlarındaki haram aylara tazim etme hükmü, son zamanlarında kaldırılmış ve neshedilmiştir. Kaldıran âyeti kerime de bu son âyetdeki, «artık o müşrikleri, onları nerede bulursanız, öldürünüz.» Hükmü ilâhi olduğu beyan edilmiştir.[97]
Hadisi şerifdeki birinci dört emri beyan sadedinde Rasûlüllahın, «bilir-misiniz, her şeyde tek olan Allaha iman ne demekdir?» Sualine kendileri iman edip huzuru Resule geldikleri halde «Allah ve Rasûlü bilir» demeleride edep ve hürmetlerinden idi. Bir büyüğün huzurunda işte böyle hareket edi­lir. Nasibi olanlar bu edepli hareketden hisselerini alırlar.
Yoksa b;’en fâzıl kişilerin huzurlarında onlardan küçük ve mertebece aşağı olanların, bilgiçlik taslamaları veya onlara saygı hududunu aşarak ko­nuşmaları, uzak yerlerden gelen bu kemallı insanların halinden çok ve çok aşağı ve bir edepsizlikdir.
Şu dünyada aradım kıldım taleb,
Her hüner makbuldür ama illa edep, illâ edep.
Peygamberimiz bu edepli cemaatına dört emri beyan ettikden sonra, nefsin arzu ve emelinden ve şeytanın amelinden olan şarabınyapımı, mu­hafaza edilişi ve taşınışı, yani alınışı, satışı, içimi ve emsali kötü amel ve fiillerden nehyetmişti.
Şarap ve emsali sarhoş eden şeylerden RasûlüNah (S.A.V) efendimiz yasaklıyor «ve hükümleri iyi muhafaza edin, gidiniz orada kalan müslü-manlara haber verin» diyerek islamın tebliğ vnzifesinide bırakmamalarını ehemmiyetle tavsiye ediyor.
Evet şarabın ve emsali Sarhoş eden şeylerin iv^i haramdır. Şarob kadiyetle necisdir. Alınması, satılması, hamallığı ve vesair ameller haram­dır.
Fakat şarabdan başka sarhoş edenlerin içimi haram oimak-n beraber başka yerlerde istimalları ve satışları, ihtilaflıdır. Daha geniş malumat, fikıh kitablarında mezkûrdur. Bizim «Mültekâ tercümesi» adlı eserimizin dördün­cü cildinin «İçkiler Bahsinde» de beyan edilmiştir.
Allah ve Resulüne îman etme keyfiyyetini buyuran Resulü okrem efen­dimiz, Kur’an âyetlerine işaret etmektedir.
«Artık (Ey Resulüm!) şunu bflki, Allahdan başka ilâh yoktur.» Muhammed sûresi, 13
Resulü ekrem efendimizin AMâhın Resûlu olduğunu beyan eden ilah’ âyet meali :
«MHAMMED (A.S) Allâhm Resulüdür.» Fetih sûresi, 29[98]
 

Tercümesi :

 
18 – (17) Ubâde ibni Essamit (R.A) den mervidir, demiştir : Resûlüllah (S.A.V) etrafında ashabından bir takım kişilere buyurduki : «(Ey cemâat!) hiçbir şeyi Aliâha şenik koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, evladınızı   öldürmemek, kendinizden     uydurduğunuz şey-lerEe hiç kimseye iftira etmemek ve meşru olan bir şeye karşı isyan etme­mek üzere bana bîat ediniz.
— Binâenaleyh eğer sizlerden bir kimse, bu saydıklarımı yerine geti­rirse, onun ecir ve ssvâbı AÜâhü teâiânm üzerinedir. Ve bir kimse, bu say-tiikianmdan birini   (haramı)     işlerse,   dünyada   o işlediği şeyin cezasını görür. Dünyada ikab olunursa, işte o (ikab) onun günâhına keffârettir.
— Ve eğer içinizden birinin işlediği bir suçu cenâbu hak örterde dün­yada cezasını görmezse, onun işi (Cezası veya afvi) Aliâha aittir, Cenâbu hak onu dilerse afveder, dilerse azâb eder.[99]
— Ashabı kiramda : Bizde bu şartlar üzerine bîat ettik (dediler).» [100]
 

İzahat

 
Râvi kimdir?
Hz. Ubâde (R.A), medine-i Münevvereli ashabı kiramdan, Mekke-i mü-kerremeye iman edip bîata gelenlerdendir. Birinci, ikinci ve üçüncü akabe bîadlarında bulunmuştur,
Bedir ve diğer muharebelerin hepsinde hazır bulunan çok temiz bir sa-hâbî idi.
Hz. Ömer (R.A), hilâfeti zamanında bu zatı şama hakim ve muallim ta-Yin etmişti. Humusda ikâmet etti. Sonra füistine nakli mekan ettiler ve ora-
da ramle veya beyti makdis de yetmiş iki (72) yaşında iken otuz dörî (34) hicri senesi vefat etmiştir. Allah ondan razı oisun. Pek çok sahabe ve tabi­in bu zattan hadis rivayet etmişlerdir.
Hadisi şerifde, Resulü Ekrem efendimiz sahabesinden bir gurubuna sözlü muahedede bulunarak «Alfana hiç bıîr şeyi şerik koşmamalarını, hırsız-hkda bulunmamalarını, zina yapmamalarını, evtad’cnnı (çeşidili nedenler-ie) öldürmemelerini, kendileri tarafından uyudurulan İftiraiarEa bühtanda bu­lunmamalarını ve maruf (iyi, hayır) olan şeylerde Allaha isyan etmemeleri­ni» beyan buyurmuştur.

  1. a) Allaha şirk, celî ve hafî olmak üzere ikiye ayrılır.

Şirki celî : Puta, ateşe, ölüye, diriye, heykele, resim ve cisimlere tapın­ma şeklidir. Bu tapışda bulunan müşrikleri Allahü teâla asla afv etmez. Cehennemde ebedidirler.
Kur’anı kerimde şöyle buyurulmuştur :
«Muhakkaktı Allah, kendine şerik (ortak koşanları,) bağışlamaz.»
Ve şirkin en büyük çirk ve zulüm olduğu şu âyetlerde beyan edilmiş­tir :
«Bir vakit lukman, oğluna öğüt vererek şöyle demiştir :
— Ey oğulcağızim! Allaha ortak koşma, Çünkü Allaha ortak koşmak (şirk) çok büyük bir zulümdür»                                      Lukman sûresi, 13
Bu hükümlerde okuduğumuz üzere hakiki kul, hic bir şeyi Allaha or­tak koşmaz ve-koşmaya çalışmaz. Aynı zamanda Allaha ortak koşmayı em­reden, âmir ve baba anada olsa itaat etmez ve öyle kişilerin sözlerine ku­lak vermez.
Bir âyeti kerime meali şöyledir :
«Şayet ana ve baban bilmediğin (hiç kıymet vermediğin put ve emsalin­den ve şirkden ibaret olan) bir şeyi bana ortak koşman ,için seni zorlarlar-sa, bu takdirde onlara itaat etme.»     Lukman sûresi, 14
Evet Akıllı insan, hiç bir faide ve zarar sağlamıyan ve sağlamıyacak olan putlara, heykel ve resimlere kiymet vermez ve tapmaz. Onların hu­zurunda saygıda durup onlardan bir şeyler beklemez. Esasen o put bir kişi ise, ölümden kendini kurtaramıyan zavallı ve aciz bir yaratık olduğunu bilir. Asla tapmaz.
Şirk ve putpereslik hakkında Kur’anı kerimde pek çok hâdise ve jbret alınacak kıssalar vardır. En başda gelen ve gayet açık olanı, İbrahim Aleyhis selamın putları kırıp en büyüğünün boynuna kırdığı aleti koyup sonra müş­riklere «Mademki bu sizin AIEahınızdır. Bunlara yapılanı size anlatsın.» Gibi ifadelerle müşrikleri rezil ve mahcup etmesi hâli, cok ve çok acaibdir.
Bu kıssayı okumak isteyen kardeşlerimize Enbiya sûresinin, 57-70. Ayeti kerimelerini ve ya meal ve izahlarını okumalarını tavsiye ederiz.
Şirki hafi: Açıkdan şirk olmayıb, gizli şekilde olan şirktirki, bu amel küf­re varmamakla beraber ahirette, işlenen iyiliklerin mükâfatı, sahibine veril­meyeceği’, kim ve ne maksadla yapıldı ise onlardan ecirlerin İstenmesi hu susunda halikı zülcelâl, kime beğendirmeye çalışıldı ise, onlara göndere­ceği şer’î hükümlerde beyan edilmiştir. İşte bu amelin adına, «Riya^> denir.
RİYA : Ahiret ameli ile {dünya menfeatını arzu etmektir. Yani, ahiret ameli olan ibâdet, hayır hasenat, iyilikler ve her çeşit ahiret amelini işleyen kişi, gösteriş ve başkalarına beğendirme veya başkalarının yanında öğün-me maksadına matuf işlenen amellerdir ki, görünüşde ahiret ameli iken, bir dünyalığa kavuşmak maksadına bağlı olması hasebi ile dünya amelidir.
Namaz, niyaz, teşbih, tehlil, evrad, ezkar, hayru hasenat ve her çeşit ahiret amellerini sırf «iyi adam» desinler, insanların yanında iyi görünmek maksadı ile gösteriş olarak yaparlarsa, işte bu adamların yapdıkları amel­ler, katıksız «Riya» dır ki, bu şekildeki ameller, Münafık huylu insanlarda da­ha çok görülür.
Riya ile amel edenlerin halleri, hiçde iyi değildir. Kur’anı kerimde ve hadîsi şerifler de bu zavallıların perişan halleri açık açık beyan edilmiştir.
Bir ayeti keriymede şöyle buyurulmuştur :
«Şiddetli azab (nifak maksadı İle) o namaz kıîanlaraki, Onlar, namaz­larından gaHEcLİrter. Onlar, (namazları ile insanlara) gösteriş yaparlar.» Maun sûresi, 4-6
Diğer ayeti kerîme meali :
«Bu sekebEe her kim Rabbisine kavuşmayı arzu ederse, sâiih bir antet iştesin ve Rabbssjne yapdığı ibâdete (Riya ile) hiç bir şeyi ortak koşmasın.» Kehf sûresi, 110
Bir hadîsi nebevîde de şöyle buyurulmuştur: «S[zin fiçin en çok korktuğum şey, şirki asğar : Küçük şirktir.
— Ashabı kiram dediier ki ; Ya Resûfellah! O şirki asğar : Küçük şirk nedir?
— ResûEüHah (S.A.V) : Riyadır ki, Hak tealâ insanları amellerine karşt-Uk cezalandıracağı zaman (Ahirette) riyakarlara : Dünyada gösteriş yapdı-ğmız kimselere gidin, onların yanında bjir mükâfat butabilecekmisiniz? bu-Vuracakttr, dedi.» [101]
Riya hakkında geniş malûmat, ilerdeki ciltlerde bahsî mahsûsunda ge­rçektir. Ayrıca kısada olsa, yukarda birinci ve ikinci hadîsi şeriflerin İzah kısmında bir nebze bahsedilmiştir.

  1. b) Hırsızlık yapmakda, islamda en kötü amel ve hareketlerdendir. Hırsızlık: Başka bir kimsenin malını gizlice alıp kaçmaktır. Böyle hır­sızlığı yapanların cezaî müeyyidelerle cezalandırılması lazımdır.

«Erkek hırsızla kadın hırsızın, yaptıkları hırsızlığa karşıhk, ASlahoan bir azab /olmak üzere (sağ) Eslerini kesin.»                             Mâide sûresi, 38

  1. c) İslamın haram kıldığı ve Adem Aleyhisselâmdan Muhammed Aley-hisselama kadar bütün dinlerde yasaklanan zina, Şer’i nikah bulunmayan ve nikahlanma izni Şer’isi olmayan kadın ile erkeğin cinsi     münasebetde hulunulan gayri meşru fiildir.

Zinanın haramlığını nâtık ilâhi hüküm meali :
«Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o (zina),, pek çirkin ve kötü bir yoldur.»İsrâ sûresi, 32
Diğer âyeti kerime meâü :
«(Bekar olupda) zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Alîaha ve âhireî gününe inanıyorsanız, bunlara AKahın dini hususunda (emri ilâhiyi yerine getirmekde) merhametiniz tutmasın. Mümin­lerden bir toplulukda bunların ceza tatbikinde şâhid (hazır) olsun.» Nur sûresi, 2
Bu âyeti kerimede izah edildiği üzere zina eden erkek ve kadınlardan hiç birine, merhamet edip afv edilemiyeceğini gayet acık bir ifade ile beyan etmektedir. Hükmü ilahi böyle iken hem islamdan bahsedip, nemde hırsız­ları, katil ve canileri afv edenleri ve bu afv edenleri tasvip edenler, en azından büyük cürüm işleyen ve papazların yolunu-takip eden zalimlerdir. Kendilerini Allahın üstünde gören ve görmeye, göstermeye çalışan hainler­dir.
Allanın «Afv etmeyin» diyerek kötülüğü işleyenlerin cezalarının tatbik ve infazını emir buyurması, açık ve seçiktir. Kesinlikle anlaşılan böyle hü-kümieri infaz etmek, gerçek mümin ve amirlerin vazifesidir. Aksini icra edenler veya bu fenalıkları himaye edenler zulmü alkışlayan, zâlimi seven, dîne söven alçaklardır.
Hırsız ve zânilerin cezalan ile ilgili geniş malumat, fıkıh kitaplarında mezkurdur. Bilhassa bizim tercüme ve izahını yaptığımız, «Mültekâ tercü­mesi» adlı eserimizin ikinci cildinde uzun uzun beyan edilmiştir.

  1. d) Evlatları öldürmekde, cehalet devrinde çeşidli Dedenlerle yapılmak­ta     idi.

Meselâ; Bir kısmı kız çocuklarını kendileri için zül kabul ederlerdi. Bu sebeble yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Diğer bir kısım eahiilerde rızık korkusundan dolayı çocuklarını öldürürlerdi.
İşte buna benzer sebeblerle çocuklarını öldürmemeleri için Resulü Ek­rem efendimiz müslüman cemaatdan sözlü ahd alıyor ve kendilerine ev­latlarını öldürmemelerini tavsiye ediyor.
Bu husus Kur’anı kerimde şöyle zikredilmiştir :
«Fakirlik korkusu ile (cahiiiyyet devrinde olduğu gibi) çocuklarınızı öl­dürmeyin. Onlarada sizede rızkı biz (Azimüşşan) veririz. Muhakkak ki onları öldürmek, çok büyük bıîr günahdır.» İsrâ sûresi, 31
Çocukları öldürme keyfiyeti, şimdi birde ana rahminde henüz doğma­mış çocukları ilaç vesaire ile düşürerek öldürenlerde zuhur etmiştir. Bu hu­susun haram ve caiz olmayan yönleri ile cevaz cihetlerini «Mültekâ tercü­mesi» adlı eserimizin birinci cildinin «köleyi nikahlama babı» adı altında genişçe zikrettiğimizi hatırlatırız,

  1. e) Çeşidli yalan ve uydurmalarla iftira ve bühtanda buiunmakda en şeni kötülüklerden olduğu için Resûlüllah (S.A.V)   efendimiz ahd ve biat ederek yapmamalarını beyan ediyor.

Bu iftira ve bühtan, bir kadının kötülüğünü görmeden zan ile töhmette bırakılması, keza bir erkek hakkında da çeşidli yön ve şüphelerle iftiraya gitmek gibi hallerde kötü hareketlerdir.
Cahiiiyyet devrinde bir kadın, her hangi bir yitik çocuğu veya çaldığı çocuğu getirir kocasına «işte bu çocuk benim» diyerek iddia ve isnadlarla kocasını kandırmaya çalışırdı.
İşte bu ve emsali mantık dışı uydurma ve yalanlarla bühtanda bulun/ mak adam öldürmekten daha kötü bir fenalıktır.

  1. f) Mâruf ve iyi olan şeylerde isyan etmek ise, ilâhi emirleri yapmayıp ihmal etmek, doğru işleri terk etmek, güzel ahlak yolunu bırakıp kötü ah­lakı rehber edinmektir.

Yukarda madde madde sayılan ahd nameye uyanların ecrü mükafa­tının Allaha ait bir hak ve lütuf olacağı, şayet bu fenalıkları işleyerek ahd-nâme biati bozanlar olursa, o kimselerinde dünyada bir ıkap ve cözâya carpmayıp azabı ilâhi görülmeyip Settarûluyup olan Allahü teâla o a/yıplan setrederse, böyle kişilerin hükmüde Allaha aittir. Dilerse âhirette af// eder dilerse ıkap eder.
Şirk hakkındaki kesin hüküm ise, yukarda beyan edildiği üzâre ilahi afv yoktur. Ebedi azaba müstehaklık vardır.
Bu hadîsi şerifde şu mealdaki âyeti kerimeye işaret vardır :
«Ey peygamber! Mümin kadınlar, Allâha hiç bir şeyi ortak koşmama­ları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, evladlarını (kız çocuklarını) öldürmemeleri, elleri ve ayakları arasında (yani zina yoluyla bil? çocuk do-ğurub kocalarına nisbet ederek) iftira düzüp getirmemeleri, (emredeceğini her h’angi bir iyilik hususunda sana asi olmamaları sortiyle; sana biat et­meğe gelddiklerinde, bîatlarını kabul et. Onlar için Allahdan jrnagfiret iste-Viver. Zira Allah çok yarılğayıcı ve çok esirgeyicidir.» Mümieftıne sûresi, 12
Bu âyeti kerîme, mekke-i mükerremenin fethinde nazil olmuştur. Re­sulü Ekrem efendimiz erkeklerle bîatı, el sıkmak suretiyle ydpmışdır. Ka­dınlarla ise, söz almak ve sözleşme suretiyle bîat etmiştir.
Yani kadınlarla, el tutma ve vücutlarına dokunma olmadan âyeti kerime de beyan edilen hükümleri tebliğ edip söz ile bîat etmiştir. Bu şekildeki hük­mün tebliği, yabancı kadınla erkeğin ellerini tutmalarının haram oluşun dandır. [102]
 

Tercümesi :

 
19 – (18) Ebû saîd-i el Hudrî (R.A) den rivayet edilmiştir, demiştir. «Bir kurban veya Ramazan bayramında Resûlüllah (S.A.V) efendimiz yakımıza namazgaha çıktı. Kadınların yanından geçti ve (onlara) :
«Ey kadınlar! Sadaka veriniz. Zira bana Cehennem halkı gösteril­di, ^gördüğümün) çoğu sizler (siz kadınlar) idiniz.» buyurdu :
(Kadınlarda) : «Yâ Resûlüllah (S.A.V) Neden?» diyerek sordular. (Resûlüllah S.A.V. de) :
— «Çünkü siz (ona buna) çokça lanet eder ve kocalarınıza karşı küf-rânı n\îmet gösterirsiniz.
Lcâib şeydirki, kendini zabdeden akıllı ve dîninde) mazbut kimsenin aklını sizin (aklınız) kadar eksik akıllı ve eksik dinli hiç kimsenin gelebildiği­ni görmedim.» buyurdu.
— (Kadınlar) ; «Aklımızın ve dînimizin eksikliği nedir? Yâ Resûlellâh» dediler.
osûlüllah S.A.V) : «Kadının şehâdeti, erkeğin şehâdetinin yarısı değilmidir’i;» diye sordu.
— (Kadınlar) : «Evet» dediler.
— (Resûlüllah A.S.A de) :
— «İşte bu akim noksanlığından, ve (Kadın), hayız zamanında namaz ve oruç tutmaz değiEmi?» buyurdular.
—   (Kadınlarda) : «Evet» dediler.[103]
— (Resûlüllah S.A.V) :
— «Eşte buda (Kadının) dîninin noksanlığındandır.» buyurdu. [104]
 

İzahat

 
Ravi kimdir?
Hz. Ebi Said el hudrî (R.A) in, isimleri saad bin maiikdir. Ensari kiram­dan ve ashabı güzîninin alim ve fazıllarındandır. Hz. Peygamberimiz ile be­raber bütün muharebelerde hazır bulunmuştur. Kur’anı kerime hafız idiler. Kendisinden pek çok sahabe ve tabiin hadisi şerif rivayet etmiştir.
Vefatları, kendisi seksen dört yaşlarında iken hicretin atmış dört veya yetmiş dört tarihinde Medine-i münevverede vuku bulmuştur. Kabri şerifi, «Cennetül baki» dedir.
Hz. Ebi said el hudrî, bin yüz eytmiş (1170) hadisi şerif rivayet etmiş­tir. Sahihayn «Buhari ve müslümde» de yüzon biri (111), tek başına buha-ri şerifde, on altısı ve tek başına müslimdede, yetmiş ikisi mezkûrdur. Yu-kardaki hadisi şerifde, görüldüğü üzere buhari ve müsümin ittifakı ile riva­yet ettikleri hadisi şeriflerdendir.
Hadisi şerifde, «Ey kadınlar! sadaka veriniz. Zira bana cehennem halkı gösterildi. (Cehennemde gördüğüm) çoğu sizler (siz kadınlar) idiniz.» Bu-yurulan cümlelerle kadınların cehennemlik olanlarının sadaka ve hayır ve­rerek kurtula bileceklerini veya sadaka-i cariyeyi veren kadınların direk ce­hennemden kurtulup cennete nail olacaklarını beyandır.
Zira az sadaka, dünyada belayı def eder. Ahiretdede cehennemle sa­hibi arasına perde olur ve kıyamefde insanlar, vermiş olduğu sadakanın gölgesinde   gölgelenecektir.
Nitekim bir hadisi şerifde buyurulmuştur :
«VeEevki bir hurma danesi olsun, sadaka vererek kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz.»
Birde sadakayı Allah yolunda verenler, erkek olsun kadın olsun dünya muhabettini üzerlerinden atarak dünyanın faniliğini anlayıp ebedî seadet yuvası olan ahireti kazanma gayreti görülür.
Aslında kadınlar; Dünyaya çok meyilli, mal ve mülk sevdasına, dünya­nın süs ve zinetlerine’ ekseriya çok düşkün olurlar. Çok sevdikleri malla­rından sadaka vermekle mal mülk sevgisi ve mala mülke tapınır halin yok
olması, aynen dünya muhabbetinden neş’et eden puhulluk «cimrilik» has-talığıda ..uKsanlanmış veya tamamen gitmiş olur. Pahil ve cimrilik yapan­lar, i,ö kadarda âbid olsalar, varacakları yer yine cehennemdir.
Kdınlar sadaka ve hayı verirlerse, işte bu cimrilikden kurtulup sahi ve cömert kişiler dahil oiunor. Cömert kimselerin varacakları yer, cennettir.
Bu husus,; Peygamberiniz şöyle beyan buyurmuşlar :
«Sahî ve cömert kişi, AEîaha yakın, insanlara yakın ve cennete yakın­dır ve cehenneme uzai:j?r.
— Pah il-cimri kimse ise, AiCaha uzok, insanlara uzak, cennete uzak ve cehenneme yakındır.» [105]
Başka bir hadisi şerifde, «ve.en el, alan efden hayırlıdır.» buyurmuş­tur.
Hadisi şerifde, kadınların ekserisinin niçin cehenneme gireceklerini beyan saadedindede şu cümleler buyurulmuştur :
«Çünkü siz (ona buna) laneti çok eder ve kocalarınıza karşı küfranı nîmeîde   tutunursunuz.»
Bu mübarek cümieierdede iki husus belirtilmiş oluyor.
a} Birisi, kadınların dili lanet etmeye pek çok kayar ve olur olmaz lü­zumsuz şeylerden dolayı efendisine, çocuklarına, komşularına ve hem cinsi olan kadınlara ve hatta hayvanlara ve eşyalara dahi lanet edenler oluyor.
Kadın olsun erkek olsun, lanete dilini alıştırmaması ve lânetde bulun­maması lazımdır.
Hakikat böyle olması gerekirken kendi çocuğuna kâfir dölü, piç, kâfir sıpası, kâfirin dölü, kâfir herifin piçi, e’şşek sıpası V.s.» Kendi malınada «kâfir malı, domuz malı, domuzun malı, gibi…» Kelimeleri en çok kadınlaı söylerler.
İşte böyie lanetleri söyleyenler, kendilerini cehennem ateşine attıkları için ve böyle kötü kelimeleride daha çok kadınların söylemesindn doiayı Allanın Rasûlü, cehennemde olan kişilerin ekserisini kadınlar olduğunu ve oluş sebeblerinide böyle beyan ediyordu.
Esasen insan dilini böyle lanet kelimelerinden sakındırması lazımdır.
Hatta hayatında kâfir olarak yaşayanlara, öldükten sonra lanet etmek bile uygun görülmemiştir. Ancak Ebû cehil ve Ebû lehep gibi kişilere dair haklarında âyeti kerimeler gelen veya bizzat ölürken başında bulunupda Alfana küfrede küfrede öldüğüne şahid olan kimseler, şahid oldukları kim­selere lanet okuya bilirler ve lanet okuna bilir. Kesin bilgileri olmayan kim­seler ise, mücerret ondan bundan duydukları ile lanet ederlerse, bu davra­nış ve İfadeleri şer’a uygun değildir.
Hâdise ve vakıaların vukuu muhakkak olan ve fakat bu hadiselere se-beb oian kimselerin son nefesleri, tam bir kesinlik ifade etmediğinden, ye­zide, Hz. Ali (R.A) nin şehâdetine sebeb olan kişiye ve haccac gibilerine lanet etmeyi muhakkik ve müdekkık olan ulemâ uygun görmemişlerdir. Uygun görmeyenler, Hz. Ali (R.A), İmamı Gazali, Aliyyül kâri ve emsali zevatı kiramlardır.
Bu hususun daha geniş İzahı, «Bid’at ve hurafeler» le «İslamda evliya meselesi ve harikalar» eserimizde ayrıca «Mütlekâ tercümesi» isimli ese­rimizin «Mürted babı» altında zikredilmiştir.

  1. b) Kadınların, kocalarına karşı küfrânı nimette bulunmaları ise, bu gün daha ayan ve beyandır. Kocası karısına bütün gün ihtiyacını karşıla­mak için gayret sarf eder. Yüzlerce talep ve isteğini yerine getirir. Şayet bu isteklerin birisini günlerden birgün getirmez veya getiremezse, hemen kı­yameti koparır ve artık «zaten sen benim dediğimi hesaba almazsın, şim­diye kadar hiç dediklerimi yapmadın, sen adam değilsin, filan kişi şöyle almış böyle satmış, herif değilsinde bir baş belasısm gibi…» Cümlelerle bütün hayırları ve hizmetleri yıkar ve inkar eder.

Küfrani nimetde bulunmadan kocasına itaat eden, iffet i/e namu­sunu koruyan saliha kadınlar ise, dünya mal ve servetinin en kıymetli ve hayırlısıdır. Böyle kadınlar, çok mutlu kadınlardır. Ve böyle kadınlara sa­hip olan erkeklerde, çok mutlu erkeklerdir.
Bir hadisi şerifde Resûlüllah (S.A.V) şöyle buyurmuştur ;
«Dünya, geçici bir meta (servet ve saman) dır. Bu dünya metâının (ser­vet ve kazancının) en hayırlısı, sâliha (namuslu itaatkar) kadındır.
— (O sâliha kadın) sen (yâni kocası) ona baktığında sana surur ve neşe verir. Sen ondan ayrılıp gittiğindede (işine, çarşıya gittiğinde) seni koruyan (senin evini, çocuklarını ve namusunu senin için muhafaza eden) kadındır.»[106]
Kadınların Din ve akıllarının eksikliği ile ilgili izahat, «İsiamda tesettür ve haya» adlı eserimizde zikredilmiştir. [107]
 

Tercümesi ;

 
20 – (19) Ebû Hüreyre (R.A.) den mervidir, demiştir : Resûlullah   (S.A.V) buyurdu   :
«Allâhü teâla buyurdu : Âdem oğlu bana yalan isnâd etti. Halbuki ona yalan isnâd etmek muvafık değildir. Ve âdem oğlu bana noksanlığı tavsif etti. Halbuki ona o şekilde (cenâbu hakka noksanlık ve evlad isbâtı) isnadı lâyık değildir.
— Şimdi âdem oğlunun bana yalan isnad etmesine gelince şu sözü : «Allah (C.C.), benii yoktan yarattığı gibi, elbet tekrar beni iade edemez.
(Yani, tekrar diriltmesi hâli yokturdedi.). Halbuki bana göre (yani, ben âzî-müşşâna göre) âdem oğlunun, tekrar iade edilmesinden ilk defa yaratıl­ması daha ehven değildir.
— Bana (ben âzîmüşşâna) şetmi (noksanlık isnadı) ise, âdem oğlunun şu sözüdür :
«Allah (C.C.) kendisine evEâd ittihaz etti (çocuk edindi). Halbuki ben fâzîmüşşan) herşeyden müsteğni, benden hiç bir şey doğmadı ve ben hiç bir şeyden doğrulmadım ve benim için hiç bir şey denk değildir.»
21 – (20) İbni Abbasdan (R.A) mervî olanda ise şöyledir :
«Ben (âzîmüşşâna) söğmeğe – noksan isnad etmeğe gelince, âdem oğlunun :[108]
«Benıim (yanı Allah) için çocuk vardır.» demesidir. Halbuki ben âzîmüş-şan bir arkadaş veya evlâd edinmekten münezzehimdir.» [109]
 

İzahat

 
Râvi Hz. Ebî Hüreyre (R.A) hakkında kısa malumat, üçüncü hadisi şerifde izah edilmiştir.
Hadisi kudside beyan edilen âdem oğlunun Allaha yalan isnadı Ve noksanlıkla vasıflanmasındaki ilâhi hükümlerde cereyan şekilleri ve ceva­bı ilahileri hulâsa olarak arz edelim :

  1. a) Öldükten sonra tekrar dirilmenin daha doğrusu Allanın (c.c) tekrar dirilterek yaratması, çürüyüp yok hâle gelen cisim ve cesedlerin olamıya-cağını câhil ve beyinsiz kâfirlerden birisi çürümüş kemiği göstererek bunun tekrar dirilmesi olamaz, diyerek cenabı hakkın tekrar dirilteceğine dâir hükmü ilâhisini yalanlayordu.

İşte bu hükmün cereyanı ve cenabı hakkın cevabı, ilâhi âyetlerde şöy­le zikrediliyor :
«O (inkarcı) insan görmedimiki; Biz onu bir nutfeden (bir damla meni­den) yarattık, şimdide aşikara bir mücadeleci kesiliverdi.
— (Nutfeden) yaratılışını unutarak bize birde (şöyle) misal getirdi : Bu kemikler çürüyüp dağılmışken bunları kim diriltir? dedi.
— (Ey habibim!) deki : Onlan ilk defa yokdan vâr eden diriltir. Ve o, yaratılanı tamamı ile bilir.» Yasin sûresi, 77-79
Evet kuru topraklara saçılan tohumları bitirip, yeşerten, kuru ağaç ve otlan yeniden yeşertip yaprak ve meyvalar yaratan hâhk zülcelâl, ölüleri tekrar diriltecek, hesap, kitap, sual, mîzan hükümlerini icra ederek haklıyı haksızı ayırd edecek, haksızlardan hak sahibinin hakkını alıvere-cektir. Hatta buynuzlu koyun ve keçi gibi hayvanların buynuzsuzlara te câvüzü var ise, onlarıda haklaşdıracaktır. Binâenaleyh aklı îman ile nur-lanan her mümin, örnek ve misali görülmeden bu âlemi ve içindekileri na­sıl yarattığını düşünür ve tekrar dirilme ve yaratılmanın güç olmayacağını idrak eder ve inanır.

  1. b) Cenabu hakka noksanlık vasıfları ise, yahûdilerin «Uzeyr Allanın oğludur», Hıristiyanların «Isa, Allâhı noğKldur.» ve bâzı arablarında «Me­lekler, Allâhın kızlarıdır.» gibi kötü isnad ve vasıflarda bulunmuş olmala­rıdır.

Yahûdî ve Hıristiyanların böyle diyenleri müşrik menzilinde birer putcu mesâbesindedirler. Binâenaleyh böyle kitabîlerin kesdikleri yenmez. Ancak bu akidede olmadan Allâhı Rab, Musa ve îsa (A.S) ı peygamber tanıyıp en son peygamber Muhammed Aleyhisselâmı peygamber tanımazlarsa, bun­lar kâfirlerdir. Fakat bir kitaba ve peygambere inanıp şirkde de bulunmadık­larından kesdikleri yenir.
Bu hükümlerin daha geniş şekli, fıkıh kitaplarında mezkûrdur. Bilhas­sa «Müiteka tercümesi» adlı eserimizin «Hayvanları kesme Bahsi» adı al­tında uzun izahat verilmiştir.
Cenâbu hakka çocuk isnadı ise, pek çok âyeti kerimelerle red edilip açıklanmıştır. Cümleden bir tanesi ihlas sûresinde şöyle beyan edilmiştir :
«(Habîbim!) deki : O, Allah birdir (eşi ve ortağı yoktur.) AHah sameddir (her yarattığı şeyin muhtaç olduğu eksiksiz bir varlıkdır.)
— O doğurmadı ve doğru’modı da. Hiç bir şeyde ona denk ve eş ol­mamıştır.» [110]
 

Tercümesi :

 
22 – (21) Ebû Hüreyre (R.A) den mervidir, demiştirki :
Resûlullah (S.A.V) buyurdu ;
«Allâhü teâfâ dediki : Âdem oğlu dehre (zamana) söğmekle bana ezi­yet ediyor. Halbuki ben azimüşşân dehrim (yâni, ben azimüşşân yaratanım). İşler benim yedi kudretimdedir, gece ve gündüzü deveran ettirir çeviririm.»[111]
 

İzahat

 
RâvİHz. Ebî Hureyrenin hal tercümesi üçüncü hadisi şerifde geçmiştir.
Bu hadîsi kudsîde de, cenâbu hak âdem oğlunun (insanların) zamana sövüp lanet etmeleriyle Allâha eziyet ettiklerini beyan etmektedir.
İnsanlar, zaman zaman «bu zaman şöyle zamandır. Zaman olmaz ol­sun, zaman îcabı, zaman kötü zaman gibi.» cümlelerle zamanı kötülerler ve zamana söverler. Halbuki zaman; gece ve gündüzün deveran ve cereyan etme şeklidirki, dünya yaratıldığı günden beri, gece ve gündüz, mevsimler, iklim şartları ve zamanın cereyan ettiği mekanlar aynıdır.
Ancak bu zamanın cereyan ettiği gece ve gündüzlerde ve mekanlarda yaşayan insanların, inanç, akide ve amelleri değişik şekilde devam etmek tedir. Kimisi Allâha ve hükümlerine hulusla îman edip ibâdet ve iyi ameU lerle yaşamış, güzel ahlak sahibi insanlar topluluğu halindedirler.
Bir kısmıda şirk ve küfre dalmış âsî ve mücrimler güruhu hâlinde ya­şamışlar ve hâlada aynı şekil üzere devam edenler çoğunlukdadtr. Aüâhâ inanmayan veya inanıpda isyan eden kâfir, zâîim ve fâsık insanlar, çok zaman kendi işledikleri küfür ve isyanları başkalarına yükletmek »° ken­dilerini haklı edasına sokmak için hemen «zaman îcabı, olmaz olsun zaman yapdırıyor. Ne yapalım bu zaman böyle zamandır vs.» diyerek işin içinden çıkarlar.
Halbuki gece ve gündüzün deveranından ibaret olan zaman, oynı za­mandır. Değişen ve kötüleşen var. ise, kendileridir. Öyle,ya geçmiş zaman­da anası, babası ve büyükleri îmanlı, ihlâslı, hak hukuk bilir, namaz kılar, orueunu tutar, zekatını verir, hac farîzasını îfa eder, her türlü hayır ve ha-sanatta bulunurlar, küfürden, ucub, riya, sum’a, kibir ve gururdan, yalan ve İftiradan, zina, içki, kumar, hırsızlık, adam öldürmek, dans ve balo gibi namus yıkıcı deyyus ve pezevenkiikd-^n, bî namazlıkdan, anaya babaya is­yandan, hulâsa Allâhın haram ve yasak ettiği her şeyden kaçınır ve kaçın-dırırlardı.
Zamanı kötüleyip şovenler ise, ekseriya haramlara dalan ve yüzen in­sanlardır. Bir fenalığı işlerler, «alnımızın yazısı, zamanın yapdırdığı» diyerek sıyrılırlar. Zaman sizin elinizden tutupda, «haydi içki masasına, zinaya, ka­rınızı geydirin kuşatın dans salonuna götürün yabancı erkeğe teslim edin mi? diyor, falan yerde kumar oynanıyor haydi sizde oynayınmı? diyor, ca­miyi cemaatı bırakın, kumarhaneye, müstehcen filim seyretmeye gidinmi? diyor. Hak ve hukuk tanımayın, her türiü fenalık ve kötülüğü işleyin mi? di­yor.»
Bu şekilde anlayıp nefislerinin ve şeytanın ığvası ile kendilerini kö­tülüklere iten ve atanlara yazıklar olsun. Be hey budalalar! zaman başka şey sizin işledikleriniz başka şeydir, zamanı Allah yaratır. O kötülükleri o yaratılan zamanın içinde siz işliyor ve siz kazanıyorsunuz. Zamanı kötü-ienekle kendinizi temize çekip o zamanı yaratan Allâhü teâlâyı kötülüyor-sunuz. Böyle görüş ve düşüncelere lanet olsun, Allâhü teâla sizleride ıslah edip doğruyu gören, bilen ve anlayanlardan kılsın. Amin.
Bu izahatı okuduktan sonra yukardaki hadîsi kudsîyi tekrar bir daha okuyunuz. [112]
 

Tercümesi :

 
23 – (22) Ebû Musa el Eş’arî (R.A) den mervîdir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) buyurduki :
«Ezâ verici (küfür sözleri) işiden Alfandan başka hiç bir ferd, Allâhü teâ:â kadar sabırlı olamaz. Zira (kâfirler ve kötü söz söyleyenler,) Altâhii teâ’ava çocuk isnâd ederler. Ondan sonrada Allâhü teâla onlara afiyet verir ve onları (O küfür sözlerine rağmen) rızıklandırır.» [113]
 

İzahat

 
Râvî Ebû Musa el Eş’arînin hal tercümesi, on birinci hadîsi şerifde geç­miştir.
Hadîsi şerifde beyan edilen hüküm, şâyânı dikkattir. Zira cenâbu hak­ka eza verecek şekilde isyan eden, kötü söz ve isnadlarda bulunarak şerik koşan, evlad isnad eden, çeşitli iftira ve tezvirlerde bulunanlara kar­şı, çok sabırlı ve çok tahammüllü, onun gibi bir daha sabırlı varlık olamaz. Öyle ya hem isyan edip şirk koşuyorlar, iftîra ve tezvirde bulunuyorlar, hem-de o yüce Allâhın rızkına ve çeşitli nimetlerine kavuşuyorlar.
Cenâbu hakka yapılan kötülüklerin en azı insan oğluna yapılsa, hemen o âsilere gereken muameleyi yaparlar, vazifeden atılacaksa, vazifeden atar­lar, kovulacaksa kovarlar, eziyet edilecekse, eziyet ederler, aç bırakılma yolunuda düşünürler ve hatta hemen öldürenlerde olur.
Halbuki cenâbu hak kendine en ağır itham ve isnadlarda bulunanları uzun müddet bırakıyor, yiyeceklerini, giyeceklerini, içeceklerini ve her türlü ihtiyaçlarını vererek yaşatıyor. Günlerden bir gün aklını erdirir îmana gelir, ıslâhı nefis yapar, tertemiz kullardan olur, dünya ve âhiret seâdetini elde eder kul olur diye, bu imkanı veriyor.
İşte Alfâhın ahlakı budur. Allâha ve âhiret gününe inanan her mümin, bu ahlak ile ahlaklanmah, âsi ve günahkarların ıslâhı yolunu beklemeli. Böyle musibetlere göğüs gerip çok ve çok sabır etmelidir.
Evet ilim tahsili, kur’antn hıfzı, namazın edası, iyiyi emredip kötülük-den nehyetmenin ifâsı, haccın edası ve sair dînî vazifelerin icrası anında uğranılan çeşitli itham, sıkıntı ve eziyetlere katlanarak yılmadan bu vazife­leri yapanlar, en sağlam ve metin îman sahibi müminlerdir Allanın ahfakı ile zînetlenen kimselerdir. [114]
 

Tercümesi :

 
24- (23) Hz. Muaz (R.A) dan mervidîr, demiştir :
Resûlullah {S.A.V) eşeğin üzerinde iken oendw terkinde idim. Onunla (ResûlulIahJa) benim aramda palan ipinden {hayvanın narindeki palan, eğer ve emsali şeylerin bağ ipinden) başka bir şey yoktu, Resûlullah (S.A.V) buyurduki :
«Ya Muâzî Kulların üzerinde Allah m hakkı ve Allanın üzerinde kulların hakkı nedir, bilirmisin?
— (Muâz R.A) :
«Allah ve resulü bilir.» dedim.
— Bunun üzerine Resûiullah (S.A.V) buyurdu :
«Elbette kulun üzerinde Allâhın hakkı. Kulun Allâha ibâdet edip ona hiç bir şeyi şerik koşmamastdır.
— Allâhın üzerinde kulun hakkı ise, (Allâha C.C.) hiç bjr   şeyi şerik koşmayan kimseyi azab etmemesidir.»
— Bunun üzerine (Muâz R.A) dedimki :
«Yâ Resûlellah! bunu insanlara sevinmeleri için   tebşir edeyim mi?[115]
—   Resûlullah {S.A.V) :
«Onlara {{insanlara) tebşir etme. Zira çalışma ve cihâdı terk ederler» buyurdu. [116]
 

İzahat

 
Râvi Hz. Muaz (R.A) kimdir?
Hz. Muaz bin ce$)el (R.A) Ensârı kiramdan (Medine-i münevvereli) haz-rec kabilesine mensup Resulüllaha akâbede bîat edenlerden kıymetli bir sa­habedir. Bedir ve diğer muharebelerde hazır bulunmuştur. Resûlullah (S, A.V) onu yemene vali ve muallim olarak göndermişti.
Hz. Muazdan, Hz. Ömer, Ibni Abbas gibi pek çok sahâbe-i kiram efen­dilerimiz hadisi şerif rivayet etmişlerdir.
Reslûüllah (S.A.V) efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Ümmetime, ümmetimin en merhametlisi, Ebû Bekirdir. Ve ümmetimin helal ve haramı en iyi bileni, Muaz ibni cebeldir.» [117]
Hz. Muaz, Dini mübini islâmın hükümlerini en iyi bilenlerden olması hasebiyle Resulü Ekrem sallallahü aleyhi vesellem efendimiz zamanında fetva ve­ren sahabelerdendir ve hatta kitap ve sünnete kıyasederek veya kitap ve sünnetden hüküm çıkararak ietihadda bulunan ve İetihad yapmasına İlk izin verilen sahabelerdendir .
Hz. Muaz (R.A) Samda taun hastalığına tutuldu. Aynı hastalıkdan iki hanımı bir oğlu vefat ettikden sonra buda hioretin on sekizinci yılında otuz sekiz yaşında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Allahü teâla ondan razı olsun.
Hadisi şerifin baş tarafında nakledilen ifadeler şâyânı dikkatin Zira Resulü Ekrem efendimiz Hz. Muazı kendi bindiği hayvana (arkasına) bindi­riyor, ondan sonra Allâhın ve kulun hakkını soruyor.
Kendinin bindiği merkebe beraberce bindirmesi o, mübarek efendimizin tavazucnu ve misafir perverîiğini göstermekle beraber sevişen kişilerin yar­dımlaşmada ve bir birlerine yapacakları ülfet ve mahabbet bağlarının kuvvetlenmesinde, bu gibi hal ve hareketlerin gerekliliğine işarettir.
Hadisi şerifde geçen «Kulların üzerinde, Allâhın hakkı ve Allâhın üze­rinde kulların hakkı» Cümlelerini kısaca açıklamaya çalışalım.
Kulların üzerinde Allanın hakkı : Kulların üzerinde Allâhın hakkı de­mek, Allahüteâlanın kullara emir buyurub Farz, vaaib kılıp yapılması lazım olanı yapmalarıdır ki, insan oğlunu yokdan var etti ve bütün varlıkları on­ların emrine musahhar kılıp faydalanmalarını sağladı. Sonrada kendisinin varlığını tanıtıp bildirerek akıl ve idrakin anlayacağı hüküm ve hikmetler beyan etti ve bu hikmetleri tanıtıp bildiren elçiler gönderdi.
İşte bu hikmetleri anlayıp hak ve hakikata vasıl olan insanlar, yaratanı tanıyıp bilerek inanacak ve onun emirlerini hakkı ile yerine getirerek her şe­yin halikı ve mabudu olan Allâhın hakkını ödemiş olacaklar.
Neîekim bir âyeti kerimede meölen şöyle buyurulmuştur : «Ben (azimüşşan), insanları ve cinnîleri ancak bana (inanıp) ibadet etsinler diye   yarattım.» Zâriyat sûresi, 56
Allanın üzerinde kulların hakkı : Bu cümlenin antamıda gayet açık ola­rak anlatılmıştır. Ancak şu hususu belirtelim; kulluk vazifesini hakkı ile yapanlara cenabı hak cennet nimetini ihsan edip cehennem azabından âzad edeceği bir vadi ilâhi ile lutf edecektir. Yoksa bazı mutezile kafalı kişilerin veya gurubların iddiaları gibi, Allahüteâla kendisine kulluk yapanları cen­netine katıp cehennemden azad etmek mecburiyetinde değildir. Zira eğer bu şekilde mecburiyet olursa, bu takdirde Allanın üstünde bir varlığın ol­ması, dolaysiyle onun emrinin yerine getirilmesi gibi doğru olmayan hü­kümler ortaya çıkar.
Kur’anı kerimde pek çok âyeti kerimelerde beyan edilmiştir. Cenâbu hak şirkten başka günahları dilerse, afv eder, dilerse afv etmez. Keza îman edip iyi amelde bulunanlarıda dilerse, cennetine’katar, dilerse cehennemi­ne atar. Fakat îman edip iyi amelde bulunanlara ayrıca vâd etmiştir. O vadinin îcab ve iktizası, lutfu keremi ile cennetine katacaktır.
Cümleden bir âyeti celile meali :
«{Resulüm) altından ırmaklar akar (her çeşid meyvelerle süslenmiş) cennetler vardır.»                                                                      Bakara sûresi, 25
Diğer âyeti kerime meali :
«İşte iyi amellerde bulunanlara yapılan bu ihsan (cennet ve nîmeti), Allahdandır (Al la hin bir lutfudur).»                                               Nisa sûresi, 70
Resulü Ekrem efendimizde, kendisini cenâbu hakkın rahmeti ilâhi mer­kezi olan cennet ve nimetine, onun fazlu keremi ile girebileceğini beyan buyurmuştur.
Evet hiç bir kul, Allaha ibâdet ve tâatta bulunduğundan dolayı, onu cennetine katması Allaha vacib değildir. Vacib ve mecbur olmaz. Çünkü Ailahın fevkında emir verici bir varhk yoktur.
Akâid manzumesinde şöyle nazm edilmiştir :
Ana (Allaha) vacfb olur bir şey diyen kim?
İlahın varmıdır fevkında (üstünde) hakim?
Biiâ îcab durur (vacib değildir) her işde fîfî
Buna var şahidim aklî ve nakli.
Ne muhtacu ne âciz bir ganîdir.
Cihan ferbani üzere mübtenîdir. [118]
 

Tercümesi :

 
25 – (24) Enes (R.A) dan mervidir, demiştir :
Peygamber (S.A.V) Ve Muaz deve üstünde binitin terkisinde beraber idi. Peygamber (S.A.V) buyurduki : «Yâ Muaz!» «Buyur ya Resûlailah! Şeâdetler dilerim.» dedi.
—   Resûlüllah   (S.A.V) buyurdu : «Yâ Muaz!»
— Muaz (R.A)   :
«Emrin baş üstüne yâ Resûlellah; Şeâdetler dilerim.» dedi.
— Rasûlüllah (S.A.V) tekrar buyurdu : «Ya Muaz!»
— Muaz (R.A) :
«Emrin baş üstüne yâ Resûlellah! Şeâdetler dilerim.» dedi ve bu nida hâli yukarda görüldüğü üzere üc sefer vâki oldu.
— Enes (R.A) dediki : Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Bir kimse, lâilahe illah, Muhammedür Resûlüllahı kalbinden gelen sıdkıla derse, O kimseyi Allâhü teâla Cehenneme haram kılar.»
— Bunun üzerine Muaz dediki :
— Ya Resûlellah! Bunu insanlara sevinmeleri için haber vereyim mi?
— Rasûlüllah (S.A.V) :
«Bu taktirde (bu şehâdet ve tevhide) istinat edib amel ve cihâdı terk-ederler.» buyurdu.[119]
Fakat Muaz (R.A) öleceği zaman ilmi ketmetmenin günahından kaçın­mak için insanlara haber verdi.» [120]
 

İzahat

 
Râvî Hz. Enes hakkında gerekli malumat, baş tarafda geçmiştir.
Hadisi Şerifde beyan edilen hüküm hakkında bir kaç kelime arz edelim.
Keiîme-i tevhidi söyleyip inanan kimselerin, Allâha ve Resulüne inan­maları hasabiyle o inançlarının îeabını yaparlar, demektir. Böyle oiuneada cehennemden kendilerini korumuş olurlar.
Veya burada sâde «lâilâhe illallah-Muhammedürrasûlüllah» kelime-i tevhidi sıdkı sadâkatla söyleyip inanan kimsenin, cehennemden âzad olup cennete gireceğinin beyanı, ferâizi ilâhiler, emir ve nehiyler nazil olmaz­dan evvel söylenmiştir. Bu husus, saîd bin müseyyeb gibi bâzı selef tara­fından beyan edilmiştir.
Veya bu kelime-i tevhidi, uyuma, tevbe ve ölümü ânında sıdkı sadâkct-la söyler ondan sonrada ölürse, o kimseyi, cenabu hak cehennemine at­maz.
Veya bu kelime-i tevhîdi sıdkı sadâkatla söyleyen kimse, o îmanı ile ölürse, cehennemde e*bedî kalmaz. Mutlaka cennete dâhil olur.
Hadîsi şerifin son cümleside şâyâni dikkattir. Zira Resûlüllah sallallâ-hü aleyhi veseliem efendimize Hz. Muaz (R.A) soruyor, «Ya Resûlellah! Bu­nu insanlara sevinmeleri için haber vereyim mi?» diyor.
Kelime-i tevhîdi sıdkı sadakatia söyleyen kimselerin kulluk vazifelerini ihmal edip terk edebileceklerini veya terk ederler düşüncesi ile Resulü Ek­rem efendimiz, Hz. Muaza haber vermemesini tavsiye eder mahiyette bu-yuruyorki :
«Bu takdirde (Bu şehâdet ve tevhide) ist.inad edip amel ve cihâdi terk ederler.»
Bu hükmü insanların avamı böyle anlayıp terk edebileceklerinden böy­le buyurulmuştur. Yoksa insanların kullukda zirveye ulaşıp havas olanları, müjdeyi duyunca sevinç ve neşelerinden nâşî ibâdetlerini dahada artırır­lar. Aşere-i’ mübeşşere ve diğer sahabelerde bu hal   vâki olmuştur.
Netekim Resulü Ekrem efendimiz ayak topukları şişinceye kadat gece ibâdete kâirn olduğu zaman; ya Resûlellah! geçmiş ve gelecek günahların mağfiret olunduğu halde niçin ibâdete kâim oluyorsun, diyene şu cevabını veriyordu :
«Allaha şükreden kullardan olmayayım mı?»
Hz. Muazda sulahadan olması ve ilmi yaymayıp saklamanın cezasından korkduğundan, ölümünden evvel söyleyor. [121]
 

Tercümesi :

 
26 – (25)   Ebu zer (R.A) den mervîdir, demiştirki : Peygamber (S.A.VJ e geldim, üzerinde elbise (bir örtü) olduğu halde uyuyordu :
«Kuldan bir kiri, Lâifâhe illellah: Allahtan başka İlah yoktur, der sonra­da bu kelime-i tevhid üzere ölürse, o kimse ancak cennete girer.»
— Dedim (yani, ben Ebuzer dedim) zina ve hırsızlık etsedemi?
—   Resûlüllah   (S.A.V)   :
— «Zina ve hırsızlık etsede» buyurdu.
— Yine dedim : Zina ve hırsızlık etsede (cennete girecek) mi?
—   Resüllüllah (S.A.V) :
— «Zina ve hırsızlı ketsede» buyurdu.
— Ebûzer yine dedimki : zina ve hırsızlık etsedemi?
— Resüllüllah (S.A.V) :
— Ebûzerin burnunu sürçmeye rağmen zina ve hırsızlık etsede (yine ke •lime-i tevhidi inanarak söyliyen cennete girer)» buyurdu.[122]
Ebûzer (R.A) bu sözleri tekrar söylerken, «Ebûzerin burnunun sür-çülmesine rağmende olsa» der idi, [123]
 

İzahat

 
Hz. Ebu zerrilğifârt (R.A), Mekke-i Mükerremede ilk müslüman olan sahâbîlerdendir. Hatta müslümarilann beşincisi olduğu söylenir.
Handek muharebesinden sonra Medîne-i münevvereye hicret etti. O damana kodar.. müslüman olciukdon sonro kendi kavminin vomna a^rn^ onlara islâmi telkin ve tlâim ile meşkul idi. Vefat edinceye kadar Medine yakınlarında Rebze denilen yerde sakin oldu.
Sahâbe-f kiramın en müttekî ve zâhidlerindendi. Hz. Ebû Zer ikiyüz seksen bir (281) hadîs rivayet etmiştir. Sahabe ve tabiînden pek çok kişi­ler, bundan hadis rivayet edip öğrenmişlerdir.
Vefatı, Hz. Osman (R.A) in hilâfeti zamanında otuz iki (32) sene-i hic­ride Rebze denilen mahalde vefat etmiş ve orada, ibni mes’ud (R.A) le be­raber bir kaç kişi cenaze namazını kılıyorlar ve oraya defnediyorlar. Allah ondan râzî olsun.
Hadîsi şerifin mâna ve anlamı gayet açıkdır, zinanın haramlığına ina­nıp helal demediği müddet, bu fîli işleyen kimse, mutlak ve muhakkak cennete girecektir. Bu giriş ya doğrudan doğruya cennete şevkle olur. Ve­ya günâhı nisbetinde cehennemde yandıkdan sonra cennet ve nîmete da­hil olur. Burası Allâhü teâlânın meşiyet ve iradesine bağlıdır. Zira şirk ve küfürden başka günahların ceza veya afv edilme ciheti Allanın dilemesine bağlıdır. Dilerse, afv eder. Dilerse azab eder.
Bu husus kur’anı kerimde şöyle beyan edilmiştir :
«Şüphesiz Allâhü teâla, kendisine ortak koşulan (Şirki), afvu mağfiret etmez. Ondan başka günahları (büyük olsun, küçük olsun) dilediği kimse­den afvu mağfiret eder.»   Nisa sûresi, 116
Akâid manzûmesindeki beyt ise bu hükmü şöyle açıklar :
Kebâir (büyük günah) abdi (kulu) imandan çıkarmaz,
Mücerred mâsiyetten küfre varmaz :
Yani, şirk ve küfür olmayan büyük günah, sahibini kâfir yapmaz ve büyük günahı günah îtikadi ile işleyen kimse, ancak günahkâr olur ve işle-diğide günahdaıi ileri gitmez. Binâenaleyh küfre varmayan günahlarda cennete girmeğe mânı olmaz. Ancak direk girmeyip cehennemde bir az yandıkdan sonra girer veya hiç cehenneme girmeden Allanın afvı keremi veya peygamberimizin şefaati ile girecektir.
Bir hadisi şerifde Resûlüllah şöyie buyurmuştur : «Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah sahiblerinedir.» Evet zina yapmak, içki içmek, kumar oynamak, hırsızlık yapmak, ya­lan söylemek, iftira etmek, onaya babaya âsi olmak, namazın terkinin gü­nahını kabul ederek namazı terk etmek, gıybet etmek, riya, kibir ve hased gibi kalbin işlediği veya kötü niyyetin mahsulü olan büyük günahları, gü­nah ve haram diyerek işleyenler, âsi ve günahkâr müslümantardandırlar. Fakat haram ve günahlara helâl deyip işleyenler kâfirdirler.   Varacakları yerde ebedi cehennemdir. [124]
 

Tercümesi :

 
27 – (26)Ubâde ibni Essamit (R.A) dan mervîdir, demiştir. — Resûlüllah (S.A.V) buyurduki :
«Bir kimse, AHahtan başka ilah olmadığına, onun şeriki olmayıp bir olduğuna, ve Muhammedin onun (Allanın) kutu ve rasûlü olduğuna, İsa (A.S) onun kulu ve rasûlü, anasının oğlu olduğuna ve Meryeme onun (İsa aley-hisselâmın) kelimesini (olacağını) ilka ettiğine ve ondan (Allahdan) ruh ol­duğuna ve cennetle cehennemin hak olduğuna şehâdet ederse, o kimseyi Ailhü teâla amelden olan (yapılan) şey üzere cennete katar.»[125]

İzahat

 
Râvî Hz. Ubâde ibni Essâmid (R.A.) hakkında gerekli bilgi, 18. hadisde zikredilmiştir.
Hadîsi şerifde îmanın şartlarından bâzıları beyan ediliyor. Bilhassa Al-lâha ve âhiret gününe âid inaç ve itikadın ehemmiyetini arzetmekle, bu hususa âid sakat ve kötü düşüncelere kapılmamaya dikkat edilmesi ge-rekdiğine işaret ediliyor.
Ana ve babası olmadığı halde yokdan vâr edilen Adem (A.S) hakkın­da düşünerek Hz. îsa (A.S) in Babası olmadan sâde anasından yaratılma­sını bir ilâhî kudret ve mucizenin tecellîsi olduğuna aklını erdirenler, en sâ-iim ve en mâkul kişiler olduklarını ortaya koyuyorlar. Çeşitli inkâr ve İftira yoluna saparak hareket edenlerde, basîretsiz ve hakkı görmeyen münkir­lerdir.
Kur’anı kerimde şöyle buyurulmuştur :
«Şüphesiz îsanın babasız dünyaya gelişi, Âdemin hâli gibidir.»Ali İmran, 59
Diğer âyet mealleri :
«Sonra onu (İsayı, annesi) yüklenerek kavmine getirdi, ona (meryeme) dediierki : Ey meryem! Doğrusu, sen acâib bir şey (babasız çocuk) getirdin.
— Ey Harünun (soy itibari ile) kız kardeş,!! senin baban kötü bir adam değildi.ananda iffetsiz bir kadın değildi.
— Bunun üzerine (Meryem onlara cevab kasdı ile) çocuğa işaret etti. Onlar : Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz, dediler.
— (Ailâhın bir mucizesi olarak beşikteki çocuk Isa) dediki : Ben ger­çekten Allanın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni bir peygamber yapdı. Beni Her nerede olsam mübarek kıldı ve hayatta bulunduğum müddet, bana na­mazı ve zekatı emretti» Meryem sûresi, 27-31
Hadîsi şerifde geçen «ruh» kelimesi hakkında bir kaç cümle arz ede­lim, şöyleki :

  1. a) Isa aleyhisselâm, babanın sulbundan olmayıp   direk ilâhi irâdenin tecellîsi ile yaratılmasından dolayı «ruh» denilmiştir.
  2. b) veya Allâhü teâîanın izni keremi ile İsa aleyhisselâm, mucize olarak ölüleri dirüttip bir nevi ruh verme gibi olduğundan ona «ruh» denilmiştir.
  3. c) veya ruh ve cesedden mürekkeb olan. Hz.   İsa aleyhisselâm, ruh sahibi olan bir babanın veya bir canlının menisinden hasıl   olmadığından ona «ruh» denilmiştir.
  4. d) Veya Cebrail Aleyhisselâm-ı cenâbu hak gönderip anası Hz. Mer-yemin gömleğinin altından ayağına üfürmesi ile hâmile kalıp menînin kir­lerinden hiç bir şeyin olmaması ve bu şekilde dünyaya gelmesinden dolay; Hz. Isa aleyhisselâma,   «ruh» denilmiştir.

Bu maddelerin bâzı yönleri çeşitli âyeti kerîmelerde beyan edilmiştir, kıyamette de aynı halın olması ile ilgili hitab tecelli edecektir.
Nitekim bir âyeti kerîmede şöyle beyan edilmiştir :
«Allah o zaman (kıyamette) şöyle diyecek : Ey Meryem oğlu İsa! hem senin üzerindeki, hem anayın üzerindeki (bunca) nimetimi hatırla. Hani ben seni Cebrail i!e desteklemiştim. Beşikde ikende, yetişkin ikende sen insan­lara söz söylüyordun. Hani sana kitabı (yazı yazmayı), hikmeti, Tevrâtı ve ncili öğretmiştim. Hani benim iznimle çamurdan bir kuş suretinin benzerini tasarlıyordun, içine üfürüycrdun da benim iznimle bir kuş oluveriyordu. Hem anadan doğma kor ile abrası da benim iznimle iyi ediyordun. Hani ölü­leri, benim iznimle (hayata) kavuşturuyordun. Hani israil oğullarını senden defetmiştim (seni öldürememişlerdi}. Kendilerine açık mucizeler getirdiğin zamanda, içlerinden o köfredenler şöyle : Bu aşikâr bir büyüden başka bir şey değildir, demişti.»                                                               Mâido sûresi, 119
Cennetle cehennemin hak ve var olduğuna dairde pek çok ilâhi hüküm­ler, kur’anı kerimde mezkûrdur. Adem Aleyhisselâmın kendisi ile ailesi Hz
Havvanın cennetten çıkarılışları ve müttekîler için cennetin hazırlandığını beyan eden âyetleri, cennetin hak ve el’an ^Jor olduğu, keza cehenneminde Kâfirler için hazırlandığını mâzî sığası ile beyan etmiştir. Erbabı mütealaa, akâid kitablanna müracaat eder, [126]
 

Tercümesi :

 
28 – (27) Amr ibnil As (R.A) dan mervîdir, demiştir :
— Nebiyyi Ekrem sallallâhü aleyhi veselleme geldim ki : (Ey nebiyyi Muhterem!) sağ elini uzat da sana bîat edeyim, Resûlüllâh (S.A.V) hemen elini uzattı, bende elimi geri çektim.
— Bunun üzerine Resûlülla h(S.A.V) : «Hatırına ne geldi ey Amr?» dedi.’
— Bende : Nefsimi bir menfeat karşılığında şartlamak istemiştim, de< dim.
— Resûlüllâh (S.A.V) : «Neyi şartlamak istiyorsun?» buyurdu.
— Dedimki : Müslüman olduğumda afv olunmamı istiyorum.
—   Resûlüllâh (S.A.V) buyurdu ki ;
«Ey Amr sen bitmezmisin ki İslâm, müslümanltkdan evvtl geçeni (küf­rü ve günâhı) yok eder, Hicretde, hicretten evvel işlenenleri yok eder ve hacc da, haccdan evvel işlenenleri yok eder!»
Ebt Hüreyre (R.A) den mervî şu iki hadisi kudsiyi : «Allâhü teâlâ buyur­du : Ben azîmüşşan şirk koşanların şirkinden beriyim» diğeri,
«Büyüklük, benim gömieğimdir.» İlerde Riya ve kibir böbındo inşa Allah zikredeceğiz. [127]
 

İzahat

 
Râvî Amr ibnil As (R.A), Mekke-i mükerremeli ve kureyş kabılesinden-dir. Hicretin yedinci senesi Hayberin fethi yılı müslüman olmuştur veya hic­retin sekizinci senesi mekke-İ mükerremenin fethinden altı ay evvel müs­lüman olmuştur.
Resûlüllâhın huzuruna, Amr bin As (R.A), Hölid bin Velid (R.A} ve Os­man bin Talha (-R.A) hazretleri birlikte geldiler. Evvelâ Hz. Hâlid girdi müs-lüman oldu, bîat etti, sonra Hz. Amr bin As girdi müslüman oldu, biat etti ve geçmiş günahlarının afvini diledi.
İşte o zaman Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurdu :
«İslama girmek ve hicret etmek, evveîce işlenenleri yutar bitirir.»
(Ahmed bin Hanbel)
Amr bin As, muhtelif zamanlarda mısır valiliğinde ve ordu kumandan­lıklarında bulunmuştur. Ebu Musa El’eş’arînin karşısında Hz. Muâviye ta­rafından hakem tâyin edilmişti. Hâdise târih ve siyer kitablarında meşhur­dur.
Amr bin el As (R.A) Mısır valisi iken 43. sene-i hicrîde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.
Hadisi şerifde, «İslam, Müslümanlıkdan evvel geçen (küfür ve günahı) yok eder» cümlesindeki hüküm, islâm diyarında olmayıp kâfir diyarında olan harbîler hakkındadır. Yani kâfir memleketinde yaşayan bir kâfir, islâmı ka­bul eder müslüman olursa, Allah hakkı olsun, kul hakkı olsun, ne gibi gü­nahları var ise afv olunur. Anadan doğma tertemiz bir çocuk gibi müslüman-dır.
Fakat islâm diyarında yaşayan zimmî (vatandaş) kâfirler müslüman olurlarsa, onlardan Allâha ait olan küfür ve günahlar bağışlanır, tertemiz olurlar. Kulların hakkı ise, helallaşma veya afv ettirmeden bağışlanmaz. Zira islâm diyarında yaşayan ve oranın islam hükümlerinin infazını daha evvel kabul etme ve bilme hâli gerektiğinden kul hakları afv olunmaz. Tâki helâl ettirilip bağışlattırıiırsa, o zaman ilâhi afve mazhar olunur.
Hadisi şerifde, «Hicret iie haccın» geçmiş günahları bağışlatma meşe-leside yine zulüm ve kul haklarına tecâvüzde bulunmaların dışındaki günah­lar afv olunur, demektir. Zira zulmün ve kul haklarının isiâm diyarında ve müslüman halinde işlenmeleri, o günahların sahibleri ile helalllaşma veya afv ettirme yoluna baş vurmak suretiyle ilâhi afv olabilir.
Yani hukûkullahın her çeşidi, Ressûlüllâhın diyarına hieret eden harbî­nin, islâmı kabul edip hicret etmesi ile afv olunur, ve Hacca giden bir müs-lümandanda, hukûkullahın büyüğü gücüğü bağışlanır.
Hukuku ibâde gelince, bütün ulema ve müctehidlerin icma-ı ile afv olun­maz.
Hukûkullahın afvi içinde, hacca giden kişinin hac esnasında, dedi ko­du, fışkı fucûr ve kavga gürültü yapmadan hac etmesi gerektiği âyeti kerî­me ve hadîsi şeriflerde beyan edilmiştir.
Riya ve kibir hakkında vârid olan hadîsi kudsilerin açıklamaları, bahis­lerinde gelecektir. [128]
 

Îmanla İlgili İkinci Fasıl

Tercümesi :

 
20 – (28) Muaz ibni cebel (R.A) den mervidir, demiştir :
— Dedimki, yâ Resûlellah (S.A.V) bana bir amel haber verki, (o emel} beni Cennete katsın ve Cehennemden uzaklaştırsın.
— Bunun üzerine   Resûlüllah (S.A.V} buyurdu :
«Eibet sen büyük bir İşden sordum, O iş Aüâhü teâfânın müyesser kıl­dığı kimseye kolaydır   (ve şudur) :
— Aüaha libâciet edersin, ona hiç bir şeyi şerik koşmazsın, Namazı kı­larsın, Zekâtı edâ edersin, Orucu tutarsın ve beyti şerifi hacc     (ziyaret) edersin.»
— Bundan sonra Resûluilah buyurdu ki :
— «Kulak ver bana ! sana hayır kapılarını haber vereyim? (bâzı rivayet­te. Evet haber ver, dir)
(Resûluilah şunları saydı) :
«Oruç (örtücü ve koruyucu) bir kalkand.T, sadaka; Suyun ateşi söndür­düğü gibi, hatayı söndürür. Ve gecenin yarısında bir adamın kıldığı namaz (da hayır kapılarından) dır.
— Bundan sonra Resûluilah şu mealdeki âyetler^okudu :
«Yan’arı yataklarından uzaklaşır, korku ve ümidjle Rablerine düâ eder­ler. Kendilerine rızıklandırdığımız şeylerdende (hayra) harcarlar.
— Artık onfar için, yapmakda olduklarına kj.r mükâfat olarak, gözlerin aydın olacağı (nimetlerden) kendilerine neler gizlenmiş bulunduğunu kim­se bilmez.» (Secde Sûresi, 16-17)
— Sonra Resûluilah (S.A.V) buyurdu :
— Dikkat et sana işin başını, direğini ve en yüksek zirvesini bildıire-yimmi?»
— Dedim ki : Evet (bildir) ya Resûlellah!
—   Resûluilah (S.A.V} buyurdu :
«İşin başı: İslâm, işin direkler,’; Namaz ve işin en yüksek zirveside ct-haddır.»
— Sonra Resûluilah (S.A.V) buyurdu :
«Sana bütün bunların esasını (ve başını) haber vereyim mi?»
— Dedim ki : Evet (haber ver) ya Allanın nebisi!
— Bunun üzerine Resûluilah dilini eli ile tuttu ve buyurdu : «Buna (diline) manî ol, üzerme hücum ettirme.»
— Hemen dedim : Yâ nebiyyallah! Biz konuşduğumuzla cezalanacak-mıyız?
— Resûluilah (S.A.V) buyurdu :
«Annen seni yitirsin ey muaz!, İnsanlar yüzleri üzerine veya burunları üzerine veya   dillerinin mahsul’arı üzerine Cehenneme düşmeyeceklerini
zannedersin? (elbette böyle düşecekler). » (Hadisi; Ahmet, Tirmizi ve İbni mace rivayet etmişlerdir, ve Tirmizî hadîs, hasen ve sahihdir, demiştir.} [129]
 

Tercümesi :

 
30 – (29)   Ebî Ümame (R.A) den mervîdir, demiştir :
Resûluilah   (S.A.V.) buyurduki :
«Bir kimse, Al!ah için sever, Allah İçin buğzeder, Allah için verir ve Al­lah için meneder (vermez) se, işte o kimse, muhakkak kâmil îmana ermiş­tir.» [130]
 

İzahat

 
Râvî kimdir?
Hz. Ebî Ûmâm^/bâhilî (R.A) ilk zamanlarda Mısırda sakin olup sonra Humusa nakli meker. sden ve sıffiyn muharebesinde Hz. Ali (R.A} in yanın­da yer alan sahâbîdendir. Sahabelerden en çok yaşayan ve pek cok hadîs öpretip nakledenlerden birisidir. Nakledip öğretmeyi yapdığı yer, çoğunluk la Şam olmuştur. Yetmiş bir (71} yaşlarında iken hicretin seksen altı (86) tânnınde bamaa vefat etmiştir ve Samda vefat eden sahabelerin en sonun­cusudur. Allah ondan razı olsun.
Hadîsi şerifde, bir kişiyi Allah için sevmenin, Allah için buğz etmenin, Allah için verip, Allah için vermemenin, kâmil bir îmana kavuşmanın neti­cesi olduğu beyan buyurulmaktadır.
Yani sevişmeler, rızayı bâriye uygun ‘olacak, iyilik ve hayır yollarında sevişip yardımlaşıiacak, dünyevî ve nefsânî hiç bir garaz  olmayacaktır.
Keza bir kişiye buğzetmek de, o kişinin kötülüğünden ve kötü amellerle meşkul olduğundan o kötü amellerine karşı nefret edip buğzetmek, nefsâni bir garaz ve intikamı taşımaması hâlinde makbuldür.
Bir kişiye yardım, ödünç ve iyilikde bulunmak veya taleb edilenleri o adamın kötülüğünden veya kötü yollarda harcayacağından dolayı Allâhın rızasını tahsil etmek gazabı ilâhîsinden uzak oimak maksadını taşıyarak verilmeyen veya red edilme hâlide, îmanın kemal ve fazilete erişmenin ne­ticesidir.
Allah için sevişmek ve Allah için buğzetmek hakkında misallı izahat, baş tarafda geçen hadîsi şeriflerin altında beyan edilmiştir. [131]
 

Tercümesi :

 
31 – (30) — Yukardaki hadisi şerifi İmamı Tirmizî Muaz Bin Enesten takdimli ve tehirli olarak rivayet etmiştir. Ve bunun rivayetinde, «O kimse­nin îmanı, muhakkak kemâle ermiştir.» şeklinde ifâde edilmiştir. [132]
 

İzahat

 
Rövî kimdir?
Hz. Muaz İbni Enes (R.A), Muaz bin cebelden başka bir sahâbîdir. Ah-med bin hanbel, Ebû Dâvud, Nesâî, Tirmizî ve ibni mâce-nin sünenlerinde bu zâtın rivayeti ile hadîsi şerifler mezkûrdur.
Meselâ .- Süneni Tirmizide bu zattan rivayet edilen şu hadisi şerif mez­kûrdur :
«Bir kimse, muhtelif elbiseleri giymeye kudreti olduğu halde sâde tevâ-zuundan dolayı terk edip geymezse, Allâhü teâla o kimseyi mahşerde hal­kın başı üstünde çağıracak, îman süsleri ile zinetlenmiş elbiselerden dile­diğini giymekle muhayyer kılacaktır.»[133]
Hz. Muaz bin Enes (R.A), Mısırda sakin olup yaşamıştır. Vefat târihi bulunmamıştır. Allah ondan razî olsun. [134]
 

Tercümesi :

 
32 – (31) Ebû zer (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah   (S.A.V) buyurdu :
«Amellerin efdalı, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.»[135]
 

Tercümesi :

 
33 – (32) Ebû Hüreyre (R.A) den rivayet olunmuştur, demiştir:
Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Müslüman o kimsedirki, dilinden ve elinden müslüman’ar salim olur. Mü’minde, insanların kanları ve mallan ondan emin olan kimsedir.»[136]
 

Tercümesi! :

 
34 – (33) Beyhakî «îmanın Şubeleri babında» Fadâlenin rivayeti ile (yukarda geçen hadisi şerifin devamına şu cümleleri) ziyade etti :
«Mücâhid : Allaha itaat yolunda nefsi ile cihâd eden kimsedir. Muhacir ise, hatâ ve günahlardan kaçınan kimsedir.» [137]
 

İzahat

 
Râvî kimdir?
Hz. Fadâle (R.A), Medîne-i münevvere de Evs kabilesine mensup Ensârı kiramdan bir sahâbîdir. İlk defa uhud muharebesine katıldılar ve ondan son­raki muharebelerin hepsinde hazır bulundular. Sûre-i fetihde beyan edilen ağacın altında bîat edenlerdendi. Şama, cihad maksadı ile gidenlerdendir. Daha sonra şama nakli mekan etti, orada sakin oldu ve sıffînde Hz. Muâvi-ya tarafından hâkimlik yetgisi verilmişti.
Vefatı, Hz. Muaviyenin riyaseti zamanında samda hicretin elli üçüncü (53). târihinde vefat etmiştir. Allah ondan razî olsun.
Hadîsi şerifde, mücahid ile muhacir en güzel tarif ile îzah buyurulmuştur.
Bu hadîsi şerifi tekrar tekrar okuyup ezberlemek ve hükmüne göre amel etmek en güzel ve en doğru yoldur.
Günümüzde nefislerinin arzusu olan makam, mansıp, :!şöhret, mai, mülk, emsali hırslar içinde hırçınlaşmış ve gözleri, gönülleri kendi çıkar­larından başka bir şeyi görmeyip düşünmeyen pek çok muhterisler, hatta namaz ve abdestle ilgileri görülmeyen, riya, kibir, ucüb, hased ve buğz has­talığına kapılmışlar, kendilerine mücâhid süsü veriyorlar. Veya dalkavuk­ları onlara «Mücâhid» diyorlar.
Büyüklerine saygı göstermeyip, küçüklerine şefkat da bulunmayan, hocasına ve babasına isyan eden, hak hukuk tanımayan, içkici, kumarcı, dansçı, zinacı ve iftiracı olan müfsitlerede «Mücâhid» ve bu hayat içinde ölenlere de «Şehid» diyenleri görüyoruz, duyuyoruz.
Meselâ ; Bir zaman Gazetenin birisi yazmıştı, bir yerde dans ederken Kodaman sayılanlardan birisi öirrıüş, hemen aveneleri o adama «şehid» tâ­birini söyleyip yazıyorlar. Ne tuhaf ve ne acâibliktir. Küfür ve kötülük hak­kı gören göz ve kalblerini bürüyünce doğruyu göremiyor ve anlayamıyor­lar. [138]
 

Tercümesi :

 
35 – (34)   Enes (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) bize hutbe îrad etti ve hutbede ancak şöyle buyurdu :[139]
«Kendisi için emânet olmunmayan (yani, emânete riâyet etmeyip hiyâ-netlik eden) kimsenin (kâmil) îmanı yoktur. Ve verdiği sözü yerine getirme­yen kimseninde dininde kemal yoktur.»   [140]
 

Îmanla İlgili Üçüncü Fasıl

Tercümesi :

 
36 – (35) Ubâde bin Es sâmit (R.A) den mervidir, demiştir:
Resûlullah (S.A.V) den işittim buyuruyordu :[141]
«Bir kimse lâilâhe illallah, Muhammedürresûlüllah – Allahdan başka ilâh yoktur. Muhammed (S.A.V) de onun Resulüdür, diyerek şehâdet getirirse (yani bu kelime-i tevhidi söyler ve o inancı ilede ölürse), Allâhü teâla o kim­seye Cehennemi haram kılar.» [142]
 

Tercümesi :

 
37 – (36)   Osman bin Affan (R.A) dan mervidir, demiştir :
Resûlullah   (S.A.V) buyurdu :[143]
«Bir kimse, Lâilâhe illallah – Allahdan başka ilah yoktur (kelime-i tev­hidin manasını) bildiği halde (inanıp söylediği halde) ölürse, (O kimse) mu­hakkak Cennete girer.» [144]
 

Îzahat

 
Râvî kimdir?
Hz. Osman bin Affan (R.A.), Emevî sülâlesinden ve kureyş kabîlesin-dendir Vâni mekke-i mükerremelidir. İlk müslümanlardandır. Resulü Ekrem efendimiz «Dârul Erkama» girmezden evvel Hz. Ebû Bekirin delâleti ile rasûlüllâhın huzuruna gelip müslüman olmuştur.
Habeşistana iki sefer hicret edenlerdendir. Resûlüllâhın kerimesi ve ken di zevcesi olan Hz. Rukiyyenin hastalığından dolayı Bedir,Savaşında hazır bulunamamıştır. Muharebede bulunmadığı halde rasûlüllah önada ganimet­ten senim ayırmıştı.
Sulh için mekkeye gittiğinden hudeybiye sulhunda da bulunammaıştır. fakat Bîatürrızvanda efendimiz bir elini Hz. Alinin eli üzerine koymuş ve «iş­te bu Osman içindir» buyurmuştur.
Peygamberimizin Rukıyye ve Ümmü Külsüm (R.A) isimli iki kızını aldı ğından dolayı kendisine «Zihnûreyn -‘iki nur sahibi» denilmiştir, Resûlüllâhın damadı muhteremi Hz. Osman (R.A), üçüncü halîfe-i rasuldur. Beyaz tenli, güzel yüzlü, haya sahibi bir zâtı âlî cenab idi. Hilâfeti, on iki seneden bir kaç gün eksik olmuştur.
Vefatı, Muharrem ayının ilk günlerinde Mısırdan isyan edip gelen âsî­ler tarafından hicretin yirmi dördünde seksen iki yaşında Kur’âm Kerimi Okur halde iken şehid etmişlerdir. Ve bir cumaertesine rastlayan günde cennetül Bakîa defn olunmuştur. Allah ondan razı olsun.
Hadîsi şerifde; «lâilâhe illallah» kelime-i tevhidine «Muhammedürrasû-lüllah» in beraber söylenmemesi nedendir acaba?!
Lâilâhe illallah, kelime-i tevhîdî artık bir alem olmuştur. Bu kelimeyi söyleyip tasdik eden kimse, «Muhammedürresûlüllah» kelimesinide ikrar ve tasdik etmiş demektir. Bu sebeble sâdece lâilâheillallah – Allahdan başka ilâh yoktur, kelimesi ile iktifa edilmiştir.
Hadîsi şerifin sonuç hükmü ile ilgili malumat, yukarda geçmiştir. Ora­ları tekrar okumak faydalı olur. [145]
 

Tercümesi :

 
38 – (37)   Câbir (R.A) den mervidir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Vâcib kılan iki şey vardır.»
— Bir adam dedi : Yâ Resûlellah! Vâcib kılan iki şey nedir?[146]
—   Resûlullah   (S.A.V) buyurduki :
«Bir kimse, Allâha bir şeyi şerik koşduğu halde ölürse, Cehenneme gi­rer (Cehenneme girmesi vâcib olur.) Ve bir kimsede, Allâha bir şeyi şerik koşmadığı halde ölürse, muhakkak Cennete girer (yani. Cennete girmesi vâcib olur).» [147]
 

Îzahat

 
Râvî Hz. Câbir kimdir?
Hz. Câbir (R.A), Ensâri kiramdan meşhur Câbir bin Abdillahdır. Bu meş­hur sahâbî, aynı zamanda çok hadis rivayet edenlerdendir. Resulü Ekrem efendimizle beraber. Bedir ve ondan sonra vâkî olan muharebelerin hepsin­de hazır bulundular. Şama ve Mısıra gitmişlerdir. Ömrünün son zamanların­da gözleri görmez olmuştu. Pek çok kimse, bu 7atdan hadîs, nakletmişler-dir. Resûlüilahdan bin beşyüz kırk (1540) hadisi şerif rivayet etmiştir.
Vefatı, doksan dört (94) yaşında iken hicretin y+miş dördüncü sene­sinde Medîne-i Münevverede vuku bulmuştur. Bir rivayette medîne-i mü-neverede vefat eden sahabenin en sonuncusudur. Allah ondan razî olsun. Hadîsi şerifde beyan edilen hükmü rasul, gayet açıktır. Allâhü teâlaya bir şeyi ortak koşan kimse, müşrik ve kâfir olması hasabi ile cehennemde ebediyyen azab olunmaları ilâhî adaletin tecellısidir. Zira dünyada Ailâha şirk koşan ve isyanda bulunanların cezalarının verilip icra edileceği yer, dünya değil, âhirettir. Orada zâlimlerden intikamını alacaktır. Allâhü teâla elbette böyle müşriklere şımarıklıklarının cezası olan cehennem ateşi ile cezalarını verecektir.
Bir kimsede, Allâhü teâlaya hiç bir şeyi ortak koşmayıp cenabı hakka hulûsu kalb ile inanıp ibâdetine devam ederken ölürse, işte bu itaatkâr kulun varacağı yerde, ebedî seâdet, huzur ve neşe yeri oian cennettir. Zira cenâbu hak böyle kullarına cennetini hazırladığını vâd edip söz vermiştir. Bu sebebden ihlaslı mümin kullarını cennetine katacaktır. Kâmil îmana sâhib olupda ihlas üzere ölen müminler, elbette çok mutlu kişilerdir. Çünkü ebedî seâdete nail olacaklardır. [148]
 

Tercümesi :

 
39 – (38) Ebû Hureyre (R.A) dan mervidir, demiştir : Biz, Resûlullah (S.A.V) in etrafında idik ve bizimle beraber bir Gurup Cemâat içinde Ebû Bekir ve Ömer (R.A) da vardı. Resûluilah (S.A.V} ara­mızdan kalkdı Ve yanımıza gelmesi gecikmişti. (Biz bu hâli görünce) bir düşmandan kötülük isabet etmesinden korktuk. Muzdarib olduk, kaldık. Muzdarib olanlardan ilki, ben idim. Resûlullah (S.A.V) in durumuna muttali olmak kasdı ile (meclisden) çıktım, tâ Ensardan (Medineli sahabeden) Beni Neccâra âid bahçeye gelinceye kadar tâkib ettim. Bahçenin etrafını dolaş-dım, acaba bahçenin bir kapısını bulabilirmiyim? diye Fakat (hiç bir) kapı bu lamadım.
— Hemen gördüm ki, küçük bir nehir hâriçdeki kuyudan duvara orta­sından bohçeye giriyor.
— Küçük bir nehir bir su kanalıdır.
— Ebû Hureyre (R.A) dedi : girmeğe gayret ettim ve Resûlullah (S.A.V) efendimizin yanına dizleyerek sokulup girdim.
— Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) : «Sen Ebû Hureyresin değilmi?» buyurdu.
— Ebû Hureyre (R.A) : Evet (ben Ebû Hureyreyim) Yâ Resûlallah! de­dim.
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Dileğin nedir?»
— Dedim ki : Sen bizim aramızda idin, kalkdın ve uzun müddet yok olup yanımıza gelmedin. Bunun üzerine biz, (her hangi bir düşmandan) sa­na bir kötülüğün isabet etmesinden korkduk ve bu halden muzdarib olduk. Hemde üzülen kimselerin evveli ben idim. İşte bu sebebden sizi tâkib ettim, bu bahçeye geldim. Girmek için tilkinin diz üstü sürünerek girmeye çalıştı­ğı gibi çalışdım. Ve bu insanlarda arkamda idiler.
— Bunun   üzerinö   Resûlullah (S.A.V) :
«Ey Ebâ Hureyre!» dedi ve iki nâlinini bana verdi. Hemen Resûlullah (S.A.V) tekrar buyurdu :
«Ey Ebâ Hureyre! şu iki nâlinfe git, şu duvarın arkasında kaibi itmi’nan-!a lâilâhe illallah – Allahdan başka ilah yoktur, diyerek şehâdet eden bîr kimse sana mülâki olursa, o kimseyi Cennetle tebşir et.»
— Ebû Hureyre (R.A) dedi ; İlk defa mülâki olduğum     (karşılaştığım) kimse, Ömer (R.A) oldu.
— Hemen Ömer (R.A) dedi ki : Ey Ebâ Hureyre! bu iki nâlin nedir?
— Ben dedim : Bu iki nâlin Resûlullah (S.A.V) efendimizindir. Beni bun­larla, kalbinin itmînânı ile lâilâhe illallah – Allahdan başka ilâh yoktur, di­yen kimseye mulâkî olduğumda o kimseye Cenneti tebşir edeceğim.
— Bunun üzerine Ömer (R.A) benim iki Göksümün üzerine vurdu ve derhal ben o vurulmanın şiddetinden oturağımın üstüne düştüm.
— Hemen Ömer (R.A) : Dön yâ Ebâ Hureyre, dedi.
— Bunun üzerine bende Resûlullaha (S.A.V) döndüm. Ağlayacak şekil­de iltica ettim ve Ömer (R.A) beni tâkib etti. Bakdım ki, hemen Ömer (R.A) izim üzere (arkamda) idi.
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Ey Ebâ Hureyre! Seni ne dönderdi?»
— Hemen ben dedim : Ömere tesadüf ettim, senin beni gönderdiğin şeyi ona haber verdim. Bunun üzerine benim iki Göksüm arasına şiddetli şekilde vurdu. Makâdımın üstüne düştüm. Ve bana dön dedi.
— Hemen Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Ey Ömer! Seni işlediğin şeye (Ebî Hureyreyi tebliğden men etmeyi ve geri dönmesini emrettiğin şeye) sevk eden nedir?»
— Ömer (R.A) dedi ; Anam, Babam sana feda olsun yâ Resûlellah! Ebâ Hureyre’yi iki nâünle lâilâhe illallah – Aiiahdan başka ilah yoktur ke-İime-i tevhidini kalbi ile mutmain olarak söyleyen kimseye mülâki olursa, Cennetle tebşir etmesi iîe gönderdinmi?
— Resûluilah (S.A.V) buyurdu : «Evet».
— Ömer (R.A) dedi :Bunu işleme!. Zira insanların bu söz üzerine îti-mad edip amel ve Cihaddan geri durmalarından korkarım. Binâen aieyh onları (insanları tebşiratsız olarak) bırakda çalışsınlar.[149]
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu : (Ey Ömer!) «Onları (insanları serbest) bırak» [150]
 

Tercümesi :

 
40 – (39) Muaz bin Cebel (R.A.) den mervidir, demiştir. Resûlullah (S.A.V) bana buyurdu ki:
«Cennetin anahtarları, Lâiîâhe illallah – Allahdan başka ilâh yoktur. (diyerek) Şehâdet etmek (inanarak söylemek) tir.» Ahmed[151]
 

Tercümesi :

 
41 – (40) Osman (R.A) den mervidir, demiştir :
Nebiyyi Muhterem (S.A.V) in ashabından bir kısım erkekler, -Resûlül-lahın vefatı üzerine mahzun oldular, hatta bâzıları (bu dînin sona ermesi) vesvesesine kapıldılar. Osman (R.A) dedi :
— Bende onlardan (dinin sona ermesi ve nurunun sönmesi vesvesesi­ne kapılanlardan) idim. Bir zaman ben otururken Ömer (R.A) yanıma uğradı ve selâm verdi. Fakat ben-Musîbetin şiddetinden-Onun selâmının farkında olmamışım. Bunun üzerine Ömer (R.A) beni Ebû Bekire (R.A) şikâyet etti. Sonra her ikisi benim yanıma geldiler ve beraber selâm verdiler (bende se­lâmlarını aldım).
— Hemen Ebû Bekir dedi : Kardeşin Ömerin selâmını red ettirmeyen saik nedir?
—Bunun üzerine ben dedim ki : Ben onu işlemedim (yâni terk ettiğimi bilmiyorum).
— Ömer (R.A) dedi : Evet, Vallahi işledi (yani, selâmımı almadı).
— Osman (R.A), Dedimki : Vallahi senin bana uğrayıp selam verdiğini hatırlamıyorum, dedi.
— Ebû Bekir (R.A Ömere) dedi: Osman tasdik olundu. (Ey Osman) seni o işi (selamı) anlamakdan büyük bir şey (vefatı nebî) meşgul etmiştir.
— Bunun üzerine ben (Osman) : Evet (hakikat böylecedir), dedim.
— Ebû Bekir (R.A), O büyük iş nedir? dedi.
— Ben (Osman) : Allâhü teâla* bizim şu işden (Cehennemden) kurtulu­şumuzu sormazdan evvel nebisinin ruhunu kabzetti. dedim.
— Ebû Bekir (R.A.) dedi.: ondan (Cehennemden kurtuluşdan) Ona (Re-sûiullâha) sordum.
sen ona (Cehnnemden kurtuluşa) daha lâyıksın (bu kurtuluş nedir?).
— Ebû Bekir (R.A) dedi : Dedim ki : Yâ Resûlellah! Bu işin kurtuluşu (Cehennemden kurtuluşu) nedir?[152]
«Ammime (yâni, Ebû talibe) aı-zettiğim de onun reddettiği kelimeyi, (kelime-i şehadet veya tevhîd-i) benden kabul eden kimsedir, işte o (kelime) o kimse için (Cehennemden) kurtuluştur.» [153]
 

İzahat

 
Vefatı nebiden mütevillid, ashabın arasında meydana gelen şaşkınhk-dan bir hali okumuş oluyoruz. Resûlüllahın
âhirete irtihâli ile dîninin söne­ceği veya dinin hükümlerinin terk edileceği vehmine kapılanlar arasında Hz. Osmanda bulunuyor.
Evet insan oğlu beşer şaşar, hele bilhassa çok acı musibet ve belalar, acılar karşısında yerli şaşkınlığa uğrar. Ne yaptığını ne yapacağını, ne söy­lediğini ve ne söyleyeceğini bilmez, şaşırır. Ölçü terazi olmadan rast gele bir şeyler yapar ve söyler. Doğru eğri veya zararlı karlı yönlerini inceleyemez, araştıramaz.
Hz. Osman (R.A) da, dînin sahip ve vâznnın Allâhü teâla olduğunu ve bu dînin hükümlerinin kıyamete kadar devam edeceğini bilir. Fakat Resulü’-lanın vefat musibeti onu perişan etmişti. Onun içinde Dînin nurunun sönece­ğini vehmetme hâli zuhur etmiştir. Dinin vâzı-ı Allâhü teâla dâim ve baki­dir ve dîninde kıyamete kadar baki kalacağını yüce Alla (c.c.) kitabı ilâhi­sinde çeşidli âyetleriyle beyan etmiştir.
Cümleden bir tanesi mealen şöyledir :
<‘On!ar (müşrikler), Allanın nurunu (şeriatını) ağızlariyle (sözleriyle) söndürmek isteyorlar. Fakat kâfirler hoşlanmasalarda, Allah (c.c) muhak­kak nurunu tamamlamak istiyor.» Tevbe. sûresi, 32
Bu mevzuun daha geniş izahı, «İslama sokulan Bid’ad ve Hurafeler» adlı eserimizin birinci ve ikinci ciltlerinde zikredilmiştir. Ayrıoa hemen ilerde 42. Hadisi şerifin izahındada kısa bir açıklama yapılmıştır.
Yukardak okuduğumuz Hz. Osman (R.A) in hâli gibi musibet ve be­lâların cok çeşidleri vardır. İmtihan ve îkaz için vakî olan belalara uğrayan­ların kusurlarına, yanlışlıklarına ve hatta ihmallerine karşı kızmayıp adam­ların hallerinden anlayıp mazur görmek en isabetli yoldur.
Öyle ya bu ümmetin üçüncü derecede fazilet mertebesine yükselmiş ve en kamil îmana sahip olan bir zat, büyük musibetin karşısında şaşkın-‘ığa uğrarsa, ondan derece ve mertebe itibarı ile her yönden aşağı olan kim­selerde bu hal, elbette daha şiddetli ve daha acaib şaşkınlıklar olabilir. Ce-nâbu hak bütün ümmeti muhammedi, belâ, musîbet, ibtila ve imtihanlar kar-
şısında, metanetli, sabır ve tahammül sahibi kişilerden olmaların! nasıb et­sin ve tahammül nisbeti güç olan veya hiç tahammül edemiyeaeğimiz felâ­ket, musibet ve belâları göstermesin, yükletmesin. Amin.
Şu â/Ptı kerimenin hükmünü her zaman dileriz :
«Allah bir kimseye ancak gücü yettiği kadar teklif eder yükler. Her ke­sin kazandığı hayrın sevabı, kendinedir. Ve yaptığı kötülüğün zararıda yine onadır. Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk yahut kasdimiz olmadan haîa etmiş isek, bizi (bundan dolayı) hesaba çekme. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yükîe-diğln musibetler gibi, bize ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Gücümüzün yet­mediği şeyi bize yükleme,»     Bakara sûresi, 286[154]
 

Tercümesi :

 
42 – (41) Mikdad (R.A) den mervidir, ResûlulJah (SAV) den işitmîştir. Resûlullah) buyuruyordu :
«Yer yüzünde Şehir ve köy evlerinden hiç bir ev kalmaz, mutlaka her eve (evde bulunan her insana) Allâhü teâla islâm kelimesini, azizin izzeti ve zelilinde zilleti ile sokar. Yâ onları Allah (C.C) aziz kılıp islam cemaatından kılar.   Veya onları zelil kılar, islam ehiine boyun eğerler.»[155]
— Mikdad   (R.A) dedim ki:
«Öve ise din, olduğu gibi Allah iç;in gâlib olur.»   [156]

İzahat

 
Râvî Kimdir?
Hz. Mikdad Bin Amr elkindî (R.A), ilk müslümanlardandır. Müslümanla­rın beş veya yedincisidir. İslamlıklarını açıklayan ilk yedi kişiden birisidir. Habeşistana hicret etti, sonra tekrar mekke-i mükerremeye avdet etti.
Hz. Mikdat (R.A) Uhud muharebesinde ve ondan sonraki muharebelerin hepsinde hazır bulunmuştur. Medina-i Münevvereye üç mil mesafede «Cerf» isimli yerde vefat etmiştir. Vefatından sonra Cennetül baki-a getirilmesi için Zübeyr bin Avvamâ vasiyet ettiğinden müslümanlar cenazesini omuzlarına
alıp Cennetül Bakî-a getirip defnettiler. Doksan yaşında olan bu zatın vefatı, hicretin yetmiş üçüncü senesine raslayordu. Allah ondan râzi olsun.
Yukardaki hadisi şerifin hükmü, en mükemmel şekli ile Hz. İsâ Aley-hisselâmın yer yüzüne tekrar indiği zaman görülse gerektir. Zira o zaman, islamı kabul etmeyenler öldürülecektir. Onun için her eve mutlaka islam girecektir.
Hadisi şerifde beyan edilen hükmü Resule çok dikkat etmek lâzımdır. Zira pek çok kişiler, islamın yıkılacağını, zan ederler, arttk müslümanhk yok olur diyerek umutsuzluklara kapılan çeşidli zanlar ve şüphe ile karşılayan­ları görüyor ve duyuyoruz.
Nitekim bir evvel okuduğumuz hâdise ve vakıada Resûlüllahın vefatın­dan müteessir olup perişanlaşan sahabe arasında şaşkınlığa uğrayan Hz. Osman (R.A) de «bende dinin sona ermesi vesvesesine kapılanlardanım» demişti.
Resûlüllahın vefatından sonra aynı hal Mekkeli müslümanlar arasında-da görülmüştü. Mekke-i mükerremede irtidat edenlerin karşısına Süheyl Bin Amr (R.A) isimli bir sahabe hutbe irad ederek şöyle demişti .
«Ey Kureyş halkı! Siz en son müslüman olupda en evvel mürtedlerden o’mayın. Vallahi! azim bu din, güneş ile ayın doğup batması halîeri devam ettikçe dinde devam edecektir.»
Kur’anı Kerime ve Resulü Ekrem efendimizin sünnetlerine inanan mü­minler, bu zatlara bakıp dikkat etmelidirler. Umutsuzluğa kapılma tehlike­si ile karşılaşınca, hemen ilâhî ayetleri ve peygamberimizin mübarek cüm­lelerini okuyup rahata kavuşmak gerekir.
Dinin dâim ve bakîiliği ve hatta her şeyin üstünde ve galip olduğunu ve olacağını beyan eden bir kaç hüküm daha nakledelim.
Bir âyeti kerime meali şöyledir :
«Hiç şüphe yokki, Kur’anı biz indirdik biz ve muhakkakki onu, tağyir ve tepdilden biz koruyup muhafaza edeceğiz.» Hicir sûresi, 9
Diğer âyeti kerime meali :
«O (Allah), Peygamberini hidayetle ve hak din ile bütün dinlerin üzeri­ne geçirmek için gönderendir. Velevki müşrikler, hoş görmesin.»Tevbe sûresi, 33
Diğer âyeti kerime meali :
«Allah (c.c.) şöyle hüküm vermiştir : İzzi celalim hakkı için, muhakkak,] hem ben (azimüşan) galip geleceğim, hem Peygamberlerim. Şüphesiz Allah çok kuvvetlidir her şeye galipdir.» Mücâdile sûresi, 21
Diğer âyeti kerîme meali :
«Allanın yarattığı bu dini değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. İşte dos doğru din budur. Fakat insanların çoğu (hak dininin islam olduğunu) bilmez­ler.» Rum sûresi, 30
Peygamberimiz bir hadisi şerifde şöyle buyurmuştur :
«Nefsi Muhammediyem yed,i kudretinden olan Allaha yemin ederimki, elbet sizin içinize Meryemin oğlu îsa (AS) m inmesi yakın zamanda olacak­tır. Adaletle hüküm verecek, putları kıracak, hınzırı öldürecek, {islam düş­manlarından) cizyeyi kaldıracak ve mal çoğalacaktır, o haldeki (zekat ve sa­dakayı) Hiç bir ferd kabul etmeyecek (veya kabul edecek ehil fakir kalma, yacak).» [157]Emâlîde şu ibare manzumdur :
«Muhammed Aleyh isselamın şeriatı, tebdil ve tağyir edilmeden her zaman kıyamete kadar baki ve daimdir.»
Evet dünyanın son gününe kadar din bakîdir. Yok olmamış ve yok olma­yacaktır. Daha geniş izahat «İslama sokulan bid’at ve hurafeler» adlı ese­rimizin ikinci cildinin 54-70 sahffelerinde mezkûrdur. [158]
 

Tercümesi :

 
43 – (42) Vehb ibni Münebbih (R.A) den rivayet olunmuştur, ona de­nildi ki;
— Lâilahe illallah – AHahdan başka ilâh yoktur, Cennetin anahtarı de-ğilmidir?
— Dedi ki : Evet, fakat (Cennetin) anahtarı yalnız (kelime-i tevhid) de­ğildir. Onun (anahtarın) dişleri vardır.
— Binaen aleyh eğer anahtarın dişlerinide getirir (işler) sen, sana Cen­net (in kapısı) açılır. Şayet anahtarın dişleri (olan, namaz, zekat, oruç ve. hacc gibi ibâdetleri) işlemezsen sana (Cennetin kapası) açılmaz.» Buharı[159]
 

İzahat

 
Râvî Hz. Vehb kimdir?
Hz. Vehb bin Münebbih (R.A), Ebû Abdillah San’ânî künyesi ile künye-lenen fâris oğullarından bir zattır. Câbir bin Abdillah (R.A) ile Abdullah bin Abbasdan hadisi şerif işitmiştir. Bu sebeble tâbiîinden olduğu zikredilmiş­tir.
Vefatı, hicretin yüz ondördüncü (114). senesinde vuku bulmuştur. Allah ondan râzî olsun.
Yukardaki haberde açıklanan hükümler, müminin kuru bir îrnan ile yaşa-yamıyacağı ve âhiret seâdetinin de temininin mutlaka iyi bir amel ile veya amellerle olabileceği beyan edilmiştir.
îman eden bir mümin, imanını muhafaza edib koruyarak o îmanla be­raber nhlrete gidebilmesi için, abdest, gusül, namaz, zekat, oruç, hac ve hayrı hasanattan olan iyi amelleri işleyib kötü amellerden kaçınması lazım dır. Böyle iyi ameller, îmanı kuvvetlendirir ve ahiret seâdetinin teminine se-beb olur.
Şayet iyi amelleri terk edib, yalan, iftira, zulüm, içki, kumar, zina, livata, gıybet, nemmam, hasutiük ve fesatlık gibi kötü amellerle meşgul olmak ise, İmanı kirletir. Sahibini tehlikeye götürür.
Evet her anahtarın dişleri vardır, dişler olmadan kapı açılmaz. îmanın anahtarı, Lâilâhe illallah – Muhammedürrasûlüllah, dır. Bu îman anahtarı kelimei tevhîdinde dişleri, taharet, namaz, zekat, oruç, hac ve hayırlı amel­lerdir. Cennetin kapısını açacak olan îmanın anahtarı, Lâilâhe illallah – Mu­hammedürrasûlüllah-! sokup açabilmek için, anahtarın dişleri mesâbesin-deki iyi-amellerin bulunması lâzımdır.
Huiasai kelam îmanın nuru ve ışığı olan kelimei tevhidi söyleyib kalb ile tasdik etmekle iş bitmez. O îmanı bir muhafaza altına almak gerekir. İyi amel de bulunmadan sâde kelime-i tevhidi söyleyen kimsenin îmanı, açıkda ya­nan çc-çevesiz bir lamba ve çıra gibidir. Hafif bir rüzgar veya hareketten hemen söner. Fakat o lamba ve çıra, bir çerçeve ve cam içerisine alınırsa, kolay kolay sönmez. Işıkdan istifade devam eder.
Mümin de iyi amelleri işlemekle îmanını muhafazaya alarak her türlü tehlikeden korur, îmanla ahirete gitmeyi sağlamaya çalışırsa, cennetin anahtarını dişleri ile eline alıp atıirete giden ve oradada cennetin kapısını eliyle açabilecek bir kimsedir.
İşte iyi amelleri işleyen kimseler, cennetin anahtarını eline afıp cenne­tin kapısını açarak ebedî seadete giren, girecek olan kimselerdir.-Şayet iyi amelleri işlemeyip kötü amelleri işler ve o haldede ölürlerse, o kimseler ellerinde anahtarın dişlerini bulundurmadıklarından, cennetin kapısını aça­mazlar, cennetin kapısı açılmaz. [160]
 

Tercümesi :

 
44 – (43) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah   (S.A.V) buyurdu :
«Sizin biriniz islâmını güzel ettiği takdirde, işlediği her iyilik için işlediği nin on mislinden yedi yüz (700) e kadar katlanarak yazılır.[161]
— İstediği bir kötülüğün ise, işlenen kötülüğü ile Ailâha kavuşunca­ya kadar yazılır.» [162]
 

Îzahat

 
Kulların dâima hayır ve iyilikde yarış yapmasını seven halikı zülcelâl, yapılan bir iyiliğe karşı niyyetlerin hulus derecesine göre ecrü mükâfat ver­mektedir.
Hak teâla, bir hayır ve amele karşı enaz on misli mükâfat veriyor. İhlas ve iyi niyyet, rızayı bâriye daha fazla uygun olan iyiliklere, on mislinden yedi” yüz (700) misline hatta daha fazla ecrü mükâfat vermektedir. Kötü amel­leri ise, ancak misli ile cezalandırmaktadır.
Hadîsi şerif de şu mealdeki âyeti gerîmeye işaret vardır :
«Kim, bir hayırlı iş ve güzel amelle gef.irse, ona on misli sevab vardır, Kimde bir günah ile gelirse (şer işlerse) oda ancak misfi ile (işlediği günah kadarla) cezalanır. Onlar (gerek iyilik gerekse kötülük yapanlar), haksızlığa uğratılmazlar.»   En’am sûresi, 160
Diğer âyeti kerîme meali :
«Mallarını Altah yolunda infak edenlerin hâli, her başağa yüz dâneli yedi başak bitiren bir tohumun hâli gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allanın ihsanı, çok geniştir ve her şeyi hakkı ile bilendir.»
Bakara sûresi, 261
Bu son âyeti kerîmede temsîli olan hüküm gereğince, tarlaya atılan bir dâne tohumdan yedi başak biteceğini ve her başak yüzer adet taneye sahib olarak ydiyüz adet olacağı ve Allah dilerse, yedi başaktan ve yüzer adet taneden fazla da yaratabileceğini beyan etmiştir.
Evet her hangi bir iyilik ve hayırda bulunan kişi, o yapmış olduğu İyi­liğin en az on misli mükâfatını elde edecektir. Hayır ve iyilikler, rızâyı bâri­ye uygunluğu ve niyyetin hulus derecesine göre, on mislinden yedyüz hatta yedibin misli ve hatta yetmiş bin misli ve daha da fazla ecri mükâfata nail olacağı âyeti kerîme ve hadîsi şerifde beyan edilmiştir. Yeterki hayır ve iyi ameller, cenâbu hakkın rızasına uygun olsun.
Ziraatçı bir kişi, tarlayı zamanında nadas eder ve gerektiği takdirde iki­ler, üçler ve ekme zamanında tarlanın tavına rastlatır, gübresi ve ilâcı ile beraber tohumu ekerse, tarlanın hakkını verir, emeğini son gayreti ile sarf-
eder ve sulama ihtiyacı gibi hallerine dikkatle riayet ederse, o tarladan mahsul çok randımanlı olur. Cenabu hak, çalışanın emeğini korutur, kulun yüzünü güldürür, o emeğini zâyî etmez. Vadi Nahiyesi gereğince bir tane döneden yedi ulun ve her ulun ve kök-başakdan yüzer adet dâne vererek bire, yediyüz verir. Hatta bir döneden on, yirmi başak verib her başak da ellişer, yüzer adet tane mahsul verdiğide olur.
Farz edelimki, bir taneden yirmi kök-başak olup her başakda da yüzer adet tane olsa, bire yediyüz değil, bire ikibin verilmiş olur. İlâhî hazînesinde çoktur. Dilerse bu kadar ve daha da fazla verir. Yeterki ondan gelen nimet­ler unutulmasın. Şükranla karşılansın.
İşte bir adamda hayru hasanata koşar, yardım eder ve iyi amellerde bulunursa, bu ziraatçıya verilen maddi kâr ve kazanç gibi, bire on, bire ye­dibin, bire yetmişbin ve daha da fazla manevî kâr ve sevab vereceğini ce­nabu hak vâd etmiştir.
İşlenen şer ve kötülüğe karşı da .katlama ve fazlalaştırırla olmadan günahın aynını yazıyor, yazdırıyor. O işlenen günah kadar cezalandıracağı­nı, fazlalık olmayacağını beyan buyurmuştur. Hatta günah işlenince hemen yazdırmayor. Tevbe ve nedamet ederde hayra yazdırmayı sağlar diyerek bir müddet mehil ve tehir ettirib ondan sonra yazdırdığını Resulü ekrem efendimiz muhtelif hadisi şeriflerinde beyan buyurmuşlardır. Yukarda birin­ci hadîsi şerifin İzah kısmında nalkettiğimizi hatırlatırız.
Cenâbu hakkın yüce ahlak ve merhametini, yeterki kullan bilib idrak etsinler. Yapdıkiarı hayır ve hasanatla şer amellerinin hiç bir zaman boşa gitmeyeceğini, iyilik olursa kat kat ecre nail olunacağını, şer olan amelle­rin ise, tevbe edilib nedamet edilmediği takdirde ya azabı ilahi veya afvi ilâhiye uğranacağını bilmek gerekir. Cenabu hak, bu hakîkatları düşünen­lerden eylesin. Amin. [163]
 

Tercümesi :

 
45 – (443 Ebû Umâme (R.A) den mervîdir, demiştir ki :
— «Bir adam Resûlullah (S.A.V) e îman nedir? diye sordu.
— Resûfullah (S.A.V) de buyurdu :
«İyiliğin sent sevindirip, kötülüğünde yerindirdiği vakit, işte bu takdir­de sen müminsin.»
— O ada/n dedi : Yâ Resûleliah! günah nedir?
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Nefsjne (gönlüne) bîr kötülüğü yapmak isteği geldiğinde onu hemen terk (ve def), et. (İşte o günahdır.)» [164]
 

İzahat

 
— Râvî Hz. Ebî Ümâme (R.A) hakkında gerekli malumat,     biraz yukar­da   zikredilmiştir.
Yabancı bir müminin peygamberimize gelib îmandan sual etmesine karşı, Resulü Ekrem efendimiz yukarda ikinci hadîsi şerifde görüldüğü üzere cebrâil aleyhisselâmın, «îman nedir» diye sualına karşı verdiği cevabın başkası ile cevab veriyor. Acaba niçin böyle cevab vermiştir?
Gelen kişinin îmanın esasından değil, îmanın alâmetinden sorduğunu anlayan Resulü Ekrem efendimiz, o adamcağızın soruş gayesine ve kendi emel ve amaline göre cevab vermiştir ve demiştirki;
«Senin kalbindeki îmanıyın varlığına delâlet eden îmanıyın alameti, iyi bir iş yapdiğında veya iyi amele gayret sarfedip neticeye erişdiğinde bu başarı ve muvaffakiyyetinden dolayı sevinirsen ve işlemiş olduğun bir kötülükden utanır, üzülür, peşiman olur, Allanın azabına müstehak olman­dan nefsinde bir acı ve izdırab duyarsan, işte bu takdirde sen kâmil bir mü­minsin.»
Günahın tarifi de gayet açıktır ki, «insanın, kalbinde tereddüt hâsıl edip gönlünde rahat bırakmayan .her hangi bir şey, günah oluyor. Öyle olunca şüp heli Pazar mîdeyi bozar, kabilinden olan her şüpheli şeyi terk edip, insanın gönlüne temiz, iyi ve doğru olduğunda itminan hâsıl eden şeyleri işlemek en doğru yoldur.»
Hadîsi şerifde beyan edilen İmanın tarifine dikkat etmeliyiz. Zira bâzı isnâd ve iftiraya alışkın insanlar, bir zatın söz ve yazısında değişik ifâde ve îzahı görünce hemen saldırırlar. «Vay efendim îmanı yanlış tarif ediyor» gibi cümleleri yazanlar ve söyleyenler görülüyor. Hemen saldırmak doğru olamaz. Derinliğine tahkik ve tetkik etmek gerekir. Öyle saldırganlar, Pey-ğemberimizde de kusur aramaya kalkabilirler. Hakîki mümrnler ise, böyle sapıklara asla iltifat etmezler.
Evet bir kişi, yapacağı bir iş hakkında gönlünde huzur ve iyi bir kanaat bulamazsa, o mes’eleyi hemen terk etmelidir. Velevki o yapılacak veya ya­pılmış iş hakkında bir fetvacıdan fetvada alınmış ise, o kişinin gönlü rahat etmiyor, bir ızdtrab duyuyorsa, yine terk etmelidir. Zira müfti, ifâdeye göre fetva verir. Belki ifade yanlışlığı ile sorulmuştur. Her ne ise, gönül rahatlığı vermeyen işi işlemek, günah olabilir. [165]
 

Tercümesi :

 
46 – (45) Amr İbnıi Anbese (R.A) den mervidir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) e geldim ve dedim : Yâ Resûlellah! bu iş (din) üzere seninle beraber ofan kimdir? Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «(Her) hür ve köledir.»
— Dedim ki : İslam nedir?
— ResûIuJlah (S.A.V) buyurdu :
«(İslam, insanlara) tatlı söylemek ve taam yedirmektir.»
— Dedim : îman nedir?
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Sabretmek ve sahavette bulunmaktır.»
— Amr ibni Anbese : Müsiümantn hangisi af daldır? dedim,
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu ki :
«Dilinden ve elinden müslüman salim olan (zarar görmeyen) kimse­dir.»
—Amr ibni Anbese dedi : îmanın hangisi efdaldır? dedim. —Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Güzel ahlakdır.»
— Amr ibni Anbese dedi : Namazın hangisi efdaldrr? dedim.
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Kunutu (kıyam, kıraat veya huşûu) uzun olan (namaz) dır.»
— Amr ibni Anbese dedi : Hicretin hangisi efdaldır? dedim.
—   Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Rabbiyıin kerih (ve kötü) gördüğü şeyden kaçınmandır.»
— Amr ibni Anbese dedi : Cihâdın hangisi efdaidır? dedim.
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Atı öldürülen ve kanı akıtılan kimse (nin Cihâdı efdal) dır.»
— Amr ibni Anbese dedi : Saatlerin hangisi efdaidır, dedim.[166]
— Resûiullah (S.A.V) buyurdu : «Gecenin son yarısıdır.» [167]

İzahat

 
Râvî kimdir? ,
Hz. Amr bin Anbese (R.A), ilk müslümanlardandır. Hatta müslümon lann dördüncüsü olduğuda söylenir. Sonra medine-i münevvereye hicret etmiş ve orada bir müddet ikâmet etmiştir. Şamada nakli mekan etmiş ve şamh sahâbîlerden sayılmıştır. Pek çok cemaat, kendisinden hadîsi şerif rivayet etmiştir.
Bir üst hadîsi şerifin altında kısa bir cümle ile arzettiğimiz gibi, bu hadîsi rasulde de müslüman kişilerin îman ve amellerinin makbûliyetini be­lirten ölçü ve mihenktaşlan mesabesinde olan iyi amel ve faziletler, tekor teker sayılmıştır. [168]
 

Tercümesi :

 
47 – (46) Muaz ibni Cebel (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) den işittim, buyurduki :
«Bir kimse, Allâhü teâlaya bjir şeyi şerik koşmadan ona kavuşur, beş (vakit) namazı kılar ve Ramazan orucunu tutarsa, o kimse mağfiret olu­nur.»
— Dedim : İnsanlara müjdeleyimmi? Yâ Resûlellah![169]
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«İnsanlara (müminlere) müjdelemeyi bırak, işlesinler.». [170]
 

İzahat

 
Rasûiü Ekrem sallailahü aleyhi vesellem efendimizin;
«İnsanlara (müminlere) müjdelemeyi terk et, işlesinler» Cümlesine dik­kat etmek gerekir. Zira her hâlukarinde ümmetine şefkat kanadını ge­ren ve bütün emel ve gayreti ümmetlerinin tehlikeye dûcar olmamalarıdır.
Evet bu cümlesinde de aynı gayeler mevcuttur. Pek cok cahil ve avam­dan olan kişiler, beş vakit namazı kılıp ramazan orucunu tutup başka farzları ihmal ederler ve gafletten gaflete dalarak kendilerini tembellik ve atâlete sürükleyerek tehlike çukurlarına atabilirler, düşüncesiyle yukarıdaki cüm­lelerini buyurmuşlardır.
Ashabı kiramdan ihtisas sahibleri gibi havasdan olan âlim, kâmil, âbid,, zâhid ve mütteki kimseler, cennet umudu ve cehennemden korkma halide olmasa böyle kişiler, yine Allaha isyan etmezler. Zira onların goye-si, gece ve gündüz rızayı bâriyi tahsil etmektir.
Nitekim bir hadisi nebevîde şöyle buyurulmuştur :
«Allah (C.C.) suhaybe Rahmetini ihsan etsin, Allahdan korkmasadu, (Suheyb), ona isyan etmez.»
Suhayb (R.A), Peygamberimizin değerli, âbid ve zahid sâhabelerinden-dir. Onun için bu zat Allahüteâla tarafından kendisine teminat verilerek azab olunmayacağını bildirse dahi, bu zat yine Allaha isyan etmez. Belki ibâdet ve taat ile meşkul olmanın müjdesini duyunca ibâdete daha fazla devam eder.
İşte havasda olan zadlar, bu sahabe gibi ibâdet ve taat zevkine dalar­lar. Yapmış oldukları bir kaç iyi amel ile iktifa edip durmazlar. Hatta öyle zadlar yatamazlar, boş oturamazlar. Mutlaka faydalı ve hayırlı bir amelle meşku! olac^^dır.
Bir âyeli kerimede meâlen şöyle buyurulmuştur :
«(Onlar, o kimselerdirki, geceleyin namaz kılmak için) yataklarından kalkarlar (adeta) yatakları, onları sokar), Rablerine azabından korkarak ve rahmetinden umarak dua ederler»   Secde sûresi, 16[171]
 

Tercümesi :

 
48 – (47) Muaz ibni Cebel (R.A) den mervidir, Muaz, nebiyyi Ekreme (S.R.V) îmanın efdalı nedir? diye sordu.
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Allah için sevmen, Allah için buğzetmen ve Allanın meşgul olmasıdır.»
— Muaz (R.A) dedi : Bu nedir? Yâ Resûlellah!
—   Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Nefsine hoş gördüğün şeyi, insanlarada hoş görmen ve nefsine kerih Gördüğün şeyi, insanlara kerih görmendir.» [172]
 

(I) Büyük Günahlar Ve Nifak Alâmetleri Babı Birinci Fasıl

Tercümesi :

 
49 – (1) Abdullah ibni mes’ûd (R.A) den menfidir ^emiştir : Bir adam dedi : Yâ Resûlellah! Allâhin indinde hangi günah daha bü­yüktür?
— Resûlullah (S.A.V buyurdu :
«Ailâhü teâlaya misil ve nazır (mahîûkata benzerlik) isnad etmendir, halbuki o (Allah) seni yaratandır.»
— O adam dedi : Bundan sonra hangi günah daha büyüktür? «Çocuğuyun seninle beraber taam yemesinden (fakirlik ve rızkından)
korkarak onu öldürmendir.»
— Adam dedi : JB^ndan sonra hangi günah daha büyüktür?
— Resûlullah (S.A.v”.) buyurdu : «Komşuyun karısına zina etmendir».
—, Bunun üzerine Ailâhü teâla Resulünün bu sözünü tasdik ederek şu mealdeki âyeti kerimeyi inzal buyurdu :
«Onlar ki, Allanın yanına bir ilah daha (katıp) tapmazlar. Allanın ha­ram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim, bunlar (dan birini* yaparsa cezaya çarpar.» (Furkan sûresi, 68) [173]
 

İzahat

 
Büyük günah : Aslında İşlenen hatanın büyük kötülük olan ve o büyük kötülüğü işleyenin cezaya müstehak olması halindeki işlenen kötülüklerdir. Kendisine nisbetle daha aşağı isyanada, «büyük günah» denilmiştir.
Veya işlenen her hangi bir günah hakkında had ve ceza tayin edüen gü-nahdır. Yani zinanın haddi, bekar olana yüz değnek, şarab içene ve iftira edene seksen değnek vurulur. İşte bu gibi suçlar büyük günahdır.. Hulâsa haram ve yasak olan şeyleri işlemek ve yapılması farz olanları terk etmek, büyük günahdır.
Günahlar şahısların hal ve ahvâline görede değişebilir. Ve işlenen gü­nahlar, âlim ve fazıllar ile cahillere karşıda değişebilir.
Meselâ : Hâsenatül ebrar, seyyiâtül mukarrabin, denilmiştir. Y~n; iyi ve salih kişilerin iyilikleri, mukarrabin = daha iyi ve üstün olanlcrm (Pey­gamber ve emsallerinin) günahları menzilindedir.
Alimlere, evliya ve salih kişilere yapılan hakaret ve kötülüklerle, cahil kimselere yapılan hakaret bir olmaz. Alimlere, ilminden dolayı ve hakkı sa­vunduklarından için hakaret, küfre kadar varır. Câhil kimselere yapılan hakâ ret ise, en büyük günahdır.
Veya her hangi bir masiyetki, cenâbu hakkın azamet ve şanına yakış­mayan bir isyan (işlenen günaha), günahı kebîre – büyük günah, denilmiştir.
Veya küçük günahada devam edilip ısrarla işlenen her günaha, bü­yük günah denilmiştir. Zira Rasûlü Ekrem efendimiz şöyle buyurmuştur ;
«Israrla işlenen küçük günah, küçüklükde kalmaz, büyük günah olur. Tevbe ve istiğfar edilen büyük günahda yok olur gider.»
«Damlaya damlaya göl olur» kabilinden, küçük olan bir günah, işleme­ye devam edile edile kanber üstüne kanber büyür. Katmerleşir, katılaşır. Keza işlenen her hangi bir büyük günahda, tevbe ve nedamet ederek istiğ­far edilirse, o günahda defterden silinir. Günahsız ve tertemiz olunur ve küçük günahada ısrar edilmezse, afv olunur.
Aslında büyük günahlardan kaçınılırsa, küçük günahlar, cenabu hak tarafından bağışlanır. Bu husus çeşitli âyeti kerime ve hadisi şeriflerde be­yan edilmiştir.
Bir âyeti kerîme mealinde şöyle buyurulmuştur :
«Eğer siz nehyec’iîdiğiniz günahların büyüklerinden sakınırsanız sizden diğer (küçük) günahlarınızı örteriz (bağışlarız). Ve sizi iyi bir gidişata soka­rız.» Nîsa sûresi, 31
Bir hadisi şerifde de şöyle buyurulmuştur :
«Beş vakit namaz, cumadan diğer cumaya ve ramazandan diğer ra­mazan (ayın) a kadar bunların arasında büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, iişlenen küçük günahlar bağışlanır.»   Müslim, Mişkat : namaz bahsi
Büyük günahlar şirk ve küfre varmadıkça tevbe ile afv olunduğu gibi, tevbe ve istiğfar olmadan Allanın dilemesi ile de afv olunabilir.
Nitekim ilahi hükümde şöyle buyurulmuştur :
«Şüphesizki, Allah (c.c.) kendine ortak koşanları bağışlamaz. Bu şirk­ten başkasını, dilediği kiimseden bağışlar. Kimde Atlaha şirk ederse (ortak koşarsa), doğrusu çok uzak delalete sapmıştır.» Nisa sûresi 16
Büyük günahların adet ve mikdarı hakkında, çeşitli görüş ve îzahlarda bulunulmuştur.
İbni Abbas (R.A) ; yetmişe yakın büyük günah vardır, demiştir.
Saîd bin Cübeyr (R.A) ise; yediyüze yakın büyük günah vardır, demiştir.
Büyük günahların adetlerini ve tariflerini, «kebâir ve sağair risâtesi» ile İbnji Hacerin «Ezzevâcir anilkebâir» adlı eserinde ve îmamı Birgivinin «tarikatı muhammediye» adlı’eserinde de çeşitli yönleriyle beyan edilmiştir.
Günahlar dört kısma ayrılır ve şöyle hulasa edebiliriz :

  1. a) Bir kısım günah vardırki, o günahdan nedamet edip   tevbe edil­medikçe afv olunmaz. Oda küfür ve şirktir.
  2. b) Bir kısım günahda, istiğfar ve diğer hayır hasanad cinsinden olan namaz, abdest, gusul, zekat, oruç, hac, teşbih, tehlil ve sadaka-i cariyeden olan iyiliklerle bağışlanması umulur. Buda küçük günahlardır.
  3. c) Bir kısım günahda, hem tevbe istiğfarla ve hemde tevbe ve istiğfar olmadan cenabu hakkın dilemesi ile afv olunan günahlardır. Buda Allahü-teâiaya karşı işlenen büyük günahlardır. Yukardaki âyeti kerime meali bu hususu açıklamaktadır.
  4. d) Bir kısım günahlarda vardırki, karşılıklı haklaşma ve heiallaşmaya bağlı olan günahlardır. Buda insan haklarıdır. Bu haklarda ya dünyada he-lallaşmak veya hak sahibinin hakkını veya bedelini vermekle haklaşılır.

Yada âhirette, zalimin sevabı mazluma (hak sahibine) redetmekle ve­ya zulme uğrayan kimsenin günahlarını zalime yükletmek suretiyle veya cenabu Allah, hak sahiblerini fazlu keremi ile rızalaştırıp helallaştırmak su­retiyle bağışlanır. Bu son hükme ait pek çok hadisi şerifler mevcuttur. Za­manı ve yeri gelince ilerde görülecektir.
Şimdi 49 numaralı hadisi şerifin râvisi ile hükümlerinden bir nebze bahsedelim.
Râvi ibni mesud (R.A) ilk müslümanlardandır. İsmi Abduilahdır. Pey­gamberimiz dâri erkama girmezden evvel ve Hazreti Ömerin müslümaniı-ğından az bir zaman önce müslüman olmuştur. Hatta müslümanların altın­cısı olduğuda söyleniyor. Peygamberimiz bir yere çıktığında misvâkini, ibri­ğini ve nâlinini ona verirdi. Habeşistana ve medineye hicret etmiştir. Be­dir muharebesinden itibaren bütün harblerde bulunmuştur.   Peygamberimizin kendisinden razı ve memnun olduğunu bizzat ifâde buyurmuştur ve demiştirki ;
«İbni mes’udun râzi olduğu ümmetimden bende razıyım. Onun gazab-landığına bende gazabfanırım.»
Sima, endam, huy itibari ile Peygamberimize benzerdi. Ancak boyu kısa idi. O şekilde kısaki, cüsseli ve yiğit erkeklerin oturması halinde iken, o, aralarında ayakda bulununca aynı idi, hiç yüksekliği görülmez idi. Ve bünyesi zaifdi. Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın ilk zamanlarında beytül mâlin na zırı idi. Hz Ömer zamanında küfe valiliğindede bulunmuştur.
Mekke-i mükerremede Kur’anı kerimi müşriklere açıkça okuyub duyu­ran ilk sahabedir ki, sûre-i rahmanı haremi şerifin içinde makamı İbrahimin yanında cehren yüksek sesle kâfirlere karşı durdu okudu. Kâfirler ona çok hakaret ve ezada   bulundular, fakat o, sûrei rahmanı sonuna kadar okudu.
Sahabenin en fakih adamlarından birisi idi. Onun için Resûlüllah-ın zamanında şer’i fetva yetkisi verilen ve fetva verenlerdendir. Kendilerinden küfede iken, alkarna ve ibrâhimi Ennaha-i (R.A) gibi zevatı kiram tefsir ve fı­kıh ilmini öğrenmişlerdir. Bu sebebden ibni Mus’ud (R.A) ilmi tefsir ve ilmi fıkhın1 banisi sayılır.
Hz. İbni Mes’ud (R.A) sekiz yüz kırk (840) hadisi şerif rivayet etmiştir. Cüsse ve cesedde küçük, ilim ve faziletçe büyük olan bu zat hakkında Hz. Ömerde şöyle demiştir :
«İbni Mes’ud, ilim ile doldurulmuş bir dağarcığımızda.»
Vefatı, Hz. Osmanın hilâfeti zamanında beytülmal nazırı iken Medİne-i münevverede hicretin otuz ikinci (32) senesinde atmış (60) yaşında vuku bulmuştur. Ve cennetül bakî-a defnoiunmuştur. Allah Rahmet eylesin.
Hadisi şerifde en büyük günahın, Ailaha şirk koşmak olduğunu zik­retmiştir. Şirkin kötülüğü hakkında bir nebze yukarda bahsetmiştik. Ayrıca
küfrün çeşidleri ve fena neticelerini ilerde (52). Hadisi şerifde izah edece­ğiz.
İkinci derecede şirkten sonra büyük günah olarak adam öldürmek ol­duğu, bilhassa kendi evladını doyuramam, yedirib geydiremem, diyerek rı-zık korkusu ile canice öldürmektirki, günümüzde dört cyını doldurmuş, ha-rnıIe kadınların ilaç, karac ve başka yollarla çocuk düşürmeleri ve bunların çocuklarını zayıında yardımcı olan doktor, hemşire ve emsali kişileri hal ve hareketleri aynı günaha iştirak eden günahkarlardır. Çocuklarını bu şekilde öldürenlerin yanında, bu gün kız çocuklarını cini çıplak veya erkek panto-°nun!an ile sokağa çıkarıp erkeklerden analık ilmini öğretmeye çalışanla­rın durumları çok1 ve çok esef vericidir. İyi bir ev hanımı olacak çocuklarını, ateş ve barut mesabesinde olan kan beyinli gençlerle yan yana, el ele Ve dudak dudağa veriyorlar. Birde «Ne yapalım sınıf geçecek, arkadaşları ite çalışacak, okuyup bir meslek sahibi olacak gibi..» ifadelerle çocukların kötü hareketlerini normal karşılıyorlar.
Böylelerine Mehmet Akif Merhum şu mısraları söylemiştir ;
Bir selâmet yolu varmış.. Oda neymiş? mutlak,
Dini kökten kazımak. Sonra, evet ruslaşmak.
O zaman iş bitecekmiş.. O zaman kızlarımız,
Şu tuttukları gayet kaba, pek manasız.
Örtüden sıyırılacak.. Sonrada erkeklerden
Analık ilmini tahsil edecekmiş.. Zaten,
Müslümanlar o sebebden bu sefaletteymiş!…
Din için, Millet için iş görecek alçağa bak,
Dini pâmâl edecek, milleti ruslaştıracak!
Çocuklarını, din ve iman esaslarını öğretmeyip cahil ve fasık kimseler halinde büyümelerine rıza gösteren ana ve babalarda dilber yavrularını manen öldürmüş oluyorlar.
Çocuk düşürmenin haram ve caiz yönlerinin en geniş izahı, «Mülte-kâ Tercümesi» adlı eserimizin birinci cildinin «Kölenin nikâhı babı» altında beyan edilmiştir.
Hadisi şerifdeki üçüncü hükümde, neslin soyunu yok eden, veraset ve irtikal hükümlerini alt üst yapan, ana baba haklarını mahvedip insanları yok eden, nikahsız ve helal olmayan kadınla bir erkeğin zina etmesi ha­hamlığından daha eşed ve kötüsü komşu kadını ile zinada bulunmaktır. Öyle ya komşunun en emin kişisi, koruyucusu, yardım edicisi olması gere­kirken ,bu adiliği işleyen kişi komşusunun ailesine tecavüz ederse, pek cok fahişe kadınla zina etmekten daha kötü bir fenalık ve haramı işlemiş olur.
İnsan neslini alt üst eden, veraset ve neseb haklarını yok eden, mil­letlerin iman, ahlak ve örflerini yıkan zina, şahsın ve cemiyetin yıkılmasını, aile ocaklarını perişan eden yüz karası en âdi huysuzluk ve en iğrenç bir ameldir. Bilhassa komşu ailesi ile zîna etmek, dahada kötü ve daha fena­dır.
Peygamberimiz bir hadisi şerifde şöyle buyurmuştur :
«Zina, (maddî, mânevi) fakirlik meydana getirir.»[174]
Bir hadisi şerif meali :
«Bir memlekette, zina ite faiz şuyû bulursa, o memleket halkı kendile­rine AHâhın azabını helal kılmışlardır.»                                                  Hakim
Diğer bir hadîsi şerirde şöyle buyurulmuştur :
«Bîr adama, komşusunun karısı ile zina etmekten, yabancı kadının on adedi ile zina etmesi daha ehvendir.»                         Ahmed bin hanbel
Yani, aklı başında bir insana, yabancı kadınlardan on adedi ile zina etmesinden, komşu kadınından bir tanesi ile zina etmesi, daha ağır ve daha iğrenç olur. Komşu kadınına gönlü nefsi adetâ yaklaşmamak için kendini çeker, çekinir. Aslında zinanın fenalığı, imanlı kişiyi, Hz. Yusutun kaçdığı gibi, yabancı kadından kaçırır. [175]
 

Tercümesi :

 
50 – (2} Abdullah ibni Amr (R.A) den mervtdir, demiştir : Resûlullah (SAV) buyurdu :[176]
«Büyük Günahlar : Altâha şirk koşmak, Anaya, Babaya isyan etmek, (haksız yere) adam öldürmek ve yalan yere yemin etmektir.» [177]
 

Tercümesi :

 
5l – (3}   Enes (R.A} in rivayetinde : «Yalan yere yemin» Cümlesinin yerine «Yalan şehâdet.» etmektir.»
Cümlesi zikredilmiştir. [178]
 

İzahat

 
Hadîsi şerifde, «yalan yere şehâdet etmektir.» cümlesi ile, şu meaida’a âyeti kerîmeye işaret vardır :
«Öyle ise, pis putlardan kaçının ve yalan sözden kaçının.» Hac sûresi. 30
Diğer âyeti kerîme meali :
«Hakkında bilgin olmayan bir şeyin ardına tabî olma. Zira kulak, göz ve kalb, bunlaırn hepsi ondan (bilmediği şeyden} sorumludur.»    İsrâ sûresi. 36 Bir hadîsi, şerifde de şöyle buyurulmuştur : «Yalancı şâhidliğinde bulunan kimseye,   Allah     (C.C.) lanet etsin.» Sağair, kebâir risalesi, 6
Evet başkasının nâmı hîsâbına yalan yere şâhitlikde bulunar) kişi, en ahmak ve en abdal kişilerdendir. Zira başkasının menfeatı için dünyada in­sanların yanında ve hakkın huzurunda kötülenen, ayıplanan ve itibârı yok olan bir kişi oluyor. Ahirette de ilin nâmı nisâbına kendini ateşe atıyor. Al-‘ah (c.c), böyle beyinsizleri ıslah eylesin. Şuuriandırsın. Amin. [179]
 

Tercümesi:

 
52- (4) Ebu Hureyre fft.A) den tnervidir, demiştir: Resûlultâh (SAV) buyurau :
«Helak edici yedi (günah ve haram)” dan kaçınınız.» — Ashabı kiram dediler : Yâ -Resûlellah! Onlar (helak eden yedi şey) nedir?[180]
«Allâha şirk koşmak, sihir yapmak ve yapdırmak, Allâhü teâlahın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmek. Fakat hakti olarak öldürmek müstesna­dır Faiz yemek, yetimin malini yemek, Düşmanla şiddetli çarpışma günün­de harb sahasından dönüb kaçmak, fuhuş ve kötülükden haberi ve ilgisi ol­mayan iffetti ve namuslu mümine kadınlara zina ile iftira etmektir.» [181]
 

İzahat

 
Hadisi şerîtde beyan edifen yedi adet helak, edşn günahları, maddeler halinde kısa kısa açıklayalım.

  1. a) Allâha en büyük zulüm ve küfü:1 olan şirk, Allâha eş tanımakdır. Zi­ra her şeyin halikı ve râzıkı olan mevlayı müteâla mahlukları, ateş ve leş­leri, taş ve tunçları ilah tanımak veya cenabu hakka yakfaşama iddiası ile edindikleri putlara ilah diyerek tapmak şekli Allâha karşı en büyük küstahr liktır. Bu sebebdende dünyada en ağır beia, müsîbet ve felâketlerle helâku perişan olunup ahirettede dünyanın azab ve ateşinin yetmiş misli fazia olan cehennem ateşinde ebedî bir azabla cezalandırılacaklardır.

Kur’an< kerimde şöyle buyurulmştur :
«Elbette âyetlerimizi inkar eden kâfirleri yarın (âhirette) ateşe ataca­ğız. Derileri piştikçe azabı (ebedi) duysunlar diye onlara, değiştirerek başka deriler (et, kemik ve derilerini tazeleyerek azab) vereceğiz.» Nisa sûresi, 5c
Müşrfk ve kâfirlerin cehennemde ebedi yanmasının sebebi hikmetleri ile daha başka kötülüklerini biririci hadisi şerifin izahında ve daha ilerdeki hadislerde zikredilmiştik Ayrıca «İslamda Evliya Meselesi! ve Harikalar» a’d-if eserimizde’ beyan “edilmiştir.
Müşrikler pek çok çeşitlere ayrılmıştır. Bâzılarını sıralayalım :
1- Putlara tapanlar vardırki, bunlar, taşdan, tunçdan, gümüştün ya-pitmış putlara taparlar. Kendilerinin; kahraman, Q\’m, fâzıl ve   büyük kabul ettikleri kişilerin veya varlıkların^ resim ye heykellerini bu maddelerden ya­parak huzurlarında tapınmışlar ve saygıda bulunmuşlardır. Onlardan yar­dım dilemişler ve onlardan kurtuluş beklemişlerdir. Aynı müşriklik hâlâ iş­lenmektedir.
2 – Bir kısım müşriklerde, çeşidli agoç. ve otlara tapınmışlardır. Buda hemen hemen sevgiden nes’et eden bir şirktir.
3 – Sığır ve öküze ve hatta sığırın tercine tapanlarda vardır. Bu şekil-ceki put perestler, Hindistanda pek çoktur. Vaktiyle buzağıya taDaniarda bu kabil müşriklerdendir.
4 – Canlı insanlara tapon müşriklerde olmuştur. Meselâ : Fir’avrü, nemrudu ilah tanıyanlar bu kabil kâfirlerdendir. Ayrıca Uzeyr (A.S) Allanın oğlu diyen yahudiler ve mesih (İsa A.S.) Alfanın oğlu diye Htrıstıyanlarda’bu şekilde müşriklerdendir.
5- Basit cisimlerden ateşe tapan müşriklerde vardır. Bunlarda ateşi nah tanırntşlardır. Bunlara «Mecûsi-ateş perest» denir.
6 – Ulvi isimlerden güneşe, aya ve yıldızlara tapanlar olmuştur. Bun­lara sâbi-e ve müneccimler, denilmiştir. Aynı zamanda bunlara «Eflâkiyyünv de denir.
Cisimlerden başka çeşid İlah tanıyanlarda olmuştur. Ve şu isimleri ta­şımışlardır :
7- Alemi idare edenler nur ve zulmet isimli ilahlar idare eder, demiş­lerdir. Ayrıca mauyyen ruh kendine mahsus olan alemi idare eder, diyenler olmuştur. Yani her âlemi bir ruh idare ettiğini iddia etmişlerdir. Bu sebeble bunlarda.ruhları, put şekline sokarak ruh idare ettiğini iddia etmişlerdir. Do-iaysiyte bunlarda ruhları put şekline sokarak put perest müşrikler şeklini almışlardır
8 – Alemi., yezdan ve Ehremen veya biri çfiv yani Allah, biri iblis ve şeytan ismi rle antlan iki kardeş ilâhın idare .ettiğini iddia, edenler olmuştur. Güya bu iki ilandan yezdan hayır, Bhremende şer yarattrmış veya hayırları div namındaki ilah, şerleride şeytan’ yoratırmış. Bunlara, .sineviye-seneviye denilmiştir. Yanı; bunlara iki ilah tanıyan «stneviye» denilmiştir.-
9- Her şeyin hâlıki ve idare edeni dört llahdır. diyenlerde vardır. Gü­ya hararet, soğukluk, yaşlık-ve kuruluk yaratirmış. Bunlara «tabialcıiars denilmiştir. Bunların apdailık ve küfürleride gayet barizdir.
Bu çeşit ve emsali şirk ye küfürlerin hepsini birden cerh eden ilâhi ayet terden bir kaçının meallerini nakledelim.
Bir âyeti kerime meali :
«Aüah (C.C.J dedi : İki Hah edinmeyin. O (Allah), ancak bir ilandır. Onun için yalnız benden korkun.»                                                         Nahl Sûresi, 51
Diğer âyeti kerime meali :
«Eğer yer ite gökte Allah d an başka ilahlar olsaydı, bunların ikiside şüp­hesiz fesada uğrar (gavga eder) yok oluyorlardı. Öyle ise, Arşın Rabbisi elan Allah, onların vasfett’kferi şeylerden (Noksanlıklardan) beri ve yücedir.»Enbiyâ Sûresi, 22
Allaha ortak koşan müşriklerin necisliklerini beyan eden âyet meali :
«Ey iman edenler! Müşrikler, ancak bir pisliktirler.»     Tevbe sûresi, 28

  1. b) Hadisi şerifde helak edici fenalıklardan birisininde «SİHİR» olduğu beyan edilmiştir.

SİHİR : Gizli ve hileli sebeblerie insanların gözüne asılsız şeyleri varmış gibi gösterme ve her çeşid hile ve aldatıcıhk mehâretiyle ortaya atılan ve yapılan fevkalâde şeydir. Ve bu sihir, fasık, zalim kimselerde görülür. Ha­ram ve serdir. Fakat yinede vâkî olur. Zira hayır ve şerri Allah yaratır. Hay­rı rızası ile yaratır. Şerride rızası olmadgnJstemiyerek ve sevmiyerek yara­tır. Kul. kazanır. Aliahda yaratır.
Bâzı kişiler sihirbazların yaptıkları şeyleri keramet zannederler. Halbu­ki kerametle sihir arasında çok açık farklar vardır. Bu farkı kerametin tari-finîde yaparak anlamaya çalışalım.
Keramet : Peygamberlik davası olmadığı halde âlim, kâmil, âbid ve salih kişilerde zuhur eden fevkalade hallere «keramet» denirkK bu adama «velî* ismi verilir ve bu zat hem Allanın hak ve emirlerine riâyet eder ve hemrie kulların ve hatta bütün yaratıkların haklarına riâyet eder.                               ;
Sihir ise, abdest, namaz bilmeyen, hak hukuk tanımayan ve her türlü kötülükleri İşleyen veya işlemekten çekinmeyen kimselerde görülür.
Dinin, insanların ve ferdjerin zararına olan sihir, haramdır. Çünkü bun­dan din, millet ve aileler zarar görürler. Din ve milletin zararına olan şey­lerle meşkul olmak ise, elbette haramdır. Bu sebebden haram olduğunu bi­lerek, yapan ve yapdıran âsi ve günahkâr olur.
Helal diyen dinden çıkar. Sihire helal diyenin, itikudı küfre vardığından öldürülmesi gerekir.
Nitekim sahabeden. Hz, Ömer ve oğlu Abdullah (R.A), Hz. Osman (R.A).-H.e diğer bazı sahabeler sihir yapan kimsenin öldürülmesinin lazım olduğunu beyan etmişlerdir. Keza İmamı mâlik, İmamı Azam ve Ahmet bin Hanbe! (R.A) gibi müctehidlerde sihirbazın öldürülmesinin çavib olduğuna hük­metmişlerdir.
Bu zatların hükümleri, sihri helal diyen veya günah kabul etmeyen kim­seler hakkındadır.   Yoksa sihrin haramhğını kabul eder ve ancak harem diyerek yapar veya yapılırsa, bu takdirde âsi. bir mümin oiur. Sihrin nevile­rini ve Kur’andaki hükümleri «Kur’an dili» adlı eserin birinci cildi ile «İslum-tia Evliya meselesi ve Harikalar» adlı eserimizde vardır.

  1. c) Hadisi şerifde «Allartüteâkının haram kıldığı nefsi haksız yers öf-dürmek. Fakat haklı olarak öldürmek müstesnadır.» Cümlesinde mündemiç olan hükümler. Fıkıh kitaplarında uzun uzun beyan edilmiştir. Bilhossc »Mülteka tercümesi» adlı eserimizin dördüncü cildinde geniş izahat vardır Biz burada haksız yere adam öldürmenin tehlikesi ile öldürülmeleri caiz olanlar hakkında bir kaç şer’i hüküm nakledelim.

Kur’anı kerimde şöyle buygrulmuştur ;
«Allanın haram kıldığı nefsi (canı) haksız yere öldürmeyin. Ancak haklı olarak öldürmek müstesnadır.»                                               Enam sûresi, 151
Diğer âyeti kerime meali :
«Kim kısas (ve saire) gerekmeksizin veya yer yüzünden bir fesad çikar-maksızın (günahsız) bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi (gü­nah) olur. » Mâide sûresi, 32
Haksız yere bilerek adam öldürmenin cezası ile ilgili hüküm meali
«Kimde t’r mümini kasden (helal diyerek) öldürürse, onun cezası, için­de devamlı kalmak üzere, cehennemdir. Alfah ona (katile) gazab etmiş la­net etmiş ve büyük bir azab hazırlamıştır.»Nisa sûresi, 93
Evet adamı haksız yere öldüren kimse, haram ve günah olduğunu bilip ve inanarak öldürürse, günah kabul ederek öldürdüğünden kâfir olmaz, âsî ve günahkar olur. Cehennem müstehak olur. Allahüteâla arda edebilir. Fa­kat haksız yere adam öldürmeyi helal der ve o inançla öldürürse, hararm helal deyip işlemekle kâfir-olur. Kâfirier ise. Cehennemde ebedi yanacak­lardır; Öyle olunca böyle katilde cehennemde ebedi yanacaktır.
İntihar yoluyla kendini öldürenin günahı başkasını öldürenin günahın­dan/daha eşettür. Zira merhametsizliğin en aşağısı ve kötüsü yapılıyor.
Haklı olarak öldürülmeleri caiz olanlar, şunlardır :
1) Dinden dönüp irtidat ederek kâfir olan kimse, öldürülür.
2)   Evli olduğu halde zina edenlerde, recim-taşlanmak suretiyle öldürü­lür.
â) Haksız yere adam öldüren kimse, kısas yapmak suretiyle öldürülür, Bu üç hükmünde delilleri ve izahı, âyetlerle uzun uzun gerekir. Fakat bahsimiz çok uzayacak, bu sebeble fıkıhda beyan edilen bu   hükümleride
kısa kısa saymış oluyoruz.
Üç hükmü beyan eden bir hadisi şerif meali şöyledir :
«Bir müslümanın öldürülmesi ancak üç hasletden biri sebebi ile helal olabilir.
— Ya üzerinden nikâh geçmiş bir kimsenin zina etmesi ile recmedilir taşlayarak öldürülür.)
— Yahut da müstümanı haksız yere kasden (bilerek) öldüren adam, öldürülür.
— Yahutda İslamdan çıkıp ^mürten olan) Allah ve Resulüne karşı harb eden ve neticede öldürülen veya asılan yahut o yerden sürgün edi’en adam­dır.»   [182]

  1. d) Hadisi şerifde «Faiz yemek» cümlesi ilede Kur’anı kerimde beyan edilen şu hükme işaret vardır :

«Allah (c.c) plış verişi helal ve fâtzi (ribayı) haram kılmıştır.» Bakara, 275
Faizin çeşidleri ve kötülükleri, fıkthdo beyan edilmiştir. Fikihdan olan «Mültekâ tercümesi» adlı eserimizin üçüncü cildinde geniş bilgiler mevcut­tur.
6) Hadisi şerifde, «yetimin malını yemek» cümlesi ilede yetimlerin mal­larını haksız yere zulmen yeminin haram ve tehlikelerini beyan den Nah* hükümlere işaret vardır. Maruf ve nak ölçüleri dâhilinde yetimlerin malını yemenin caiz olduğuda beyan edilmiştir.
Kur’anı kerimde şöyle buyurulmuştur :
«Yetimlerin mallarını zulmen (haksız olarak)! yiyenier, karınlarına an­cak bir ateş yeyip doldururlar ve onlar, yakında alevli ateşe gireceklerdir.»
Nisa     sûresi,   10
Diğer âyeti kerime meali :
«Ey yetimlerin velileri (koruyucuları)! yetimleri,Ibüyüyüb) nikah çağına örmelerine kadar deneyin (koruyun). Eğer bulûğa vardıktan sonra kendile­rinde bir akıl ve rüşd görür ve anlarsanız, hemen mallarını onlara teslim edin. Büyüyüp ellerine alacaklar diye, c- mattan (yetimlerin mallarını), israfla yemeğe kalkışmayın. Şayet velî (yetimin koruyucusu) zengin ise, yetimin malına dokunmasın. Fakir olduğu takdirde, örfe göre (meşru şekilde) bir şey (ücret ve saire) yesin..»   Nisa sûresi, 6
Evet yetimi evinde büyüten, işinde çalıştıran ve bir iş buyuran, o yeti­min ücretini vermesi lazımdır. Hatta öğreten ve talim terbiyesi İle maşkul olan hocası dahi bir iş buyurursa,,ü,cretini ödemesi gerektiği b.eyan ediimiş-tir. Ancak annesi buyurduğu ve yaptırdığı işler karşılığında, ücret ödemesi ge rekmediği açıklanmıştır.
Yetimin hakkını koruyan ve yetime bakan kimselerin, cennette peygam­berimizle dip dibe komşu olacağı, dünyadada yetime bokan kişinin gönlü­nün sorudu, evinin bereketli ve ruhunun müsterih olacağı, ceşidli hadisi ne­bevilerde beyan edilmiştir.

  1. f) Hadisi şerifde «Düşmanla göğüs göğüse çarpışma gününde harp sa­hasından dönüp, kaçmak» cümlesindede din, millet ve vatan müdafası ânın-

da kaçmanın en büyük hıyanet ve fenalık olduğu beyan edilmiştir. Bu cümîe-dede.pek cok âyeti kerimelere işaret vardır. Fakat burada nakledemiyece-ğiz.
9) Hadisi şerifde «Fuhuş ve kötülükten haberi ve ilgisi olmayan iffetli ve namuslu mümine kadınlara zina ile iftira etmek» Cümlesi ilede aile ocağın­daki saadet ve ahengi bozmak, ehli namus kişileri karalamak cinayetini i?-leyen âdi insanların kötülüklerini beyan etmiş oluyor.
Ehli namus kadınlara iftira etmek. Her zaman görülmüştür. Hatta diz zaö Hz. Âişe validemize «ifik vak’ast» diye vasıflandırılan hâdise ile en ağır iftirayı yapmışlardır. Bu hâdise nûr sûresinin M. âyeti kerimesiyle başlayarak açık bir şekilde aydınlatılmıştır.
Günümüzdede bu gibi haller, çeşidti neden ve seüeblerle görülmekte dir. Müfteriye 80 değnek vurulması hükmünün icra edildiği parlak zaman ve mekanda o âdi iftira olursa, artık bu gün daha acâibi işlenmekden alıkona-rraz. Zira sucun sahibi belfi olup ortaya çıksa, cezai müeyyide olan 8Odey-neği yememektedirler. Bu halde ve hareketde bir çok müfsidfere cüret ver­mekte ve serkeşlikleri artmaktadır.
Zina He iftira edene yapılacak cezai müeyyide meali.:
«İffetli müslüman kadınlara zina ile iftira edenler, sonra (bunu isbat İçin) dört şahid getirmeyenler (müfteriler vorya) işte bunlara seksen değ­nek vurun. (Hiç bir şey Hakkında) bunların şahitliklerini ebediyyen kabul et­meyin. İşte bunlar, fasıkların tâ kendileridirler.»   Nur sûresi, 4
İffetli erkeklere zina ile iftira etmek, aynı günah ve haramdır.
Bu hususu geniş şekilde ifâde eden fıkıh kitaplarına müracaat etmek lazımdır. Bizim «Müiteka Tercümesinin ikinci cildinde de beyan edilmiştir. [183]
 

Tercümesi :

 
53 – (5) Yine Ebû Hureyre (R.A) deri mervtdir, demiştir :
Resûlulfah (SAV) buyurdu :
«Zina eden kimse, zina ettiği vakit : Mü’min olduğu halde zina etmez.
— Hırsızlık yapan kimse, hırsızlık yaparken mü’min olduğu halde hır­sızlık yapmaz.
— Şarap içen kimse, şarap içme esnasında mü’min olduğu halde şarap içmez.
— Zulmen b;ir malı alan kimseye insanlar (korku ve heyecanla) bakar-tar iken gasbeden kimse, gasbettiği vakit mü’min olduğu halde kabıp almaz.
— Sizin biriniz canilik (veya hainlik) yapdığt zaman mü’min ofduğu hal­de hainlik (hilekarlık) yapmaz.[184]
— Binaen aleyh aman (bunları işlemekden) kaçınınız, kaçınınız,» [185]
 

İzahat

 
Bu hadisi şerifde beyan edilen hüküm gereğince, haram ve büyük gü­nah olan zina, hırsızlık, şarab içmek, zulüm yolu ile malt gasbetmek ve hıya-netlikde bulunan kimse, îmanın kemahndan mahrum olur. Yukarda izah edil­diği üzere îmanın aslı yok olmaz. Zira büyük günah ve haramlar, sahibini kâ­fir etmez. Ancak haramlara helâl diye veya tahfif eden kimse kâfir olur. Yani hiçe sayan ve «gönlümün isteğini, alnımın yazısını işleyonım neden günah ve aytb olsun., gibi..» cümlelerle küçümseyen kimseler, kâfir olurlar.
Şimdi bu hadisi şerif hakkında açıklayıcı tevilleri sıralayalım :
Buradaki büyük günahları işleyen kimse, îmanı kâmil ile bu kötülüğü yapmaz, yahut Allanın azabından emin olduğu halde bu fenalıkları işlemez.
Yahut Allaha itaat ve inkıyad ettiği halde bu kötülükleri yapmaz. Muti ve, itaatkar kimse, bu fenalıklara asla yanaşmaz. .Yahut bu fenalıkları işleyen kimse. Allanın azab ve cezasına müstehak olur. Bu korkudan dolayı İmanlı kimse böyle şeylere yanaşmaz.
Yahut bu büyük günahları işlemekten inzör (korkutmak} için âKibetin kötülüğünü beyan etmiş oluyor.
Yahut bu fenalıkları işleyen kimsenin İmanı, başının üstüne çıkıp gölge şeklinde durur. O kötüiükden tevbe ve rucû edince tekrar sahibine döner.
Yahut bu fenalıkları işleyen kimse, Allahdan utanmadığı halde yapar. 7ira haya imandandır. Utanan kişi böyîe şeyleri işlemez. İşlerse, îmandan mahrum olan hayasızlıkdan dolayı yapar. Dolaysiyle kâmil îmandan mahrum dur, demektir.
Bu mes’efenin daha geniş izahı, ikinci hadisi şerifde ve büyük günahlar bahsinde yazılmıştır. Ayrıca îmanın çıkış ve girişini temsîiî olarak ibni Abbas (R.A} in beyanını, hemen ilerde 54. hadisi şerifde okumuş olacağız. [186]
 

Tercümesi :

 
54 – (6)   İbni Abbas (R.A) in rivayetinde :
«Öldüren kimse, öldürürken mü’min olduğu halde öldürmez.» Zikredil­miştir.
— İkrime (R.A) dedi. : İbni Abbas (R.A) a dedim ki: îman bu adamdan (katilden) nasıl soyulur?
— Hemen ibni Abbas böylece dedi ve parmaklarını birbirine kenetledi ve sonra çıkardı.
— Binâen aleyh eğer tevbe ederse, iman ona böylece avdet eder, dedi ve parmaklarını birbirine kenetledi.
— Ebû AbdtHöh (yâni, İmâmı Buhârî) dedi : İşte bu kimse, tam mü’min olmaz ve o kimsenin îmanının nûruda olmaz.» Bu hüküm, Buhârînindir. [187]
 

Tercümesi :

 
55 – (7) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir ;
Resûiullah (S.A.V) buyurdu i
ı’Münâfıkın alâmeti ücdür.» Müslim, şu cümleyi ziyâde etti : «Velevki (O Münafık) oruç tutsun, namaz kılsın ve müslüman olduğunu İddia etsin.» Bundan sonra Buhârî, müslim (Münafık alâmeti olan şu üç hükümde.) ittifak ettiler :
«Münafık, konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünden Va­dinden döner ve kendisine bir şey Emânet edildiğinde (emânete) hıyanetlik yapar.» [188]
 

İzahat

 
Hadisi şerifde «münafık» kelimesinin tarif ve izahı hemen ilerde 56. ha­disi şerifin altında gelecektir. Biz burada münafık alâmetinden olan üç adet hükmün kısa açıklamasını yapacağız.

  1. a) Münafık ahlaklı ve münafık amelli adamlar, konuşdularmı yalan ko-ruşurlar. Âdeta yalan lafı değirmen gibi öğütürler. Hiç düşünmez ve yalan söylemekden çekinip utanmazlar. Onların sermayesi yalandır. Bir utanmaz yüz, tükenmez sözleri vardır. Yalan, esah ne duyarlarsa hemen o duydukla­rının arkasına düşerler. İnceleyip araştırmadan zanla ve yalanla hüküm ve­rirler.

Halbuki duyulan her sözün arkasına düşmek doğru olamaz. Zira söyle­nen ve duyulan söz doğruda olabilir, yalanda olabilir. Bu sebebden şuurlu mümin, hem söyleyeceği sözün doğru veya eğri olup olmadığını evvelâ kal­binde inceleyip araştırır, düşünür, sonra söyler. Münafık ise, düşünmeden, araştırmadan ağzına ne gelirse, onu söyler.       :
İşte Resûlüllah (S.A.V) münafıkların laf konuşma kabiliyetlerini bu şekil­de beyan etmiştir.
Müslüman böyle münafık amellerini işlemez, dosdoğru konuşur. Hem insanların yanında itibarlı ve itimatlı bir kişi olur ve hem Allahın katında yardıma, sevilmeye, lûtfa lâyık bir kul olarak dünya ve âhiret saadetini ka-znnır.
Dûğru konuşanların dünyada işlerinin mükemmel olacağı ^e âhiretts Cjünahdan arınmış ter temiz bir rnüslüman olarak mükâfatlandırılacakjan, muhtelif âyetlerde beyan edilmiştir.
Nitekim bir âyeti kerimede şöyle buyurutmuştur
«Ey Müminler! Allahdan korkun ve dosdoğru söz söyleyin ki, (Aileni size işlerini?! düzeltip muvaffakiyet versin ve günahlarınızı bağışlasın.» Ahzab sûresi, 70-7!
Ataların bir sözü vardır: «Doğrunun yardımcısı Aiiahdır.»
Gerçek mümin doğru konuşur yalan söylemez, ve hatta yalan söyleyen­leri sevmez, yalan söyleyenlerle sohbet etmez. Yalan söyleyenlere iltifat et­mez.
Münafık amelli kimseler ise, sermayesi yalandır. Yalan düşünür, yalan konuşur ve yapdığı işleri yalanla veya yalandan yapar. Onun için atalar : «Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar» demişler
Bu sebeble münafık amelli yalancılar, dünyada insanlar yanında îtibar-5iz, İtimatsız ve iğrenç kişiler olarak karşılanır. Allanın katında da en ac: ve şiddetli azabla azablanacakları, beyan edilmiştir.

  1. b) Resulü Ekrem efendimiz buyurduğu üzere, her ne kadar namaz kıfsa, oruç tutsa ve müslümanlığında iddialı olsa. yinede münafık amelli ve

ahlakii adamlar; hayırlı bir işi yapmayı veya her hangi bir şeyi vermeyi vaad ederler, fakat o sözlerinde durmazlar, sözlerinden dönerler. Yapacakları şeyi yapmazlar. Anlcşarak sattıkları ve muhayyerlik şartı gibi meşru mazeret olmadığı halde cayariar, verdikleri sözlerinden rucû ederler. Evet münafık amelli adamlar, işte böyle kötü ve haram amelleri, işlerler.

  1. c) Münafık amelli insanlar, kendilerine maldan, mülkden, paradun, ka­ndan, kızdan veya candan bir şey emanet edilince, o emânete hiyânetlik ederler. Bu sebebden emânete ehil ve lâyık,olmayan kimselere, her hangi bir şeyi emânet etmemeyi ve emâneti ehline tevdi etmeyi, hem halikı zülcela! ve hem Resulü Ekrem efendimiz beyan buyurmuşlardır.

Kur’am kerimde şöyle buyurulmuştur :
«Muhakkakki, Allah (c.c.) size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit, adaletle hükmetmenizi emreder.» Nisa sûresi, 58
Komşu, diğer bir komşudan ma! ve saire istediğinde emânet ehli ise verilir. Emânet ehli değii emânete hiyânetlik yapan tipinden ise, verilme?..
Keza insanın kızı, bir emânettir. Verilme çağı geldiğinde ehline vermek lazımdır. İlim ve makam mansıbda birer emânettir. Ehillerine verilmesi ge­rekir.
Fasık ve fecir olup, fescd gayeli olan kişilere Mim öğretmek, domuz ve hınzırların boğazlarına cevher takmak gibi, kötü olduğu muhtelif hadisi şerif­lerde beyan edilmiştir.
Makam ve mansıba veya her hangi bir vazifeye lâyık olmayan kişilere vazifeyi tevdi edip vermekde, emânete hıyanetliktir. Söylelerine vazife ver­mek kıyamet aiâmetlerindendir.
Nitkim Peygamberimi “(S.A.V) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuş­tur :
«Bir iş, ehünin gayrisine verildimi, kıyameti bekle.»[189]
Evet müminler, hem emânete ehil olmalı ve hemde emâneti ehline tevdi etmelidirler. Böyle olan kişiler, hak talanın sevgili kullarıdır. Mal mülk, poz ve yazı gibi şeylerin emânet edilmesi halinde, emânete sahip olurlar.
Kur’am kerimde şöyle buyurulmuştur ;
«Ey Müminler! Allaha ve Peygambere hainlik etmeyin. Bile bile aranız­daki emânetlerede hiyânetlik etmeyin.»                               Enfaf sûresi, 27
Diğer bir âyeti kerime meali :
«(Hakka teslim olan) onlar (müminler), emânetlerine ve verdikleri söze riâyet ederler.»                                                                   Mearic sûresi, 32
Diğer âyeti kerime meali :
«Eğer bir birinize emniyet ederseniz, kendisine güvenen kimse, üzerindeki emâneti sahibine ödesin ve (hiyânetliK yapmakdan) Rabblsl olan Allah-dan korksun.» Bakara sûresi, 283
İşte bu gerçeklere taanan mümin, emânet ehli olur. Yapılan emânete hiyânetlik etmez. Zira emânete hiyânetliK yapan, sözünden dönen iki yüzlü münafıklardan olun[190]
 

Tercümesi :

 
56 – (8) Abdullah ibni Amr (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (SAV) buyurdu :
«Dört şey kimde bulunursa, O kimse hâlis munâfıkdır. Ve bir kimsede bu dört şeyden bir haslet bulunursa, o kimsede nifak hasletlerinden bir has­let vardır, tâki terk edinceye kadar, {o nifak hasleti olan dört şeyde şun­lardır
1 – Kendisine emânet edildiğinde, hiyânetlik yapar,
2 – Konuştuöu zaman, yalan söyler,
3 – Bir kimseye söz verdiği zaman sözünden döner,[191]
4 – Ve bir kimseye husûmet yapdığında azgınlık yapar.» [192]
 

İzahat

 
Hadîsi ş’erifae beyan edilen dört adet münafıklık alâmeti hakkında izandan evvel «Münafık» Kelimesinin tarif ve îzahı ile buradaki manasını ve hükmü­nü izah edelim.
Münafık : nifak kelimesinden gelmiştir. Nifak, tüğatta; iki yüzlülük ma­nasınadır.
Şeriatda nifak, teinde gizli olanın muhalifini izhar etmektirki, içi dışına uymayan, içi başka dışı başka, oluşu başka görünüşü başka demektir. Ol­duğu gibi görünmeyen ve göründüğü gibi olmayan amel ve hareketin şekli­dir.
Bu hadisi şerif dek i dört hasleti veya dört hasletten birini taşıyan, ışie-yen kimseye   «Münafık» denmesi, münafık amelli kimse manasınadır. İçi Kâfir dışı rr.üslüman manasını taşıyan münafık manasına değildir. Zira is-:ârmn hükümlerini kabul etmiş bir kişinin bâzı fenalıkları işlemesi, o hakikat-farı inkar manasını taşımaz. Bu hususda bazı görüşleri şöyle sıralaya biliriz :

  1. a) Buradaki nifak, îtîkad ve imanı yok ederek islamı inkâr mânasını raşıyan nifak değil, içi dışına uymayan, gizlediğinin zıddına inanan mâna­sında olmayıb sâdece amel bakımından asıl münafıkların amelini işlemek manasınadır.
  2. b) Yahut buradaki münafıklık, münafıkların amellerini kendilerine iîi-yad edinmiş demektir. Bir nevi âdet edinip san’at ve hünermiş gibi nifak amellerini işler.
  3. c) Kâdi beydâvi hazretleri, «Bütün nifak amellerinden men etmenin sebeb ve hikmeti cenabu hakkı eğlenip maskaraya alarak istihza şekli gö­rülebileceğinden küfre varan nifakla birleşme ihtimalıda vardır. Çünkü şüp­helinin etrafında dolaşmak harama sokulma tehlikesini ortaya kor ve en tehlikeli olan küfre varmak olabilir.» demiştir.
  4. d) Yahut örf ve adette bilinen «içi dışına zıd olan, sözü özüne uyma­yan gibi..» mânayı ifade eden nifak şeklidir.
  5. e) Yahut münafık amellerini kendilerine meslek edinmeleri için, o kötü amelleri işlemkten tahzir ve tekdir içindir.
  6. f) Yahut buradaki nifak, itikadı nifak olmayıp, amelî nifakdır. Yani küfre varmaytp ancak kâfir olan münafıkların amellerini işlemektirki, bu şekildeki amelin kötüfüğüde aşikârdır. Zira nifak, şer’an küfrü gizleyip hükümleri açık-iamak, demektir.

Örfde nifak ise, mâsiyet ve günahları gizleyip taât ve iyi amelleri aleni işlemektir, yani münafık amelini işlemektir. Buradaki nifak ve münafıklık, cmelî oian bu nifak oinsindendir.
Fakat bu kötülükleri iyi ve helal itikat ederek işlerse, bu takdirde kâfir oları îtikad ye îmanda münafık olur.
Hadisi şerifde beyan edilen dört adet münafık ameli, ehemmiyetine bi­naen beyan edilmiştir. Yoksa münafık ameli dört adetten ibaret değildir. Veya başka ‘münafık amelleri bu dördünün içinde toplandığından dört adet beyan edilmiştir.
Burada münafık amellerinden bazılarımda Kur’anı kerimden okuyalım :
«Elbet münafıklar (dilleri ve amelleri ile îman ve islâmı aşikar edip kalp­lerinde küfrü gizleyenler), Zanlarınca Allaha hile yaparlar. Halbuki Allah on­ların hilelerini başlarına geçirir. Onlar namaza kalktıkları zaman, istemiye istemiye kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allahı pek az hatıra getirir anarlar.»                                                                                     Nisa sûresi( 142
Diğer âyeti kerime meali şöyledir :
«İnsanlardan bir kısım kimselerde vardır, biz Allaha ve âhiret gününe inandık, derler. Halbuki, onlar iman edenlerden değildirler.
— (Güya kalblerindeki küfrü örtmekle) cenabu hakkı ve müminleri al­datırlar. Bilmezler ki, onlar ancak kendilerini aldatırlar.
— Onların kalblerinde nifak ve hased hastalığı vardır. Cenabu Allah (kitabı ilahisini indirmekle) onların kalblerindeki hastalıkları artmıştır. Yalan söylemeleri sebebiyle onlar için şiddetli bir azab vardır.
— Onlara, yer yüzünde (küfür ve nifaklarımızı gizleyerek müminleri al­datıp) fesadltk yapmayın, denildiği zaman, bizim gayemiz ancak ıslah etmek­tir, derler.
— Dikkat edin ve bilinki, onlar {münafıkiar( ortalığı ifsad edenlerin ta kendileridir. Fakat şuurları yok, farkında değillerdir..»Bakara sûresi, 8-12
Bu Âyeti kerimelerdeki hükümlere işaret eden Peygamberimiz, münafık amelli insanlar konuştuğunda yalan söyleyeceklerini, emânete hiyanetlik edeceklerini ve verdikleri sözlerinden dönen kimselerden olacaklarını be­yan buyurmuştur.
Verdiği-sözünden dönen, namaza hiyanetlik eden ve ağzından yalan üğüden adamlar, elbet münafık amelli müfsit insanlardır.
Hadisi şerifde dördüncü madde olan şiddetli husûmet ve düşmanlığı söylemeklede Resulü Ekrem efendimiz şu mealdeki âyeti kerimelere isârefc buyurmuştur :
«İnsanlardan bir kısmıda vardırki (Habibim) onun dünya hayatına dit oîan zarif sözü senin hoşuna gider, ve o sözü kalbindeki olana uygundur, diye yemin ederek Allâhı şahid tutar. Halbuki o (içi dışına uygun olmayan münafık), düşmanların en şiddettisidir.
— O (münafık) senin yanından ayrildımı, yer yüzünde fesad çıkarmaya, ekini (bağı bahçeyi v.s.) ve nesli (koyun, deve, sığır ve emsali nesli olan hay­vanları) helak etmeye koşar. Allah (c.c.) fesad çıkarmaya ve fenalık yapma­ya razî olmaz.» Bakara sûresi, 204-205
Bu âyeti kerimeler üzerinde de çok ve çok düşünmek lazımdır. Zira gü­nümüzde gelip insanın yüzüne gülüp arkasından kuyusunu kazan iki yüzlü, adamların, bu münafıkları taklid ettikleri gayet açıkdır. Allanın Resulünün huzuruna geliyor, dizini Resulü Ekrem efendimizin dizine dayayor, gözleri yaşlı halde içden bağlı olduğuna Aflahıda şâhid koşuyor. Resulü Ekrem efen­dimizin huzurundan aynlıncada, müslümanlann otlarını ekinlerini, bağ ve bahçelerini, hurmalılkarını tahrip edip perişan ediyorlar. Hayvanlarının ku-iak ve kuyruklarını kesiyorlar veya tamamen öldürüyorlardı. Tabiiki bu işle­ri gizli ve sakh yapıyorlardı.
İşte münafık amelli adam, insanın yüzüne karşı güler, yaltaklanır. Ayrı-iıncada arkalayı olmadık kötülükleri yapar, arkadan kuyu kazmaya çalışır veya   kazar, [193]
 

Tercümesi :

 
57 – (9)   İbni Ömer (R.A) den mervidir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Münafikin misâîi, döllemek (aşmak) maksadiyle kâh bu ve kâh şu ko-yunc cşmak için iki koyun arasında koşan koç gibidir.» [194]
 

İzahat

 
Bu hadisi şerifde münafık amelli kişilerin iki yüzlülüğü, iki koyuna aş­mak isteyen döliük koça teşbih edilmiştir. Şehvetinin icrası için gözü dön­müş ve kızmış bir koçun oradan oraya koşması gibi, münafık adamlarda, bir bakarsın müslümanlarla, birde bakarsın kâfirlerle beraber olurlar.
Münafık, kimin yanına varırsa ondan olur. Rüzgâr nereden eserse o ta­rafa dönen yelpaze gibidir. Hangi kurup, fırka ve zümreyi görürse, onlardan olur ve fırsatı, kollar, yeri gelince bu gün ak dediğine, görülür ve bilinir bfc aybı olmadığı halde yarın kara der.
Hadisi şerifde şu mealdeki âyeti kerimeye işaret vardır ; «O münafıklar, küfürle îman arasında tereddütdedirler. Ne müminlere ve nede kafirlere bağlıdırlar. Allah (c.c.) kimi dalaletde bırakırsa, artık (habi-bim sen) ona kurtuluş yolu bulamazsın.» Nisa sûresi, 143
Diğer âyeti kerime meâii ;
«(O münafıklar) birde müminlerle karşılaştıkları zaman : Bizde (sizin gi­bi) îman ettik, derler. Halbuki şaytaniarıyla (kâfir ve fasık dostlariyle) yalnız başınc; kaldıkları zaman : Biz (dinde) sizinle beraberiz, biz ancak (müminleri) alay et- v-lorlz, derler.» Bakara sûresi, 14
Bu âyeti kerirne ve hadisi şeriflere çok dikkat etmek lazımdır. Zira in­san, bilmeyerek veya bilerek bu fenalıkları bir marifetmiş gibi işleyebilir. Çe-şıdii menfaatine , dolayı bu kötülüğü işler, ondan sonrada «işin bitinceye kadar kâfire days nemek vardır* diyerek örümcek yuvası ve ağının evi mesa­besinden yalandan uydurulmuş belerle kendisini mazur görmeye çalışır. Cenc-bu hak bütün müslüman kardeşlerimizle bizlere, olduğu gibi gö­rünen ve göründüğü gibi olan, ciddi ve ehli namus insanların ihiası ile hare­ket etmeyi nasib buyursun; Amin.
Dünyadaki fenalık ve rezaleti kâfirlerdende eşed oıan münafıkların, ahiretde görecekleri cezalarını beyan eden ilâni hüküm meâllerininde bir ka-cını okuyalım.
Bir âyeti kerimede şöyle buyuruimuştur :
«Ailahü teâfa münafıklar!, ettrkleri istihzanın cezası île cezalandırır, ve akşınlıkları içinde başrboş dolaşmalarına mühlet verir.» Bakara sûresi, 15
Diğer âyeti kerime meali :
«Şüphesizki münafıklar, cehennemin en aşağı tabakasındadırlar (ce­hennemin dibinde dirler). (Habibim!) asla ve kafa onların azabım kaldırıp yok edecek bir yardımcı bulamazsın.» Nisa sûresi, 145
Evet müslümanlara, İki yüzlü münafıkların zarar ve kötülükleri, kâfirler­den daha eşed ve daha kötü olduğundan âhiretde görecekleri azabda kâfir­lerin azabından daha eşed olacaktır. Zira ceza amelin cinsindendir. Amel ne derece ise, cezada o nisbet ve o derecede olur.
Küfrü açıkdan görülen kâfire, hiç bir mümin aldanip bel bağlamaz. Kendini ondan korumasını bilir. Fakat dışdan mümin ve müslüman görünüp içinde küfrünü saklayıp islam ve müslüman düşmanı olan münafık, mümini can evinden vurur. Çünkü onun görünüşüne ve sözüne mümin inanır, îtimad eder. Halbuki en azılı ve tesirli düşman imiş, zamanla onun ağına düşünce mümin çok ve çok zarar görür.
İşte bu yüzden iki yüzlü münafıkın zararı, kâfirden eşed olduğundan âhiretdede cehennem azabı, münafıklara kâfirlerden eşed olacaktır. Cenabu hak bizleri münafık alâmetlerinden uzak eylesin. Amin, [195]
 

Büyük Günahla İlgili İkinci Fasıl

Tercümesi :

 
53 – (10) Safvan ibni Assai (R.A) den mervidir, demiştir : «Yahudi, arkadaşına dedi: Bizimle şu Peygambere (S.A.V) git. Bunun üzerine arkadaşı yahûdiye dedi : Peygamber deme, Zira eğer senden işidir-se, sevincinden onun gözü dört olur Ve bundan sonra yahûdî ile arkadaşı Resûiullaha (S.A.V} geldiler ve Peygamberden hükümler beyan eden dokuz âyetten sordular.
— Hemen Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«AHâha hiç bir şeyi şerik koşmayınız, hırsızlık etmeyiniz. Zina yapma­yınız, haklı olanlar müstesna Allâhü teâlanın haram kıldığı bir nefsi öldür­meyeniz, sihir yapmayınız, Rîbâyı (faizi) yemeyiniz, namuslu kadına zina ile if­tira etmeyiniz, kâfirlerle savaş yaparken harp gününde firar etmeyiniz ve Ey yahûdî bilhassa siz cumartesi gününde tecâvüz etmeyiniz.»
— Safvan (R.A) dedi: Yahûdî ile arkadaşı Resûlullâhın ellerini ve ayak­larını öpdüler ve şüphesiz sen Nebiyyi Muhteremsin şehâdet ederiz, dediler.
— Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Bana uymayı sizden ne men ediyor?»[196]
— Yahudi Ne arkadaşı dediler : Muhakkak Davut (A.S), Zürriyetinden Peygamberin devam etmesi için Rabbisine duâ etti ve eğer biz sana tâbi olursak, yahûdilerin bizi öldürmelerinden korkarız.» [197]
 

İzahat

 
Hadîsi şerifde sayılan dokuz madde hakkında gerekli malumat, yukar-daki hadîsi şeriflerin îzah bölümlerinde zikredilmiştir. Ancak biz burada Ra-sûlüllâhın huzuruna gelen iki yahûdînin tezat hâlindeki davranışlarına işaret edeceğiz.
İki yahûdî gelirken birisi peygamber efendimize «Peygamber» demeyi uygun görmeyor, arkadaşını îkaz ediyor. Beraber geliyorlar. Dokuz sual so­ruyorlar, cevabı alınca her ikiside peygamber efendimizin ellerini, ayaklarını öpüyorlar ve Peygamberliğine şehâdet getiriyorlar.
Burun üzerine Peygamberimizin, «Bana uymayı, sizden ne men sdi-yor?» buyurüğur.a karşıhkda, gûyâ Dâvud aleyhisselâm, neslinden peygam­berin devam etmesi için dua etmişde, ondan ve birde iman ederlerse yahû-dî’er onları öldürürlermiş!.
İşte bu yahûdîlerin davranışları, iki yüzlü, yalan sözlü, içi başka dışı başka olan münafıkların amel ;ve hareketlerinin aynısıdır. Zira adamların uzakdan gelişleri başka, peygamberin huzuruna gelince hareketleri yine
başka ve aynı zamanda Dâvud aleyhisselâma yalan isnad etmek suretiyle güya ona tâbi ve itaatkâr olduklarını söyieyorlar. Halbuki, Zeburda, Tevrat ve İncilde, peygamberimizin peygamberliği ismiyle, cismiyle ve her şeyiyle zikredilmişti. Onlardan hakîkata âlim olanlarda vardı. Belki bu yahûdîlerde, biliyorlardı. Fakat inanamadıklanndan gerçeği göremiyen ve anlayamıyan iki yüzlü münafıklar misâli rezalet işleyorlar.
Aslında yahûdîler, islâmın ve müslümanların en azılı ve en eşed düş­manlarıdırlar.
Bu husus Kur’anı Kerimde şöyle beyan ediliyor :
«And olsun ki (Ey habîbim!) yahûdılerle müşrikleri, müminlere düşman­lık bakımından, insanların en şiddetlisi bulacaksın.»Mâide sûresi, 82
Yahudilerin gelişlerinden anlaşılması gereken diğer bir hususda şudur:
Peygamberimize bu iki yahûdînin dert ve meselelerini sormaya gelme­leri de, şayanı dikkattir. Müslümanların müracaat edib dertlerini İzah edip ikna edici cevabı aldıkları gibi, yahûdîlerde gidiyorlar, çok ve çok tatmin oluyorlar. Sevinç ve memnuniyetlerini de Resulü Ekrem (S.A.V) efendimizin ellerini ayaklan öperek beyanda bulunuyorlar.
Peygamberimizin bütün insanlara önder ve rehber olduğu böylece gö­rülmüş oluyor. Binâen aleyh onun makamım işgal eden onun varisleri olan Din adamlarıda, her cemaatin iltifat edip değer vereceği, ona müracaat ederek dertlerini anlatıp çâre bulabilecekleri kimseler hafinde olmaları gere­kir.
Günümüzdeki bâzı tefrikacıtarın maşası hâline gelib, bir kısım halkın inanıb, diğer kısımlarında inkar ettikleri Din adamları gibi olmamak gere­kir. Gerçek ve doğru yolda olan din adamları, bütün cemaat ve cemiyetlerin müracaat edebileceği kişiler hâlinde olanlardır.
Peygamberimizin bütün insanlığın irşad ve îmanı için gönderildiği şu mealdaki âyeti kerîmede beyan edilmiştir :
«(Ey habîbim!) biz, seni ancak bütün insanlara cenneti müjdeleyici ve cehennemden korkuducu olarak peygamber gönderdik..»     Sebe sûresi, 28[198]
 

Tercümesi :

 
59 – (M) Enes (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) buyurdu :

  1. a) Lâilâhe illallah – Allahdan başka ilah yoktur, diyen kimseye taarruz­dan kaçınmak, (küfürden başka) bir günâhından dolayı bir kimseyi tekfir et­me ve (yine küfürden başka büyük günah dahi olsa) işlediği bir amelinden dolayı islamdan çıkarma.
  2. b) Cıihâd, Allâhü tedlanin beni (cihâd emri veya tebliğ vazifesi ile) gön­derdiği zamandan bu ümmetin en son gelenleri, decca! ile savaşıncaya ka­dar devam edecektir, bu cihâdı, zâlimin zulmü ve âdilin adaleti sakıt etmez.[199]
  3. c) (İmanın üç hasletinden üçüncüsüde) Hayır, şer her şeyin kaderi Hâni ile olduğuna inanmaktır.» [200]

 

İzahat

 
Hadîsi şerifde geçen îmanın aslından ve alâmetlerinden olan üç haslet, çok ve çok mühimdir. Zira bugün bu hasletlere sahib olanlara küfür kelime­sini söyleyen, küçümseyen veya hiçimseyenler, pek çoğalmıştır.
Meselâ : Çeşitli kurup ve fırkalara mensub olanlar, kendilerine iltihak etmeyen veya kendilerini desteklemeyenlere «küfür» kelimesini söylemek­tedirler. Bu iltihak etmeyenler veya desteklemeyip ilgilenmeyenler, mihrab-da imam, hutbede hatip, kürsüde vaiz, beş vaktini kılan, zekatını veren, oru­cunu tutan ve hac farizasını edâ eden müslümanlarda’nda olsalar, çekinme­den yine serserice kötüleme, ithametme ve tekfir etme dalâletine düşenlere şâhid oluyoruz, duyuyoruz.
Zavallı adamcağızlar, başkasına «kâfir» demekle belkide ve muhakkak kendileri kâfir olacaklarını, veya olduklarını bilemiyorlar.
Evet akıllı müslüman, bir mümine bir günahından veya kötü olan bir amelinden dolayı küfür kelimesi ile ısnad etmez. Zira böyle hareket etmek, imanlı ve kâmil bir îmana sâhib olmanın alâmetinden olduğu, peygamber efendimiz tarafından beyan buyurulmuştur.
Firakı dâlleden Havâricler, bir müslüman büyük günah veya küçük gü­nah işledim! kâfir olur, demişler. Keza mutezilelerde, küfürle îman arasında bir mertebede olduğunu söylemişlerdir. Yani büyük günâh işleyen kimseye ne müslüman ve nede kâfir hiç birisini söylemiyorlar. îmanla küfür arasında olur, demişlerdir.
Bu her iki fırkanın, tehlikeli ve kötü yolda ve akidede oldukları aşikar­dır. Zira âyeti kerime ve hadîsi şeriflere muhalefetleri meydandadır.
Bir de hak yolunda cihad etmenin, Deccâl ile savaşıncaya kadar devam edeceğini beyan buyurmasıda, cihâdın kıymetli ve çok mühim bir vazife ol­duğuna işarettir.
Cihadın en efdalı, zâlim sultanın yanında ve zamanında hakkı olduğu gi­bi söylemek ve yapmakdır. İslâmı alaya aian, ağızlarında geveleyen, islam-dan bahseden veya islâmı yaşayanların hoş karşılanmadığı bir zaman ve mekanda, islâmı savunmak için her çeşit mücâdele ve cihad yolunu tâkib etmek, elbet çok ve çok değerli amellerdendir.
Yazıyla, sözle, amelle, maila, mülkle, evlad ve ahfadla bu cihadı yap­maya çalışanlar, elhamdülilflah bugün devam etmektedir, ve kıyamete ka­dar, hem dînimiz bakî kalacak ve hemde hak mücâdelesi devam edecektir Yeterki cenâbu hak, bizleri ve neslimizi bu kıymetli dâvanın birer neferi olarak çalışmamızı ihsan buyursun, devam ettirsin. Amin.
Deccâlın gelmesi keyfiyeti hakkında, çok çeşitli rivayetlerle hadîsi şe­rifler vardır. Kıyametin büyük alâmeti olarak beyan edilmiştir. Deccâlın otuz dan fazla olduğuda bâzı hadisi şeriflerde zikredilmiştir. Fakat en büyük ve en azılısı, Deccâlın zuhuru ânında Isa aleyhisselâmın yer yüzüne ineceği ve azgınlıkda son hadde varmış olan Deccâh öldüreceğini bizzat peygamberi­miz buyurmuştur.
Ayrıca yukarda geçen 42. hadîsi şerifin izahını dikkatla okuyunuz.
Akait kitablarında bu mevzu açık bir ifâde ile yazılmıştır, keza Emâüde şöyledir :
«İsa (A.S), ilerde gelecektir. Sonra azgın ve çapkın olan Deccâh öldü­recektir.»
Bu gerçekler açık iken, bazı sapık fikirliler, Deccâlın zuhurunu ve İsâ aleyhisselâmtn yer yüzüne ineceğini inkâr etmektedirler. Gerçek mümin, böyle sapıklara iltifat etmez. Kader hakkında, ikinci hadîsi şerifin izahına bakınız. [201]

Tercümesi :

 
60 – (12) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (SAV) buyurdu ki:
«Kul, zina ettiği vakit: Sman çıkar, sanki başının üstünde gölge gibi olur. Binâenaleyh o amelden (zinadan) çekindiği vakit, îman ona tekrar döner.»[202]
 

İzahat

 
Hadîsi şerifde beyan edilen hüküm hakkında şu anlayışlar ve İzahat vardır :

  1. a) Mümin, zinayı haram ve günah olduğunu bilip inandığı halde yapar­sa, ondan îmanın nuru ve kemâh çıkar. Zinadan tevbe edrb   çekindiğinde îmanın nur ve kemâli tekrar avdet eder.
  2. b) Zinada bulunan bir müminden, îmanın en büyük ve mükemmel olan şubesi haya, ondan çıkar. Tevbe edib zinadan çekindiğinde îmanın şubesin­den olan haya tekrar avdet eder.
  3. c) Yahut zina eden bir kişi, sanki kendisinden îman sökülüp çıkan za­vallı kimselerin hali gibi, çirk   ve müievvesliğe dalan kimse gibidir. îmanını kirletir, îmanı olmayan kimseye döner, demektir. Zira kâmil îman, sahibine böyle mülevves ve kirli işleri yapdırmaz.
  4. d) Yahut bu hadîsi şerifi Resulü Ekrem efendimiz, müminleri böyle kö­tülükleri işlemekten kaçındırmak için tekdir ve tahzir için buyurmuştur Zira zinayı haram ve günah kabul ederek işleyen kâfir oîmaz. İmandan çıkmaz. Asî ve günahkâr bir mümin olur.

Her ne şekil ve maksadla olursa olsun, zina en kötü ve haram ameller­dendir. Zinaya tevessül eden bir kişi, kendi anasına, kız kardeşine, hanımına halası ve tezyesine başka birisi zina yaparak tecâvuzda bulunmasına gönlü râzî olmaz. Hoş karşılamaz.
Başkasının ırzına tecâvüz ederek zinada bulunmak isteyenler, evvelâ bunları düşünmeli ondan sonra ile tecâvuza bakmalı. Böyle şuur ve izanla düşünen bir mümin, asla ve kafa zinaya tevessül etmez.
Şu hakîkatı iyi bilmek lazımdır. «Zina yapana, zina yapılır, ilin kapısını çalanın, kapısı çalınır. İlin ırzına yan bakanın, ırzına yan bakılır.»
Ataların bir sözü vardır. «Çalma kapıyı, çalallar kapını.»
Evet «bu dünya, et kulum bul kulum, dünyasıdır.» Eden bulur. Ama er, ama geç, mutlaka eden, bulur, yapana, yapılır.
Zinanın çeşitleri ve şekilleri hakkında gerekli bilgi, ileride seksen altın­cı (86). hadîsi şerifde gelecektir. [203]
 

Büyük Günahla İlgili Üçüncü Fasıl

Tercümesi :

 
61 – (13) Muaz (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) bana on kelime ile vasiyyet etti ve buyurdu ki ;
1 – Yakılmak ve öldürülmek tehdidi ile karşılaşsan dahi, Allahü teâlâ ya hiç bir şeyi şerik koşma,
2 – Ehli iyâlinden ve mâlinden ayrılmayı emretseler dahi. Anana, Ba­bana asla ve kat’â muhalefet (isyan) etme.
3 – Farz olan namazı bilerek kat’iyyen terk etme; Zira bir kimse bilerek farz namazı ter* ederse, o kimseden Allâhü teâlânm zimmeti (sıkor-tası) kalkar.
4 – hiç fair suretle şarap içme; Zira şarab, bütün kötülüklerin ba­şıdır.
5 – Mâ’siyet (günah) işlemekden kaçın; Zira günah işlemekle Al­lâhü teâlânın gazabı (sana) helâl olur,
6 – İnsanlar helak olsa (kırılsa) dahi, harp meydanından kaçmakdan   çekin.
7 – sen bir memleketin insanları içinde bulunurken,   İnsanlara
(bir hastalıkdan dolayı) – ölüm (kırılmak) isabet ederse, (O insanların içeri­sinde) sebat et (oradan ayrılma),
8- Kendi kazancından (ana sermâye ve kârinden) aile efradına
[İhtiyaçlarını karşılayacak şekilde) intak et,
9- Aile efradından edep maksadı ile asanı (değneğin)i kaldırma,
10- Onian (aile efradını) Allâha karşı gelmekten sakındır.» [204]
 

Tercümesi :

 
62 – (14) Huzeyfe (R.A) den mervidir, demiştir ki : «Nifak, ancak Resûluilah (S.A.V) zamanında idi. Ama bugün, küfür veya îman vardır.»[205]
 

İzahat

 
Râvî Hz   Huzeyfe (R.A) kimdir?
Hz. Huzeyfe (R.A), aslı yemenli, Ebu Abdillah künyesi ife mâruf ve Hu-zeyfetülyemânî lakabı ile lakablandırılmıştır. Peygamberimizin sır ve gizli olan haber ve hükümleri bildirdiği sahâbesidir. Bilhassa münafıkların isim­lerini liste hâlinde bildirdiği sırları bu bilirdi. Onun için bu hayatta iken bir cenaze vuku bulursa, Hz. Ömer (R.A) bakar, cenazede Hz Huzeyfe bulu­nursa, oda iştirak ederdi. Şayet Hz. Huzeyfe cenazede hazır bulunmazsa, Hz. Ömerde cenaze namazına iştirak etmezdi.
Hatta Hz. Ömer (R.A), zaniün zaman : «Ey Huzeyfe kardeşim! Allah aşkına söyle, münafıkların listesinde bende varmıyım.» dediği zikredilmekte­dir.
Cennetle tebşir edilen Hz. Ömer (R.A), hak teâlânın rahmetinden mah­rum, azabının en şiddetlisi ile azablanacak olan münafıklardanmıyım aca­ba! diyerek bu şekilde dikkat eder ve hassasiyet gösterirse, bizlere ne yap­mak ve ne şekilde dikkatli olmak gerektiği artık gayet açıktır.
‘Kıyamet alâmetlerinin küçüklerinden pekçoğunuda Resulü Ekrem efen­dimiz, bu mübarek Hz. Huzeyfeye bildirmişti.
Kendisinden, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Ebidderdâ ve daha pek çok saha­be ve tabiîn hadîsi şerif rivayet etmişlerdir.
Vefatı, Hz. Osman (R.A) in şehâdetinden kırk gece sonra hicretin otuı beşinci (35). senesinde Medâinde vuku bulmuştur. Kabri şerîfide oradadır. Allah ondan razî olsun.
Medöıin : Bağdad yakınlarında bir şehrin ismidir.
Hz. Huzeyfenin beyan ettiği ve Buhârî şerifde «Münafık ancak Resülül-lah (S.A.V) zamanında idi.» mezkur olan bu cümlenin anlamı şöyledir:
Münafıklar hakkında verilen hükümler, icra edilen ahkamlar, ancak Ra-sûtüliah zamanında tâyin edilip yapılabiliyordu. Zira onların kimler olduğu­nu ve onlara karşı nasıl davranılması gerektiğini Resulü Ekrem efendimiz bildirirdi.
Meselâ, Resûlüllah zamanında münafıklardan bizzat bilinen ve bildiri­lenlere selam vermemek, iltifat etmeyip bakmamak gibi halier zaman zaman ve bâzı şahıslar hakkında icra edilmiştir. Bilinmeyen ve bildirilmeyenlere kar­şıda hiç bir muamele yapılmaz, müslüman kardeşlerden sayılır ve kardeş muamelesi yapılırdı.
Bugün ise, münafıkların tâyin ve tesbiti, olamıyacağından ancak müna­fık amellf kişifer görülebildiğinden veya görülebileceğinden bizzat «Bu adam münafıkdır» hükmü verilemez. Belki «Bu adam münafık amelli kişidir.» denebilir.
Günümüzde en bariz ve en kesin bilinib hüküm verilebilen, ve hüküm verilebilecek olan, hak ve hakikati istisnasız kabul edenlere «Mümin», hak­kı inkar edenlere de «kâfir» hükmü verilebilir iki yüzlü nifak amelleri görülen lere de «münafık amelli» denilebilir.
Bir münafık harbe çıkıyor, çok gayret gösteriyor, Ashab bunun gayre­tine hayran kalıyor, hoşlanıyorlar. Fakat Resulü Ekrem efendimiz onun iç gayesine vâkıf olduğundan o adamın kendi menfaatini korumak için savaş-dığını beyan ediyor ve «bu adam cehennemliktir» buyuruyor. Bugün bu teş­hisi yapmak güç olduğundan, münafık amelini işleyenleri görünce «Münafık amelli adam» diyebiliriz.
. Bu hadîsi, Ahmed bin Hanbel rivayet etmiştir. [206]
 

Vesvese   Babı Birinci Fasıl

 
63 – (I) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir : Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :[207]
«Muhakkak Allah (teâla), ümmetimden sadırlarının (nefislerinin) verdi­ği vesveseyi – onu İşlemedikçe veya konuşmadıkça afveder.» [208]
 

İzahat

 
Hadîsi şerifde geçen «vesvese» kelimesini tarif edelim.
Vesvese : Gönül ve hatıra gelen şey, insanı kötü olan şeylere sevk eder­se, ona «vesvese» denir.
İlham : Gönül ve hatıra gelen şey, insanı faziletli şeylere teşvik ederse, oda «ilham» dır.
Şu halde kalbe gelen bir şeyin vesvese veya ilham olduğunu teşhis ede­bilmek için, o gönüle gelen ve icra edilmesi için İtici kuvvetin şer veya kötü olan şeyleri yapmaya teşvik ediyorsa, o vesvesedir.
Şayet kalbe gelen şey, iyi amelleri yapmaya teşvik ediyor ve iyiliğe iti­yorsa, işte bu gönle gelen şey, ilhamdır.
İlham OtSi;n, vesvese olsun hankisi olursa olsun, bunlarla bir hüküm çıkarılamaz. Heı hangi bir şeyin hakîkat ve aslına delil olamaz.
Vesvesenin çeşitleri ve uzun îzahı, «Ameller niyyetlere göredir» hadîsi şerifin altında Zikredilmiştir.
İlham hakkında da «İslamda Evliya meselesi» adlı eserimizle «İslama sokulan Bid’at ve Hurafeler» isimli eserimizde açıklama yapılmıştır.
Hadîsi şerifin manası, gayet açık ve sarihki; insanların gönüllerine ge­len şeyleri söylemedikleri veya işlemedikleri takdirde cenabu hak o gönül­lere gelenleri bağışlayor. Ancak gönüllere gelenleri, insanlar dilleri ile söy^ ler veya onları bizzat icra edip işlerlerse, onlardan mes’ul   olurlar. Tabiiki gönüllere vesvese ile gelenler, şer ve kötülüktür.
İşte kalbe gelen kötülükler, işlenmedikçe veya dil ile söylenmedikçe günah olmaz, cezayı müstelzim değildir. Allah (c.c.) onları bağışlamaktadır.
Hatta bir hadîsi kudsîde şöyle buyuruimuştur :
«(Allâhü teâlâ buyuruyor : Ey meleklerim!) bir kulum bir günah işlemek istediğinde, ona hemen günah yazmayınız. Eğer o gönlüne aldığı günahı iş­lerse, onun üzerine bir günah yazınız.»   [209]
Kalbe gelen vesvese ve kötü şeyleri telkin etme hâli, ilk defa şeytanin Adem aleyhisselâma telkini ile başlar. İnsanın nefsinin vesveseside dâima – kötülük telkin eder.
şeytanın Adem aleyhisselâma telkini şu âyeti kerimede beyan edilmiş­tir :
«Ve nihayet şeytan Ademe vesvese verdi ve şöyle dedi: Ey Adem! Seni (cennette kalmana sebeb olacak) ebedîlik ağacına, bir de son bulmayacak devlete delâlet edeyim mi?» Taha sûresi, 120
Nefsin vesveseside şu mealdâki âyetde beyan buyurulmuştur.
«And olsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler verdi­ğimde biliriz..» Kof sûresi, 16 [210]
 

Tercümesi :

 
64 – (2) Yine Ebû Hureyre (R.AJ den mervidir, demiştir : Resûlullâhın ashabından bir kurub insan Nebiyyi Ekrem (S.A.V) e gel­di ve ondan sordular : Biz, birimizıin söylemesini büyük (günah, veya küfür ve kötü) gördüğü şeyi nefislerimizde (nefislerimizin vesvese ve iğvâsında) buluyoruz!
— Bunun üzerine R££û3ullah (S.A.V) buyurdu : «Siz, bunu buluyormusunuz?»
— Ashabı kiram : «Evet» dediler.
— Resûluilah (S.A.V} de :[211]
«İşte bu îmanın sarihidir.» buyurdu. [212]
 

Îzahat

 
Hadîsi şerifde beyan edildiği üzere, bir kısım cemaatın kalblerine gelen kötü vesvese ve vehimlerin âkibp*inin ne olacağı ve bu kalbe gelmenin iyimi, yoksa kötümü olduğu sorulunca, mübarek pyeğmdberimiz, «İşte bu (kalblere gelen vesvese), îmanın sarihidir.» buyuruyor.
Evet kalbleri don yağı gibi donub, katilaşanlar pek makbul kişilerden değillerdi. Müşrik ve kâfirler gönüllerine yerleştirdikleri şirk ve küfür sebe­biyle, onların gönüllerine şeytanın sokacağı bir şey kalmamıştır. Onun istediai Ç’rk ve fenalıkların en eşeddi yerleşmiştir. Artık vesvese ve şüpheler sokmaya veya sokmak için çapaya lüzum kalmamıştır,
Fakat gönlünde îmanı olan müminin îmanını, kirletmek veya çalmak için bütün gayretini sarf ediyor. Her türlü çâreye baş vuruyor. Çünkü onun kal­binde en büyük sermâye olan îman cevheri vardır. Bütün gayesi o cevheri
çalmaktır.
Netekim, mal, eşya, para ve emsali şeylerle dolu olan bir eve veya oda­ya, hırsız girib çalmak için bütün gayretini sarf eder.
Şayet odada, ev veya dükkanda hic bir şey olmazsa, hırsız iltifat et­mez. İçeriye girmek dahî İstemez.
İşte müminin kalbine gelen vesvese ve acâib vehimlerin çeşitleri, mü­minin kalbindeki îmanının mükemmel ve sağlam olduğuna delâlet eder. Zira şeytan o îmanı kirletmek için vesvese veriyor. Müminde bu vesvese ile mücâdele ediyor. En kemallı cihadı nefsi ile yapmış oluyor.
Hz. Ali (R.A) de şöyle demiştir.
«Bir namazki, onda vesvese olmazsa, işte o namaz ancak yahûdî ve Hı­ristiyanların namazıdır»[213]
İslom hukukunun hükümlerini beyan eden fıkıh kitablarında «sehvi sec­de babı» başlığı ile yazılan hükümleri okumalı ondan sonra bu hadîsi şerif ve İzahı \\e bu irtibat kurmaya çalışılmalıdır.
Tercümesi : 65 — (3} Ondan (yani Ebû hureyre R.A. den) mervidir, demiştir :
Resûlüllah   (S.A.V) buyurdu :[214]
«Sizin bîrinize şeytan vesvese verir ve der : Şunu kim yarattı? Bunu kim yarattı? hatta şöyle der : Rabbini kim yarattı? İşte böyle soru ile karşı­laşırsan, Allâha sığın ve (düşünmeyi) Terk et.» [215]
 

İzahat

 
Hadisi şerifde Resulü Ekrem sallallahü gleyhi vesellem şu mealdeki âye ti kerimeye işaret etmiştir:
«Allah o iblisi (şeytanı; Rahmetinden kovdu..O da (İblisde) dediki : uhakkak kullarından bir muayyen pay arayıp saptıracağım. Onları gerçekden saptıracağım. Kendilerini uzun amellere düşürüp olmayacak kuruntu­larla aldatacağım ve muhakkak onlara (insanlara) emredeceğimde davar­ların kulaklarını (putların nâmına) kesip yaracaklar. Elbette onlara emrede­ceğimde, Allanın yarattığı (Putlaştırarak, tebdil ederek) değiştirecekler Kim Allahı bırakıpda şeytanı dost edinirse, gerçekden bir ziyana düşmüştür.
— Şeytan onlara vad eder, onları uzun amel ve kuruntulara düşürür, Şeytanın kendilerine vaad ettikleri aldatmadan başka bir şey değildir.» Nisa   sûresi,     18-20
Bu âyeti kerimelerdede belirtildiği üzere, şeytan her zaman ve saatte durmadan İnsanları saptırmak ve kötülükleri yaptırmak için, elinden geleni yapmaktadır. Esasen huzuru ilâhiden kovulunca, Allahü teâladan yetgi istedi, İnsanları azdırmak ve azıtmak için yetgiyide aldı.. Ancak ihlaslı ve doğruluk üzere olan kimselere tesiri olmayacaktır.
İşte bu sebeblerden dolayı, şeytan durmadan insanoğluna kötülükleri yaptırmak için vesvese vererek, akıl ve mantık djşı kötülükleri yapdırmak için akıl ve mantık dışı soruları sorarak şaşırtmaya çalışır, o haldeki hadisi şerifde belirtildiği üzere. Allâhı inkâr ettirmek için uzun sorular sorabile­cektir.
Evet şeytan insanın sağından, solundan, önünden, arkasında, altından ve üstünde gelecek her çeşid kötü telkinlerde bulunacak, nefsin tuğyan et­mesi için çok acâib vesveseleri verecektir. Varlıkların kim tarafından yara­tıldığını sorarak. Şunu kim yarattı, bunu ki myarattı, v nihayet Allâhı kim yarattı? şeklinde sorulprla insanı şaşırtacaktır.
İmanı kuvvetli olanlar, onun bu vesveselerine iltifat etmezler, onun soru ve vesveselerini def ederler veya en güzel bir şekilde cevablandırırlar. Hak­kın kudret ve azametine sığınarak onun şerrinden kurtulurlar.
Fakat zaif îmanlı-fasık kimseler, onun vesvesesinin arkasına düşerler, şüphenin birini def etmeden’ biri gelir. Vesevese ve vehimler içerisinde ken­dilerini perişan eder-ler.
Aslında akıNı-adam düşünür, iblis hakkın huzurundan kovulmuş bir münkirdir. Kendisine cehennem yoldaşı arayor. Kendisinin huzuru ilâhiden kovulmasına sebeb olan Âdem (A.S) in neslini azdırıp sapıtmak içinde elinden gelen gayreti sarf edecektir. Ve onun gayret ve emeli, insanları ken­disi gibi isyan ettirip cehenneme attırmaktır.
Bu husus bir âyeti kerimede şöyle beyan edilmiştir :
«Şeytan size fakir olacaksınız diye korkutur ve size fuhşiyatı (kötülü­ğü, cimriliği) emreder.»                                                             Bakara sûresi, 268
Diğer âyeti kerime meali :
«Muhakkak şeytan, (devamlı) size düşmandır. Binaenaleyh sizde onu düşman tanıyınız.
Çünkü o etrafına toplanan avânesini ancak cehennemlik olsunlar, diye çağırır.»                                                                                             Fatır Sûresi, 6
Böyle kötülük ve ebedi hüsrana davet eden ve insan oğlunun en azılı düşmanı olan iblisin şerrinden korunmak için. Resulü Ekrem sallallahü aley­hi vesellem efendimiz hadisi şeriflerinde «İşte böyle (tehlikeli) soru ile kar­şılaşırsan, hemen AHaha sığın (düşünceyi) terk et.» Buyurmuştur.
«Eğer şeytandan bir fit (kötülük telkini) gelirse, hemen AHaha sığın..»
Araf sûresi 200
Esasen inşam vesvese ve vehim, nefsinden olsun, şeytandan olsun, kadından ve$£rÖlö»r insanlardan olsun nereden ve ne şekilde gelirse gel­sin, hemen Altoha sığınıp münakaşayı terk etmesi lâzımdır.
Şeytanın vesvese ve ığvasından halikı zülcelaîa şu dua ve kelimelerle sığınılması oerektiğ*ni bizzat ResOlüilah (S.A.V) tavsiye buyurmuşlardır : «Lahavle veta -kuvvete. iHîa&ftfdh’ıIaliyyılazım» veya «eû^übiliâhimineşşeyta-nirracim.»
Ayrıca kur’ant kerimden dua ve i&iâze ayetlerini okumakda çok fayda­lıdır.
Mesela : Ayetelkürsî, ihlası şerif ve Rabbena duaları, birde hasbünal-lahü veniğmel vekil, gibi dua ayetlerini okuyarak Allaha sığınmak lâzımdır. Vakit bulabilen ve imkanı olan kişiler, abdest veya gusul yaparak bir kaç rekat namaz kılmak ve kur’an okumak suretiyle vesvese ve vehimleri gider­meye çalışırlarsa, en doğru yol takip etmiş olurlar.
Tabiiki bu ameller ihlasla ve en güzel niyyetle işlenirse, hak teâla ya­pılan duaları red etmez. Şeytanın ve insanların vesveselerinden kurtarır.
Kur’anı kerimin en son sûresi olon sûrei nasda ve tefsirlerinde uzun uzun beyan edildiği üzere, her honkj bir kimse, nefsin ve şeytanın vesvese­sinden, Allaha sığınmak ve yüce Allanın ismi şeriflerini, lafzâi celalini zik­retmekle selamete erişe bilir.
Bu hususda aşağıdaki hadisi şerifleride dikkatla okumak lazımdır. [216]
 

Tercümesi ;

 
66 – (4) Ondan (Ebû Hureyre R.A. den) mervidir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) buyurdu ki : [217]
«İnsanlar, dâima birbirleriyle soruşma yaparlar, Hatta denilir : 8u mühluku Allâhü teâla yarattı, Allâhü teâtayı kim yarattı ya? Binâen aleyh bir kimse böyle bir şeyle karşılaşırsa, hemen Allâha ve Resullerine îman ettim, desin.» [218]
 

Tercümesi :

 
67 – (5) jbni Mes’ud (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Sizden hiç bir kimse olmaz, ancak ona (şer emretmek için) cinden bir yahni ve (hayrı beyan etmek için) meleklerden bir yakını kendisine musal­lat kılınır.»
— Bunun üzerine ashabı kiram dediler : Yâ Resûlellah senin içinde böyle musallat kılman bir arkadaş varmıdır?
—   Resûlullah (S.A.V) buyurdu :[219]
«Evet benimde vardır. Fakat Allâhü teâla beni korumakla ona gâlib kılmakda yardım etti de, oda müslüman oldu. Binâen aleyh benim cinden ar­kadaşım bana ancak hayır emreder.» [220]
 

Tercümesi :

 
68 – (6) Enes (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûiuilah (S.A.V) buyurdu :[221]
«Şüphesiz şeytan, insanın kanının akdığı (dolaşdığı) yerde cereyan eder (dolaşır.» [222]
 

Tercümesi :

 
69 – (7)   Ebû Hureyre (R.A) den mervidir demiştir :
Resûlullah   (S.A.V.) buyurdu :[223]
«Adem oğlundan doğan her çocuğa doğum zamanında mutlaka şey­tan mes eder (dokunur). Binaen aleyh çocuk şeytanın mes etmesinden fer-yadla ağlar. Ancak meryem ve oğluna (İsa – Aieyhisselâma) mes etmemiş­tir.» [224]
 

İzahat

 
Bu hadisi şerifin açık ve zahir manasında belirtildiği üzera annesinden yeni doğan her çocuğa’doğum anında şeytan dokunuyor ve o şeytanın do­kunması iie dünyaya gelirken çocuk ağlayarak anasından doğuyor. Bu şe­kilde dc’jum şekli Adem aleyhisselâmdan bu güne kadar böylece cereyan etmiştir. Ancak Hz. Isâ aleyhisselam ile annesi Hz. Meryemin doğum zama­nında şeytan mes edip dokunmamıştır. Şeytanın bu hal ve hareketi, kıya­mete kadar aynı minval üzere devam edecektir.
Hadisi şerifde geçen «mes» kelimesinin manası, el ile dokunmak ma­nasında kullanılmaktadır, Dolaysiyle şeytan çeşidli şekil ve kılıklara bürü­nerek insanlara her çeşid zarar ve kötülüğü yapmak için, dokunmak yolu ilede zarar verebilir.
Ehli sünnetin görüşü, şeytanın mes edip dokunması vakî olmuştur ve vâkî olabilir.
Ehli sünnetin görüşü şu mealdaki âyeti kerimeye dayanmaktadır.
«Riba (faiz) yiyenler (tefecilik yapanlar), kendilerini şeytan çarpmış (bi­rer mecnun) dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkmazlar (ancak şeyta­nın çarpımasından cinnete uğrayan hâlinde kalkarlar).»   Bakara sûresi, 275
Burada şerhi akaid sahibi allâme-i teftâzânînin cin ve şeytan hakkın­da şerhi mekâsıdındaki şu tarifleride nakledelim :
Cin : Hevâî bir şekilde latif cisimlerdirki, pek çok muhtelif şekillere gi­rerler ve onlardan pek çok ocöib şeyler zuhur eder .
Şeytanlar : Ateşden yaratılmış cisimlerdir. Bunlar insanlara fesadlık ve azgınlık telkin ederler.
Melekler, cinniier ve şeytanlar gayet dar menfez ve deliklere girebilir­ler. Hatta İnsanların kursaklarına dahi girebilirler. İnsanlar onların durum­larını açık bir şekilde gözleriyle göremezler.[225]
Halk arasında «falanı cin çarpmış, şeytan çarpmış» derler. «Şeytan carpmışda ağzs eğilmiş, cin çarpmasına uğramışda aklını oynatmış gibi..» Cümleler söylenmektedir. Bu ve emsali cümlelerin ehli sünnet görüşüne
uyan tarafları vardır. Ancak bazı mübalağa ve ilaveli yalanlarda söylenebi­lir.
Şeytan ve cin çarpmasının olmıyacağını iddîa edenler, firakı dâlleden mutezilelerdir. Onlara göre âyeti kerime ve hadisi şeriflerdeki «Messüşşey-tan» kelimesinin menası hayalidir ve çocuğa şeytanın elinin tasviri gösteri-lirki, bir nevi vurma şeklini görür derler.
Yukardaki âyeti kerime ve hadisi şerifler acıkca beyan ederken böyle indî teviller, elbet fasid ve batıl görüşlerdir.
Şeytan ve cinnin çarpmasından, iğfal ve vesveselerinden Allâha sığın­mak her müslümanın vazifesidir. Daha uzun izahat, akâid, tefsir ve kelam kitaplarında mezkûrdur.
Melek, şeytan ve cinnin dünyada insanlara görülmeyip ahirette tersi ile insanların onları görüp, onların insanları göremiyeceklerinin sebebi hikmeti yukarda iki (2) nolu hadisi şerifin izah kısmında geçmiştir.
Yukarıdaki hadisi şerifde Resûiüllah sallallahü aleyhi vesellem efen­dimiz «Peygamberlere ve evliyalara şeytan dokunamaz» cümlesini söyle­yenleri veya iddia edenleri red etmiştir.
Birde cinnilerle insanların nikahlanıp izdivaç edenleri olabilir, olamaz meseleside düşünülecek bir hususdur. «Agamul mercan fi ahkamilcân» isimli eserle «Eşbah vennezâir» adlı eserde bu mes’elenin uzun izahı geç­miştir. Oralardan okumak faideli olur. [226]
 

Tercümesi :

 
70 – {8) Ebû Hüreyre {R.A) den mervidir, demiştir : Resûiüllah (S.A.V) buyurdu :
«Doğum zamanında doğan çocuğun bağırması, şeytanın dokunmasın-dandtr.»   [227]
Tercümesi   :
71- (9) Câbir (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûiüllah (S.A.V) buyurdu ki :
«Muhakkak surette iblîs, tahtını su (deniz) üzerine kor, sonra insanla­ra fitnelik etmeleri için askerlerini sevk eder. Ona (iblise), askerlerinin rner-îebe bakımrndan en yakını fitnesi en büyük olanlarıdır. Onlardan (iblisin as­kerlerinden) birisi gelir ve der: Şöyle şöyle işledim (mesela : Kumar oynat­tım, zina yaptırdım, der.)
— Bunun üzerine iblis der : Hic bir şey istememişsin.
__ Resûluliah   (S.A.V) buyurdu : Sonra onların (aske.ieıin) birisi gehr
ve der: Ben onu (adamı) bırakmadım, takt onunla (adamla) karısının arasını ayırdım, ondan sonra terk ettim.
__ Resûiüllah (S.A.V) buyurdu : İblis ona (o askerine) yaklaşır ve : Sen ne güzelsin, der.»
— Ameş (bu hadîsi şerifi rivayet edenlerden birisi) dedi : Zan eder sem Resûiüllah (S.A.V) buyurdu :[228]
«iblis bu askerini kucaklar.» [229]
 

Tercümesi :

 
72 – (10) Ondan {Câbir R.A den) rivayet olunmuştur;
Resûiüllah (S.A.V) buyurdu :
«Şüphesiz şeytan, Ceziretül arabda Namaz kılanların ibâdet yapma­sından me’yüs (umutsuz ve mükedder) olur. [230]Fakat yine orada namaz kılan insanlar arasında, fesat çıkarmaya çalışır.» [231]
 

Vesvese İle İlgili İkinci Fasıl

Tercümesi :

 
73 – (1) İbni Abbas (R.A) den mervicfir :
Nebiyyi ekrem (SAV) efendimize bir adam geldi ve dedi : Bana nefsim bir şeyler söylüyor, onu (nefsimin söylediği vesvese verdiğini) söylemekten simsiyah kömür olmam bana daha sevimlidir.
— Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :[232]
«Bir adamın işini (Nefsinin kötü telkinini) vesveseye çeviren Allâha ham dü senâtar olsun.» [233]
 

İzahat

 
Bu hadisi şerifden evvel geçen ve aşağıda gelecek hadisi nebevilerde okuduğumuz üzere’şeytan insana küfür ve şirki telkin eder. Eşyaların yara­tılışı kim tarafından olduğunu sorduktan sonra Allâhü leâlayı kimin yarattı-ğmt sorarak Ademin neslini küfre iterken bu hadisi şerifdede kalbe ondan hafif ve fakat söylenmesi iğrenç ve ayıp olan şeyleri nefsine telkin etteğini dolaysiyle nefsinde acâib iğrençliği duyan kişinin küfür telkininin tehlike­sinden kurtulmasından dolayı Allâha hamd etmeyi nebiyyi muhterem efen­dimiz tavsiye buyuruyor.
Evet şeytanın küfür telkininden nefsin vesvesesi, daha hafifdir. Bu se-bebden dolayı Adem Aleyhisselamın nesli olan insanlara şeytan küfür tel­kin edip en tehlikeli hal karşısında kalan kişisinin hemen Allâha sığınması tavsiye edilmiştir.
Nefsin bu telkini ise, ondan hafif ve kalpdeki îmanın takviyesine gayret gerektiren nefsiyle mücadele şeklinin zuhuruna sebeb olduğundan için, bu acâib telkin ve vesvesenin oluşuna hamd etmek, imanın kemalini icâp et­tiren bir şükürdür. Bu hale şükrecftlirse, yüce Allah (c.c.) müminin kalbin­deki imanını kuvvetlendirir. Zira cenabu hak bir âyeti kerimesinde şöyle buyurmuştur   :
«Elbet siz (bir nimete) şükrederseniz, mutlak ve muhakkak ben azi-müşşan sizin nimetinizi artırırım.»                                         Sûrei İbrahim, 7[234]
 

Tercümesi :

 
74 – (2) İbni Mes’ud (R.A) den mervfdir, demiştir :
Resûlüllah (S.A.V) buyurdu   :
«Elbet âdem oğluna, bir şeytanın yaklaşması, birde meleğin yaklaşması vardır.
— Şeytanin yaklaşmasına gelince, o (şeytan) şerri ve hakkı yalanla­mayı telkin etmesidir.
— Meleğin yaklaşması ise, hayra (namaz ve oruç gibi hayra) ve hakkı tastık etmeye (kitablara ve peygamberlere îman gibi şeylere) teşvik eder,
— Binâen aleyh bir kimse, bunu (hayır ve hak telkinini) bulursa, bu tel­kinin AHâhdan olduğunu bilsin ve Allâhü teâlaya hamdetsin.
— Şayet diğer birini bulursa, habis ve necis olan şeytandan Allâha sı­ğınsın.»
— Bundan sonra (şu âyeti kerimeyi) okudu : (Şeytan, size fakirlik vöd eder ve fuhşiyâtı emreder. (Bakara Sûresi, 268). Tirmizi, Tirmizi, bu hadisin «garib» olduğunu söylemiştir. [235]

Tercümesi ;

 
75 – (3) Ebî Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir:
Resûluliah (SAV) buyurdu :
«İnsanlar dâ’ma birbirleriyle sualleşirler, hatta denir: Bu halkı Allâhü te-âla yarattı peki, Alfâhü teâlayı kim yarattı ya? İşte böyle söyledikleri vakit, hemen deyiniz: Allah birdir, Allah samed (her şeyden ganî) cfiir, doğmamış ve doğurulmamıştır, ve onun için denk (ve misli) yoktur, Bundan sonra o adam sol tarafına üç sefer tükürsün ve habis olan şeytandan Allaha sığın­sın,» Ebû Davud. İnşallah ilerde kurban gününün hutbesi babında Amr bin ahves hadîsini zikredeceğiz. [236]
 

Vesvese İle İlgili Üçüncü Fasıl

Tercümesi :

 
76 – {14) Enes (R.A) den mervîdir demiştir :
Resûluliah (S.A.V)) buyurdu :
«Elbet insanlar hiç ayrılmadan devamlı (olarak) sualleşirler, hatta der­ler :
«Bu görünen her şeyi Allâhü teâla yarattı. Binaen aleyh aziz ve celil olan Allahı kim yarattı?»                                                                          Buhâri
Müslimde ise şöyledir ; «Resûluliah (S.A.V) buyurdu : Aziz ve celil olan Allah buyurduk!; Şüphesiz senin ümmetin dâim derler : Bu nasıl? Bunun durumu nedir? Hatta : Bu yaratılanı Allâhü teâla yarattı, aziz ve celil olan Allahı kim yarattı?» derler. [237]

İzahat

 
Hadisi şerifde beyan edildiği üzere pek çok İnsanlar, hak teâlaya is­yan ve hakkı inkar etmek için basiretsiz ve hakka vasıl olamamış kişiler ha-
linde lüzumsuz sorular sorarlar. Yada kendilerinin acizliklerini anlayamı-yan beyinsiz sivri akıllı kişiler halinde akıllarının eremediği şeylerle meşgul olarak bütün yaratıkların yaratınını sorduktan sonra hâşa «Atlahı kim ya­rattı?» diyecek kadar alçalırlar veya alçalanlar olur.
Günümüzdede bu tip münkirler pek çok görülmektedir. Adamcağız ba­şının, kaşının ve bıyığının kıl adedini sayıp öğrenmekten acizdir. Acaba kaşı­nın birinin kaç adet kılı vardır onu sayıp ortaya koyamaz. Kendisini en doğ­ru ve en iyi şekilde teferrûatiyle bilemiyen zavallı, gidiyor, kendini ve her şe­yi yaratanı bilip anlamak için güya araştırıyor. Sorup inceleyor. Akıllı insan evvela kendin: öğrenir ve kendini bilmeye çalışır. Kendini bilincede Aüahı bilir.
Be hey zavallı! Eğer sen kendini iyi bilir ve öğrenirsen halikı zülceiâhn hakikat ve zâtına karşı nasıl bir bilgi gerektiğini anlarsın. İnsan nefsini bi­lirse, Rabbisini bilir. Şayet kendi nefsini bilmez ve bilmek için gayret sarf etmez ise, Rabbisini bilemez.
Bir âyeti kerimed eşöyle buyurulmuştur :
«Kurre-i arzda kâmil bsfgi sahipleri .için, nice âyetler (ilâhi kudrete delâ­let eden ve birliğini isbâtlayan nice alâmetler) vardır.»     Zâriyat sûresi, 20
Yer yüzünde cenabu hakkın yarattığı dağlara, denilzere, ağaçlara, ne­batatlara, madenlere”, hayvanlara ve daha sayılamıyacak kadar muhtelif isimler altında yaratılan varlıklara bakan ve idrak eden insan, Alîâha karşı isyan değil hakkı ile kulluk edemediğini ve edemiyeceğini itiraf eder. Daima hak ile meşgul olur.
Diğer bir âyeti kerime meâlide şöyledir :
«Kendi nefislerlnizdede (nice âyetler var. Bunları) görmüyormusunuz?» Zariyat sûresi, 21
Yukarda insan oğlunun bedeninin kıiını saymakdan aciz olduğunu mi-sallamıştık. Nefsine ve bütün yaratıklara bakan insan, halikı zülcelalın ne kadar mükemmel bir sânî ve ne kadar azametli bir kudrete, irâdeye sahip olduğunu anlar. Misal ve örneği görülmeden yarattığı varlıklar içerisinde sırf insan ve hayvanların âzâ ve organlarının gayet güzel ve mükemmel yaratılışına nazar edip düşünülürse, her âzâ ve organın normal şekilde ça­lışıp hiç birinin diğerinin işine engel olmayışı ve her âzânın gayet güzel şekilde yaratılıp oturtuluşu şâyani ibrettir.
Meselâ : Ağızdan yenen bir gıda, vuaudda ayrı ayrı yollara dağılıyor. Bir kısmı kan oluyor. Bir kısmı su, bir kısmı süt, bir kısmı et, bir kısmı yağ, bir kısmı sümük, bir kısmı idrar, bir kısmı büyük abdest olarak dışarıya çı­kıyor. Bu maddelerin bir birini batırmayişr ayrı ayrı yollarda cereyan edişi ve nihayet hayatın devamı en güzel şekilde oluşu, elbet düşünen insan için çok ve cok ibret alınacak ve hakkın huzurunda eğilmeyi gerektirecek hal
gayet açıktır. Yeterki cenabı hakkın lutfu keremine nail ofarak doğru yol görülmüş olsun.,
Cenabı hak bütün müslüman kardeşlerle bizleri hak ve hakikati gören, bilen ve anlamaya çalışan mutlu kimselerden kılsın. îmân edememiş basiret-sizleride hidâyete erişenlerden kılsın. Amin. [238]
 

Tercümesi :

 
77 – (15) Osman bin Ebil’AS (R.A) dedi : Dedim ki; Yâ Resûlellah! Şüphesiz şeytan benimle namazım ve kıraatim arasına giriyor, bana vesve­se veriyor.
— Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«İşte o, Hınzep denilen şeytandır. Binâen aleyh onu hissettinmi, ondan Allâha sığın ve sol tarafına üç sefer tükür.»[239]
— Osman bin Ebil AS : ben bunu işledim, Allâhü teâla onu benden def etti, diyor.» [240]
 

İzahat

 
Ravi Osman bin Ebil Ass (R.A) kimdir?
Hz. Osman bin ebil As (R.A.), sekafî kabilesine mensub genç yaşda müslüman olan bir sahabedir. Peygamberimize hicretin onuncu senesinde sekıf kabilesinin cemaatı ile gelib îman etmişti. Gelen cemaatın en genci idi. Kendisi o zaman ondokuz (19) yaşında idiler. Peygamberimiz efendimiz bu zatı Taife Vali tâyin etmişti. Resulü Ekrem efendimizin ahirete irtihaline kadar aynı vazifede devam ettiler. Hz. Ebû Bekrin hilafeti zamanında ve hatta Hz. Ömerin hilafeti zamanında da iki sene kadar aynı vazifede bu­lunmuştur.
Sonra Hz. Ömer bu zatı Tâifden azletti, Amman ve Bahreyne Vali tâ­yin etti* Basrada sakin oldu ve orada hicretin elli bir (51) inde vefat etmiş­tir.
Peygamberimizin ahirete irtihah ânında taifdeki Sekif kabilesi dinden çıkıp mürted olmaya azmettiklerinde, bu zat onları şu hitabesi ile uyardı :
«Ey Sekif cemaatı! İnsanların İslama girenlerinin en sonu oldunuz. Bi­naenaleyh insanların mürted olanlarının evveli olmayınız.»
Bu îkaz üzerine Sekif kabilesi irtidat edib dinden çıkmakdan çekindiler, dolayısiyle islamda devam ve sebat ettiler.
Pek çok sahabe ve tabiin bu zatdan hadîsi şerif rivayet etmişlerdir. Allah (c.c.) Hepsinden râzî olsun.
Yukardaki genç yaşda kemallı îmana sahib olan sahabenin haline dik­kat etmek lazımdır. Zira zatı muhtereme namaza ve kur’an okumaya teşeb­büs ettiğinde veya huzû ve huşu ile namaz kılmaya ve kur’an okumaya az­mettiğinde şeytan vesvese veriyor, namaz ve kıraati kur’an anında ona şek ve şüpheler ilka ediyor. Bu halden Peygamberimize yakınıyor.
Resulü ekrem (S.A.V) efendimizde onun Hınzep veya Hinzip ismincio bir Şeytan olduğunu, bu Şeytanın musallat olduğunu hissettiği zaman, he­men Allâha sığınıp sol tarafına üç sefer tükürmesini tavsiye buyuruyor. O sahabede «Ben Resûlüüahın dediğini yapdım, Allâhü teala o hâli benden giderdi.» diyor.
Şu halde hayatta yaşayan her müslüman, namazında, kur’an okuma anında ve her hangi bir ibâdet anında böyle vesveseye kapilırsa, eûzü bes­meleyi çekib âyetelkürsiyi ve emsali dua âyetlerini okumalı ve dua ederek sol tarafına üç sefer tükürmelidir. Bu şekli inanarak yaparsa, o sahabenin kurtulduğu gibi o halden kurtulur. [241]
 

Tercümesi :

 
78 – (16) Kasım bin Muhammed (R.A) den mervidir, bir adam ona (Kâ-sıma)sordu ve dedi : Şüphesiz ben namazımda vehimleniyorum ve bu hal bende çok oluyor.
Kasım bin Muhammed o adama dedi : Namazına devam et, zira bu hal sen namazdan ayrılıncaya kadar senden gitmez ve sen dersin : Nama­zım tamam olmadı.» [242]
 

İzahat

 
Râvî Kasım (R.A) kimdir?
Kasım bin Muhammed (R.A), Hz. Ebû Bekir essıddık (R.A) in oğlu vo abıınden Medîne-i münevvereli meşhur yedi fakıhden birisidir. Zamanının en fazılı ve kâmili idi.
Yahya ibni saîd hazretleri bunun hakkında şöyle demiştir : «Medinede kasım bin Muhammed-in üzerine tere ili edeceğimiz bir ki­şiye ben erişmedim.»
Pek çok sahabe ve tabiîn bu zattan hadis rivayet etmişlerdir. Hadis rivayet eden sahabelerden mesela, Hz. Aişe (R.A) ve Hz. Muâviye (R.A) da vardır.
Vefatı, hicretin yüz birinci senesinde yetmiş (70) yaşında vuku bul­muştur. Allah ondan razî olsun.
Bu zatın* yukarda kendisine namazında vuku bulan vesvese hakkında ki cümlelerine çok dikkat etmek lâzımdır. Zira namazdan çıkıncaya kader vesvesenin gitmeyeceğini ancak namaz kılan adamın o vesveseye itibar etmeyip namazının tamam olduğunu hükmetmesi gerektiğini beyan buyu­ruyor.
Şeytan, müminin îmanını çalamayınca namazını ifsad ettirmek için dı­şardan vehim ve vesveselere tevessül etmektedir. Ailâhü teâlayı unutup zikri ilâhiden, namazdan, abdesten uzak olan kişilere musallat oiur, hatta kalbe hortumunu sokar, kan damarlarında dolaşmaya çalışır. Ne zaman hak teâla anılırsa, o anda şeytan hortumunu çeker uzaklaşır. Fakat yinede ibâdet ve tâatı ifsad ettirmeye veya sekler içinde yapdırmaya çalışır. Bu hâ­lin oluşu bir bakıma îmanın kemâlma delâlet eder. Zira şeytanın gayesi ya îman veya amelin ifsadıdır. Bunları yapdıramaz ise, ibâdetin içinde iken dı­şardan vehim ve vesveseler vererek namazda sehiv veya sekler yapdırma­ya çalışır. En son ameli ve ibtilası budur.
Şeytanın Eşed zararlarından kurtulup hafifleri ile karşılaşan kişiye, dua ve hamdu sena ile şükretmesi lâzımdır. [243]
 

(3) Kadere İman   Bâbı Birinci Fasıl

Tercümesi;

 
79 – I) Abdulfah bin Amr (R.A) den mervidir, cdemiştir : Resûlulfah (S.A.V) buyurdu :
«Ailâhü teâla mahlûkâtın miktarlarını (kaderleri   ni), yeri ve gökleri ya­ratmazdan etli bin sene evvel yazdı {takdir etti.) «(Û anda) Allah m arşı su üzerinde idi.» [244]
 

İzahat

 
Burada evvela kader hakkında kısa bir malumat verdikten sonra hadîsi şerifin izah iner geçelim.
KADER : Luğatta, bir şeyin neticesi, aslı, mikd»ları, takdir olunan şey, kolay olan şey, dar, az olarak icra edilen şey gibi mancalara gelir.
Şeriatta Kader : Her mahlûkun kendisinde bulur-nması gerekecek iyilik, kötülük, menfeat ve mazarrat, mekan ve zamanla il® gili olacakların muhte­viyatı ve mükâfat ve cezadan îcab edecek şeylerin nee şekilde ve niçin teret-tüb edeceği keyfiyetlerin tahdit ve takdir edilmesidir?
KADER : Her hanki bir mukarreb melek-in ve hak tealâ tarafından gönderilen bir Peyğamber-in dahi muttalî olamadığı: ı Ailâhü tealanın sırla­rından bir sırdır. Kader hakkında enine boyuna müna 3kaşa yapmak caiz oia-maz ve akıl yolu ile bahsetmek de hiç doğru olmaz *. Allah muhafaza aklî yönden bahsetmeye veya anlamaya çalışmak iddiası   ı, insanı tehlikeye atar.
Kader hakkında nakliyata dayanarak anlamaya ^çalışmak en doğru yol­dur. Kadere îman hakkında ilmî tarif ve îzah şöyle b-oeyan edilmiştir :
İlim; iki kısımdır ve şöyledir :
Birincisi,   Halkda mevcut olan ilimdir. O da şemsrîat ilmidir.
İkincisi de, Halkda ilmi olmayıb gaib olan llimdir.-r. O da kader ilmidir. O kader ilmini halikı zülcelal yaratıklarından saklamış^, muttalî kılmamış ve hakîkatına muttalî olmak için uğraşmaktanda nehye-atmiştir.
Halk tarafından öğrenilebüen mevcud ilmiki, şer^rîat ilmini inkâr etmek, küfürdür. Halk tarafından bilinme imkanı olmayan vese ğaib olan ilmi ki, ka­dere muttali olmak iddiası da küfürdür. Zira kader il; ilmini Allahdan başka kimse bilemez. Bilirim iddiası ve hatta bilmek için ioîddiada bulunmak, ilah iddiasında bulunmak olduğundan seksiz ve şüphesiniz küfür olur.
Kader hakkında, aslı malum, vasfı meçhul olaraMak bilip inanmaKtir. As­lının esasının varlığına inanıp ne şekilde ve nasıl oîdu*sjğu hakkında bilme im­kanı olmadığına inanmak en doğru yoldur. Kadere îmonan elbet farz ve lazım­dır. Ona îman ise şöyledir :
«Allâhü teâla bütün kullarının işlerini hayır olsun şer olsun yaratıcısı olduğuna, Levhi mahfuzda yazdığına aynı zamanda levhi mahfuza yazması bütün mahiukatı yaratmazdan evvel olduğuna ancak su ile arşı âlânın on­lardan evvel yaratıldığına, her şeyi ilâhi kaza, kader, irâde ve meşiyeti ilâhî ile olduğuna inanmaktır. Ancak îman ve itaat cinsinden olan hayırları sev­mesi, rıza ve mehabbeti ile olup onları mükâfatlandırmasıda rızası iledir. Kü­für ve mâsiyete ve bunların ıkab ve cezasına rızası olmadan yaratır.
Kader hakkında inanmak, îman esasındandır, Allâhü teaia mahlukatı iki fırka yaratmıştır. Bir fırkasrnı fazlu keremi ile cennet için yaratmıştır. Diğer bir kısmını da adlı ilâhisinin tecellisi için cehennemlik yaratmıştır.
Hz. Ali (R.A) a bir adam sordu : Bana kaderden hpber ver!
Hz. Ali (R.A) dediki :
«O karanlık bir yoldur. O yola sülük etme.»
O adam tekrar sordu.
Hz. Ali (R.A) yine dedi: «Derin bir denizdir. Aman içine dalma.»
O adam suali tekrarladı.
Bunun üzerine Hz. AH (R.A.) şu cevabını buyurdu : «Kader, Allâhın sırrıdır. Onu senden gizlemiştir. Dikkatli ol, o   kader hakkında teftiş edip araştırma yoluna kat’iyyen gitme.»
Kader hakkında bir nebze îzahat, yukarda iki nolu îman hadîsinin al­tında geçmiştir.
Yukardaki Hadîsi şerifde de bütün malılukat ve mahlukatın kaderleri ile ilgili tecelliyatın yer gök yaratılmazdan elli bin sene evvel takdir edilib levhi mahfuza yazıldığını beyan etmektedir. Hadîsi nebevide beyan edildiği üze­re, her şeyden evvel arşı âla ile suyun yaratılmış olduğu anlaşılmaktadır. Zira yer gök yarattlmazdan ellibin sene evvel mukaddarratın takdir edildiği ve o takdir zamanında arşi âlânın su üzerinde olduğu beyan buyurulmuş-tur. Bu duruma göre arşı âla ve su yerden gökten ve onlardan yaratılan ve haklarında takdir edilib yazılanlardan evvel olduğu açıkça beyan edilmiştir. Ancak muhtelif kitablarda nakledilen bilgi ve hükümlere göre, iik defa resûlüllahın nurunun, ondan sonra kalemin yaratıldığıda rivayet edilen ha­disi nebevilerden anlaşılmaktadır.     *
Levhi mahfuzdaki yazılanlar katî değil vasfîdir. İnsanların irâdesine bağ­lı olmak kaydı ile yazılmıştır. İnsanlar, hanki tarafı tercih ederlerse, o İşlenen şekli ile kesinlesin Ömrün kısalması ve uzalması meseleside bu hususlara bağlı şekilde yazılmıştır.
Levhi Mahfuz ve yazılanlar hakkında gerekli malumat, akâid kitabla-rında mevcuttur. Bilhassa imamı azamın fıkhulekber adlı eserinde beyan edilmiştir. Ayrıca hemen ilerde gelecek hadîsi şeriflerde açıklayıcı bilgiler gelecektir. [245]
 

Tercümesi:

 
80 – (2) İbnİ Ömer (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Her şey (Allâhın) kader,! iledir. Hatta âcizlikve akıllılık (veya arzu edi lene kavuşmak, bir şeyi neşe ile yapamamak veya zevkle ibâdet ve itaatta bulunmak) da kaderle (takdiri ilâhî ile) dir.» Müslim, (keza A hm e d bin han-belde de mezkûrdur.) [246]
 

Tercümesi:

 
81 – (3) Ebû Hu rey re (R.A) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (SAV) buyurdu
«Âdemle Musa (AS) Rabbilerinin huzurunda delil getirdi (!er), ve Âdem (A.SJ Musa (A.S) a ğâiib geldi.
— Mûsâ (A.S) dedi : Sen, Allâhü teâlâmn yedi kudreti İle yarattığı Ademsin, sana ruhundan üfürdü, Meleklerini sana secde ettirdi, seni Cen­netinde sakin kıldı, sonra hatan sebebi ile insanları yere indirdin değilmi?
~- Âdem (A.S) dedi : Sen, Allâhü teâlâmn risâlet ve kelâmı ile temiz­lediği (taltif ettiği) Musa sın, sana kendisinde her şeyi beyan eden levhayı
verdi. Seni pak olarak kendine yaklaştırdı, işte bu sebeble ben yaratamaz­dan evvel Allâhü teâlânin tevrâtı yazdığı zaman ne kadar idi?
— Musa (A.S) dedi : Kırk sene (idi.)
— Âdem (A.S) dedi : Tevratta «Âdem Rabbisİne isyan etti ve isyanla doğru yo! d an çıktı» (Ta ha sûresi, 121) âyeti buldunmu?
— Musa (A.S) evet dedi.
— Âdem (A.S) dedi : «Ben yaratılmazdan kırk sene evvel benim işle­mem bana Allâhü teâla tarafından takdir edilen ameli işlediğimden dolayı beni kötülermis-in?»
— Resûlullch (S.A.V) buyurdu :[247]
«Âdem, Musa ya gâlib geldi.» [248]
 

İzahat

 
Hadîsi şerifde beyan edilen huccetleşme meselesinin îzah şeklini şöy­le beyan etmişlerdir: Adem (A.S) ile Musa (A.S) arasında gecen huccetleş­me, Hz. Adem le Hz. Musa’nın rûhan temessüi edib gaib âleminde karşılaş­mışlardır. Cenabu hak.onları ruhlarıyle karşılaştırmak suretiyle birbirleriyle delil ve izahlarda bulunmuşlardır.
Veya her ikisini cismânî olarak karşılaştırmıştır ki, şöyledir : Hz. Mu­sa’nın zamanında Hz. Adem-i cismen tekrar diriltmiştîr. Bu suretle her ikisi karşılıklı hüccet ve delil ile birbirlerini yukarda geçtiği üzere takdir ve ten-kidlerde bulunmuşlardır.
Veya her ikisini tekrar diriltib huzuru ilâhîsinde cismâni bir hayatla karşılaşmışlardır. İşte o andada karşılıklı münazara ve hucceîleşmeyi yap­mışlardır. Nitekim Mîrac gecesinde Resulü ekrem efendimiz bütün Peygam­berlerle İçtimâ ettiğini ve hatta onlara imamlıkda bulunduğunu beyan bu­yurmuştur. Bu husus, akâid kitablarında dahi yazılıdır.
Hz, Adem le Hz. Musa’nın aralarında geçen muhaverelerinin hükümle­ri, kurbanı kerimde geçmektedir.
Ve nihayet aralarında geçen mes’eleninde bir kaderi İİâhinin tecellisi olduğu beyan edilmiştir. [249]
 

Tercümesi:

 
82 – (4) Ibrsi Mes’ud (R.A) den rivayet edilmiştir, demiştir : Sâdık ve masduk olan Resûlullah (S.A.V) bize söyledi : «Mutlak surette sizin birinizin yaratılması, annesinin karnında kırk gün nutfe (meni) olarak cem olunur. Ondan sonra o kadar (kırk gün kadar) za­manda pıhtılaşmış kan olarak durur. Ondan sonra o kadar zamanda   et parçası olarak bulunur. Ondan sonra Allâhü teâla dört kelime ile bir me­lek gönderir;
— (O melek, rahimdeki çocuğun) amelini, ecelini, rızgını ve şaki veya said olacağını yazar, sonra ruh üfürür.
— Binâen aleyh ondan (Alİâhdan) başka ilâh olmayan (Allah) a ye­min ederim ki, Muhakkak sizin biriniz Cennet ehlinin   amelini İşler hatta onunla Cennet arasında bir zira (altı yedi tutam) kalır. Fakat sonra onun aleyhine tecelli eden takdir (kötü amel) sebebiyle döner ve   Cehennem amelini işler ve Cehenneme girer.[250]
— Ve yine sizin biriniz Cehennem ehlinin amelini işler, takı     onunla Cehennem arasında bir zira’ (altı yedi tutam) kalır. Hemen kitab, aleyhine sepkat eder ve Cennet ehlinin amelini işler. Bununiada Cennete girer.» [251]
 

İzahat

 
Yukardaki Hadîsi nebevide belirtilen kırkar gün hakkında bâzı büyük­ler şöyle demişler: Çocuğun kırk gün meni, kırk gün pıhtı kan ve kırk gün­de et parçası hâlinde durması, Adem aleyhisselâmın yaratılışı ânında balçık hâlinde kırk gün durmasına muvafakatmdandır. Yahut Musa aleyhis-selârnın kırk gün mîkâtta bulunmasına muvafakat gibi kırklarda hayır olma­sındandır.
Hadîsi şerifde belirtildiği üzere daha çocuk ana rahminde mükemmel şeklini alır almaz bir melek geliyor. Çocuğun hakkında dört şeyi derhal ya­zıyor çocuğun amelini, ecelini, rızkını ve şakî (azgın) veya said (düzgün, iyi) olacağı hususları yazıyor. Ondan sonrada cisim yapısı tamamlanmış olan çocuğa ruhu üfürüyor. O çocukda canlı bir varlık olarak hayata devam ediyor.
Hadîsi şerifin son cümlesinde de esas hayatın son zamanının muteber ve makbul olduğu beyan ediliyor. îtibcr son nefese bağlıdır. Onun için mü­min ilk günlerinde her ne kadar iyi amel ve hayırda bulunsada son zaman­da o hayırları yıkıp îmanını terk edebilirde.
Keza bir kişide pek çok kötülükleri bir zaman işler, bir de bakarsın o kötülükleri terk eder. Gayet iyi ameller işler ve o şekilde kâmil bir iman ve
Bu sebebden her mümin, dâima hakka sığınıp onun rahmetini umup azabından korkarak yaşamalıdır. İşte böyle kişiler mutluluğa nail olurlar. iyi amelleri ile âhirete gider seâdete nail olabilir. [252]

Tercümesi;

 
83 – (5) Seni bin şad (R.A) den mervidir, demiştir:
Resülullah (S.A.V) buyurdu :
«Muhakkak bir kul, Cehennem ehlinin amelini işler ve fakat o kul {bu­nunla beraber yine) Cennet ehlindendir.[253]
— Ve yine bir kul, Cennet ehlinin amelini işler fakat o kul, Cehennem ehlindendir. Zira ameller ancak ve ancak son hatimelere (nefeslerin son çı­kışlarına) bağlıdır.»     [254]
 

İzahat

 
Ravî sehl bin sâd (R.A) kimdir?
Hz. Sehl bin sâd (R.A) medine-i münevvereli ensârı kiramdandır. Ebul Abbas künyesi ile künyeîenmiştir.
Bu zatın ^smi, daha evvel «Huzn» idi. Resûiüilah (S.A.V) efendimiz bu­nun ismini «Sehl» olarak değiştirip isimlendirdi. Hz. Shel onbeş (15) yaşın­da iken Re~û!üiiah sallallahü aleyhi vesellem efendimiz âhirete irtihal etmiş­tir,   –
H2. Sehl i’R.A) hicretin dpksan bir (91) inci senesinde medine-i münev-verede vefat etmiştir. Medme-i münevverede vefat eden sahabenin en so­nuncusudur. Allah ondan razı olsun.
YukaraaKi hadisi şerifde beyan edilen hükmün hulâsa ve esası şudur :
Bir mümin ömrünün ilk zamanlarında cehennem ehlinin kötü amellerini işlerken tevbe istiğfar ederek itikat ve amelini düzeltir. Bu iyi haldede hak­kın rahmetine kavuşur. Son nefesinde îman ve iyi amelle öldüğü içinde cennet ehünden oiur.
Diğer bir kişide ilk zamanlarda cennet ehlinin ameli ile meşkul olur. Fakat sonraları akide ve amelini bozarak cehennem adamlarının kötü amel leri ile meşku! olur. Bu kötü amelleri işlediği halde ikende veiat eder. Vefat etîigi hai üzerede cezalandırıhrkı, cehennem ehlinin ameli üzere öldüğü gi­bi, cehennemi boylar. Zira İtibar, son nefesde âhirete gidişe göredir.
Son nefeslerinde cehennem ehlinin ameli ile ölenler, Cehennemi boy­larlar. Şayet son nefeslerinde cennet ehlinin amelleri ile ölürlerse, cennete dâhil olurlar.
Bu hadisi şerifin daha geniş açıklamalı izahı, yukarda birinci hadisi şerifin izah bölümünde geçmiştir. [255]
 

Tercümesi;

 
84 – (6) Aişe (R.A) den mervidir, demiştir :
ResûîuÜch (S.A-.V) Ensardan bir çocuğun cenazesine çağrıldığı zaman ben dedim K . Yo Rasüieüâh! ne mutiü bu çocuğa, Cennet kuşlarsndan bir kuşdur. Hiç bir kötülük işleme çağmada yetişmedi.
— Hemen Rasûluüah (S.A.Vı buyurdu :
— Bu.sözünden (ve itiküdfrıdan) başka sözün varmı? Ey ÂîşeJ Şüphe­siz Aiiâhü teâiâ Cennet için bir ehil halk etmiştir ve onların (Cennet adam­larının) Cennet İçin yaratılmaları onlar babalarının sulbierinde jkendir.[256]
— Ve Cehennem içinde ehil yaratmıştır ve onları (Cehennem adam­larını) – Cehennem için yaratması ise onlar (Cehennem adamları) babala­rının suiblerinde ikendir.» [257]
 

İzahat

 
Râvi Hz. Aişe (R.A) kimdir?
Hz. Aişe (R.A), Hz. Ebu Bekir (R.A) tn kızıdır. Annesi Ümmü Rumman-dır.
Peygamber (S.A.V) efendimiz, nübüvvetinin onuncu senesi mekke-i mükerremede Hz. Aişe ile Şevval ayında hicretten üç sene evvel nişanlanıp nikahlandılar. Fakat izdivaç muamelesi olan zifafa girmeleri, hicretin ikinci senesi şevval ayında vuku bulmuştur. Hz. Aişe zifafa girme zamanında dokuz yaşlarında idi.
Hemen yukardaki izdivacın oluş zamanı ile yaş hadleri hakkında bir kaç cümleyi hatırlatacağım.
Evvela Resûlüllah (S.A.V) efendimiz hem nişan ve nikâhını ramazan ayından sonra gelen şevval aynıda yapıyor ve hem zifafa girmeside şev­val ayında oluyor.
Günümüzde bazı kimseler, «iki bayram orasında nişan, nikah ve zifaf oyjndan sonra gelen Şevval ayında yapıyor ve hem zifafa girmeside şev­ler
Bilindiği üzre Hz. Peygamberimiz efendimiz, validemiz Hz. Aişe ile ni­şanı, nikahı ve zifafı iki bayram arasında oluyor. Öyle ise, iki bayram arası, nişan, nikah, öügün ve zifaf olur. Caizdir. Olmaz diyenler, hakikati bilme­yen câhil, yada hurafeci kişilerdir.
Diğer bir hususda 40-50 yaşlarındaki erkeklerden birinin 18-20 veya 25-30 yaşlarındaki bir kız ile evlenenleri, ayıplayan, hoş karşılamayanlar olu­yor. Bu görüş ve düşüncede sakat ve kötüdür.
Bilindiği üzere Resulü Ekrem efendimiz, 54 yaşında, Hz. Aişe validemiz­de dokuz (9) yaşında iken izdivaç buyurdular. Peygamberimizin amel ettiği şeyi veya onun ameline yakın olanını ayıplamak Peygamberimizi ayıpla­mak olur. Ancak kendisine her yönden güvenemiyenler, mazerete binâen uzak olurlar.
Peygamber efendimiz, Hz. Aişe ile dokuz sene aile hayatında bulundu­lar. Hz. Aişe on sekiz (18) yaşlarında iken, Resulü Ekrem efendimiz âhirete teşrif buyurmuşlardı.
Peygamberimiz bakire olarak aldığı hanımı bir tek kişidir. O da Hz. Aişe validemizdir. Peygamber efendimizin Hz. Aişeden çocuğu olmamıştır,
Hz. Aişe (R.A), fakıh, âlim, fazıl, fasih ve pek çok hadis rivayet eden sahabelerden idi. Arapların âdet ve günlerine ve şiirlerinin çeşidlerinede
vâkıf idi. Kendisinden pek çok sahabe ve tabiîn hadisi şerif rivayet etmiş­lerdir.
Hz. Aişe (RA) hicretin elli yedi (57) inci senesinde ramazan ayının on yedi (17) s!nde saiı günü Medine-i münevverede vefat etmiştir. Cenaze na­mazını Ebî Hureyre (R.A) kıldırmıştir ve cenazesi, Cennetül Bakıa defnolun-muştur. Kendisinin oraya defnedilmesini daha evvel emretmiştir.
Rivayet ettiği hadisi şerif, bin ikiyüz on (1210) adettir. Allahü teâla on­dan razı olsun. Amin. [258]
 

Tercümesi:

 
85 – (7) Ali (R.A) den mervidir, demiştir : Resûlüllah {S.A.V) buyurdu ki:
«Sizden her birinizin bir mâk’adı Cehennemde ve bir mak’adı (oturmu mahalli ve varacağı yer) Cennette oimak suretiyle yazılmıştır.»
— Ashabı kiram dediler : Yâ Resûlellah! Öyle ise biz kitabımız (mu­kadderatımız) üzerine dayanmıyacak ve ameli terk etmiyecekmiyiz?
— Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«Amel ediniz, zira her ferd, halk olunduğu şey için müyesser kılınır.
— Şu halde b,ir kimse, seâdet (Cennet) ehlinden olursa, önada şakâ-adet amefj! kolay kılınır.
— Şayet bir kimse, şakâvet (cehennem) ehlinden olursa, önada şakâ-vet ameli kolay kılınır.
— Bundan sonra (Resûlüllah şu âyeti) okudu :
«(Bundan sonra) kim verir (Aliâhın hakkını öder) mâsiyetten sakınır ve en güzelide tasdik ederse, bizde onu en kolaya hazırlarız.
— Ama kim, cimrilik eder ve kendisini müsteğnî görür ve o (kimse) en güze!,’ yalanlarsa bizde ona en güç (ve kötü) olanı kolaylaştırırız (onu işle­tiriz),» (Leyi sûresi, 5-10) [259]
[1] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 5-6.
[2] İmamı Bağavî hakkında gerekli malumat, eserin mukaddime kısmında gelecektir.
[3] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 7-10.
[4] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/11-12.
[5] Müslim
[6] Tirmizi
[7] Tirmizi
[8] Muvattâ
[9] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/12-13.
[10] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 13- 14.
[11] Receb efendi, C. 3, S. 369
[12] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 15-22.
[13] İmamı Beğâvî, dört bin dört yüz otuzdört (4434) Hadisi şerif’ ihtK/â eden «Kitabül mesabih» adlı eserin yazarı; müfessir, muhaddis, fakih, ilmi kıraata âlim, âbid, zahid ve bütün ulemâ ve selefi şalinin tarafından takdir edilen ilmi ile âmil bir zad idi. İlk zamanlarında katıksız kuru ekmek yerdi. Sonra ihtiyanlğı zamanında ekmeğe katık olarak ya zeytin veya kuru üzüm yemiştir.
İmamı begâvîden hafız Musa elmedînî ve Avarİfül meârif sahibi İmamı suhreverdi gibi zadlar ilim tahsil ederek kemale erişmişlerdir.
Diğer meşhur eserlerinden bazıları şunlardır Hadis hakkında «Şerhis sünne», Fıkıhdan «Kitabüttehzip» ve tefsirden «Meali müttenzil»
Vefatı, hicri beşyüz on altı (516) tarihinde olmuştur ve üstadı Kâdi Hüseyin (R.A.) yanına defnolunmuştur. Rahimehullahü aleyh.
[14] İmamı buhari nâmı ile mâruf, hadis kitaplarında «Şeyh» denince ilk isim ve maksat bu olduğu bilinen «Sahihayn» denilen cümlelerde de bu­hari ve müslim kitapları yine müsellemdir.
Hadisi şerifi hıfzeden bir kişi onun zamanında görülmemiş, on yaşın­da hadisi şerif hıfzına başlamış, Allahın kitabı Kur’anı kerimin ve hadisi şeriflerin manalarını gayet iyi anlayan zamanın en zeki, fakih, zühüt de ke­mâle erişmiş, gayet mütteki, hadis yollarının en ince yönlerine vakıf, ictihad ve istimbatı kuvvetli ve duası müstecap bir zat idi. Her gün iki veya üç ba­dem yediği beyan olunarak zühtü ve ilme çalışması yazılmaktadır.
İmamı buhari, maverain nehirde «Buhara» nami ile anılan bir beldede yüz doksan dört (194) hicri tarihinde dünyaya teşrif etmiştir. Küçük yaşta ilim erbabı üstadlardan tahsili ilme başlamış ve hadisi şerifin tahsili.ve teb-yini için bin kadar hadis âlimi muhaddislerden talim etmiştir. Soy itibarı ile türktür.
Pek çok telifatı vardır. Hadis ilmini ve hadisi şeriflerin sağlam ve sıh­hatli senetlerle kitap telif eden en imtiyazlı alimlerdendir. Telif ettiği kitap­lardan en meşhuru, Buhari ismi ile anılan «El camiüssahih» adlı eseridir. Mükerrerler ile dokuzbin seksen iki (9082} Hadisi şerifi camidir. Bütün ule­ma ve muhaddislerin en çok îtimad ettikleri ve Kur’andan sonra şer’i dei;l ve kaynağın birincisi kabul ettikleri yegâne hadis kitabıdır.
Binlerce muhaddisin hadis ilmini ve hadisi şeriflerin tâlimini yaptığı âlim, kamil, mudakkik ve muhaddis İmamı Buhari, ikiyüz eili altı (256) hic­ride vefat etmiştir. Allahüteâla Rahmeti ilâhisini ihsan buyursun ve âh’ret-te şefaatini cümlemize nasip etsin. AMİN.
[15] lmamî müslim, İmamı Buharinin talebesi, itimad edilen hadis hafı­zı, büyük musannif ve fıkıh âlimidir. Kuşeyr kabilesine mensup iki yüz dört (204) hicri senesinde Neysâburda dünyaya gelmiştir. Sülâle ve asalet iti­bârı ile bir türk soyundandır.
Hadis talimi ve hıfzı için çok yerlere nakli mekan etmiş, diyar diyar gezmiştir. En çok gittiği yerler, Irak, hicaz ve Mısırdır. Bağdata seferi ise, sayılmayacak kadar çok-olmuştur.
imamı müslimin pek çok telKatı vardır. Bunlardan en meşhuru, Buhaıi şerifden sonra «Müslim» Namı ile anılan «El Camiüssahih» dir. Mükerrer hadisin zikrinin azlığı ve tertibinin güzelliği ile imtiyazlıdır. Kur’andan son­ra şer’i kaynakların ikincisi sayılmaktadır. İmamı Müslim, 261 hicride vefat etmiştir. Allahüteâla rahmeti ilahisini lütfedip ahirette şefaatına nail bu­yursun, AMİN.
[16] İmamı Malik mezheb sahibi, Büyük fakih, müetehidi mutlak, Medî-ne-i münevvere Alimi, Medine-i Münevverenin muhaddisi, mudakkik, müt-
teki, telif ve tasnifde Buhari ve müslîmden evvel olan tabiin veya tebe-i ta­biinden fazilet sahibi bir âlimdir, 93 – Veya 103 Hicride Medine-i Münevve-rede dünyaya gelmiştir. Ve 179 Hicride vefat etmiştir. Kabri şerifi Cennetül bakîdedir. Meşhur olan kabri şerifini hamdü senalar olsun ziyareti aciza-nem olmuştur.
İmamı malik radiyaliahü anh, dininde salabetli, hıfzı kuvvetii ve fetva hususunda çok hassas idi. Bir hadisi şerif nakledeceğinde, abdest alır ve­ya güsl eder özel minderine oturur, sakalını tarar güzel kokuyu sürünür on­dan sonra hadisi nebevi okur ve fetva verir, talebe-i ulûme okuturdu, rah-metüliahi aleyh.
[17] İmamı şâfi-i İmamı Malik hazretlerinin talebesi ve İmamı Azamın talebesi imamı muhammed hazretlerininde talebesidir. İmamı azam radiyal-lahü anhın vefatı yılı olan 150 hicride ğazzede dünyaya gelmiştir. İki ya­şında Mekke-i Mükerremeye nakledilmiştir. Annesinin yanında yetim ola­rak yetişmiş çok zaman ilim talimi için muaiim ücreti bulamazdı. Bu sebebe den ilim talimi sıkıntılı olmuştur.
İmamı şâfi-i merhum çok zeki hafızası kuvvetli, şair, fasih ve beliğ bir zat idi. Lugatta, fıkıh ve hadisde îmam idi. Usûlü fıkhı ilk yazan âlimdir.
İmamı şâfi-i merhumun pek çok eserleri vardır. Bunların en meşhuru yedi cilt halinde olan «Ef’üm» dür.
İmamı şafi-i hazretlerinin kıymetli sözleri vardır. Cümleden bir tanesi şudur :
«Eğer â!iim’er evliya olmazlarsa, Aflah için veli yoktur. Zira Allahüte-â!a cahil kimseyi velî (dost) edinmez.» Mirkat C 1,20
İmamı şâfi-i merhum. Recebi şerifin son perşembe veya cuma gecesi akşam namazını eda ederken 204 hicride vefat etmiştir. Kabri şerifi Mısır­dadır. Rahmetüllahi aleyh.
[18] İmamı Ahmet bin hanbei Radiyallahüteâla anh, 164 hicride bağ-datda dünyaya gelmiş, orada ilme çalışmaya koyulmuş ve sonra imamı şâfi-i hazretlerinden ilim tahsil etmiştir. Böylece ilim tahsili için, Mekke-i Mükerremeye, Küfe ve Basraya, Medine-i Münevvereye, Yemene, şama ve ceziretül araba nakli mekan etmiş oralarda bulunan büyük âlim, fâkih, mu-haddis ve müdekkik meşâyihi kiram ve ulemayı uzamdan fıkıh, hadis ve il­mi kelam dersleri ile tefsir ve edep ilmi gibi Şer’i ilimleri tâlim etmiştir.
Abbasi halifelerinden Mûtesim zamanında Kur’anı kerimin Mahluk ol­madığını beyan edip direnmekle halife bu büyük âlimi bazı tahrikçi ve fe­satçıların telkini ile zindana atmış ve yirmi sekiz (28) ay kadar bir zaman
zindanda kalmıştı. Sonra halife mütevekkil onun kadri kıymetini takdir et­miş ikram ve izzette bulunmuştu.
Fakıh, müctehidi mutlak, muhaddis, zahid, müttekî ve abid olan bu bü­yük âlimin telifatı kesiresi vardır. En meşhuru ise, «Elmüsned» isimli hadis kitabıdır. Vefatı ikiyüz kırk bir (241) hicride bağdatda vuku bulmuştur. Rah­metüllahi aleyh.
[19] İmamı Tirmizi Rahimehullah, ceyhun nehri tarafında «tirmizi» isimli bir şehirde 200. hicride dünyaya gelmiştir. İlmi ile âlim, âmil, itimada layık muhaddis, hadis hafızı, zahid ve mütteki bir zat idi. Pek çok teiifatı vardır. En meşhurları, «Süneni tirmizi» ismi ile anılır. «El cami» adlı eseri ile pey­gamberimizin şemailini beyan eden «Şemaili Tirmizî» dir. Doğduğu yer olan Tirmizde 279 hicride vefat etmiştir. Cenabı hak Rahmeti dahisine gark eylesin. AMİN.
[20] Muhaddis ve sünen sahiblerinden İmamı Ebû davud Radiyaliahü anh, horasan diyarında Sicistan isimli 202 hicride doğmuş, İmamı buhari ve İmamı Ahmet bin Hanbei gibi Büyük muhaddislerden ilim tahsil etmiş ve ezberlemiştir. Defalarca Bağdata gidip hadis tahsil edip hıfzetmiş ve Bas­raya sakin olup orada tedrisadda bulunmuştur.
İmamı Ebû Davud Hazretlerinin telifatı kesîrası vardır. En meşhuru, beşbin kadar hadisi şerifi muhtevi «Sünen-i Ebi Davud» isimli eseridir. Bu eseri İmamı Ahmet Bin hambele ar zettiğinde takdir ve tebrik edilmiştir. 275 Hicride Basra da vefat etmiştir. Allâhüteâla Rahmetini ihsan buyursun. Amin.
[21] İmamı Nesâ-i Radiyaliahü teala anh, Horasanda «Nesâ» ismi ile müsemma olan karyede 215 hicri senesinde doğmuştur. Asrının   hadis imamlarından tahsil etmiş, Horasan, Hicaz, Irak, Mısır ve Şam âlimlerin­den talimi ilim yapmış hadis hafızı, müdekkik ve zahid bilginlerden idi.
Pek çok telifatı vardı. En meşhuru «Essünen» dir. Sonra bu süneni ih­tisar etmiş «elmüctebâ mines sünen» ismini vermiştir. 303 tarihinde Mek-ke-i Mükerremede vefat etmiştir. Rahmetüllahı Aleyh.
[22] İbni mâce, 209 hicri tarihinde kazvinde doğmuş, sonra ilim tahsili için bağdat, basra, şam, Mısır, hicaz ve rey şehrine gitmiş oraların âlim ve muhaddislerinden hadis tahsil etmiştir.
Kütübü Sitteden sayılan «Sünen-i İbni mâce» gibi pek çok eseri olan bu muhaddis ve büyük âlim, 273 tarihinde vefat etmiştir. Rahmetüllahi Aleyh.
[23] Muhaddis ve hadis imamlarındarHDiricie İmamı darimi Rahimahuf-lah, 181 hicride doğmuş hadis ilmini ve hadisi şerifi tahsil için hicaza, şa­ma. Mısıra, Iraka ve Horasana gitmiştir.
Akıllı, zeki, müfessir, fakih ve yüksek ahlâka sahib olan bu zatında telifatı çoktur. En meşhuru «El camiussahih» ve «Essünen» isimli eseridir. 255 tarihinde vefat etmiştir. Allah ondan razî olsun.
[24] İmamı Dâre kutnî, hadisde asrının âlimi ve kıraat ilmi hakkında ilk kitap tasnif eden ve pek büyük âlimler yetiştiren bir fazılı muhteremdir. Şâfiiyyül mezhebdir.
Bağdatın bir mahallesi olan dare kudnda 306 sene-i hicride doğmuş­tur. İlim tahsili için mısıra gitmiştir. Sonra Bağdata tekrar dönen imamı Dâ­re kudni, 385 tarihinde Bağdaîta vefat etmiştir. Telifatının en meşhuru, «Essünen» dir. Allah ondan râzi olsun.
[25] İmamı Beyhakî Rahimehullah, hadis imami”rındandır. Neysabur yakınlarında «Bey hak» isimli beldede 384 tarihinde doğmuş, ilim tahsili için Bağdat’a, Küfeye, Mekke-i Mükerremeye ve diğer memleketlere git­miştir.
Muhaddis, fakih, mütteki ve usul ilminin âlimi olan imamı Beyhakının pek cok telifatı vardır. En meşhurları, «Essünenül kebir» «Marifetüs süneni vel âsâr», «Kitabül bâsi vennüşür», «Kitabü şuabil İman» ve «Kitabü fezâ-ilüssahâbe» dir. 258 senesinde Neysaburda vefat etmiştir. Allah ondan ra­zî olsun.
[26] Hadis İmamlarından biride İmamı Abderî Rahimehullahdır. Kütübü siddeden toplanmış «Ettecridü lissıhahissitte» isimli eser sahibi bu büyük âlim, uzun zaman Mekke-i Mükerremede mücaveret etmiş ve orada 535 tari­hinde vefat etmiştir. Allah ondan râzî otsun.
[27] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 25-32.
[28] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/   32.
[29] Mirkatüîmefatih, C. I, 34
[30] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/32-34.
[31] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 34-40.
[32] Mişkât şerhi Mirkat, c. 1-36
[33] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/40.
[34] Müslim
[35] İbni Mâce
[36] Nesaî, İbni mâce
[37] Buhâri, Müslim
[38] Ahmeî ibini Hanbel ve tirmizi, Akkirmâni, 22
[39] Hadisi Erbeîin şerhi Akkirmânî
[40] Buhârî, Müslim
[41] Buhâri, Müslim
[42] Beyhakî
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/40-47.
[43] Eşbah Vennezâir, 7
[44] Merâkılfefah Tahtâvîsi, 117
[45] Mültekâ ve şerhi Dâmad, 85
[46] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 48-53.
[47] Müslim
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 55-56.
[48] Mirkat, C. 1, 51
[49] Kenarlı berika, 280
[50] Feyzulkadir, C. 2, 536
[51] Receb efendi, c. 1, 237
[52] Recep efendi, c. 1, 237
[53] Berîka, C. 1-98
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 56-78.
[54] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/ 79.
[55] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/79-80.
[56] Buhari, Müslim
[57] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/81.
[58] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/81-82.
[59] Buhâri, Müslim
[60] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/83.
[61] (Mârkatülmefâtih, C. I, 62)
[62] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/83-87.
[63] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/87.
[64] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/87-89.
[65] Buhârl, Müslim
[66] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/89-90.
[67] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/90-91.
[68] Buhâri, müsiim(Ayracı Ahmet bin hanbel, Tirmizî ve Nesaînin süneninde zikredilmiş­tir.)
[69] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/92.
[70] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/92-94.
[71] Müslim (Keza Ahmed bin hanbel, tirmizî ve deylemîde tahriç etmişlerdir.)
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/94.
[72] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/94-95.
[73] Müslim
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/95.
[74] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/96.
[75] Buhâri, Müslim(Çeşitli lafız değişikliği ile Tirmizî, Nesâî, ibni mâce ve Ahraed tahric etmişlerdir.)
[76] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/97.
[77] Elhakâik, C. 1,143
[78] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/97-99.
[79] Buhâri, MüsLim
[80] (Hadîsi şerif, Nesâî ve ibni Mâcenin sünenlerinde ve Tabarânî filevsatda’ vardır.)
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/100.
[81] Buhâri
[82] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/100-101.
[83] Buharı(Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî de bu mânada hadîsi şerif zikretmişler­dir)
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/102.
[84] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/102.
[85] Buhârî, Müslim
[86] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/103.
[87] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/103-1014.
[88] Müslim (Nesâî, İbni Mâce ve Tirmizîde sünenlerinde zikretmişlerdir. Ve Tirmizî, hasen hadis, demiştir.)
[89] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/104.
[90] Mirkatül mefatih, 73
[91] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/104-106.
[92] Buhâri, Müslim(Ebû Dâvud ve Nesâîde sünenlerinde zikretmişlerdir.)
[93] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/107-108.
[94] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/108.
[95] Buhâri, Müslim.
[96] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/109-110.
[97] Keza mirkatül mefatih, 77
[98] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/110-112.
[99] Buhâri, Müslim
[100] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/113.
[101] Ahmet Bin Hanbel
[102] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/113-118.
[103] Buhâri, Müslim
[104] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/118-119.
[105] Tirmizi
[106] Müslim, ibni mâce
[107] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/119-121.
[108] Buhâri
[109] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/122.
[110] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/122-123.
[111] Buhâri,   Müs!;m
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/123.
[112] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/124-125.
[113] Buhâri, Müslim
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/125.
[114] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/125-126.
[115] Buhâri, Müslim
[116] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/126.
[117] Üstüiğabe, C. 5,194
[118] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/127-128.
[119] Buhâri, Müslim
[120] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/129.
[121] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/130.
[122] Buhârî, Müslim
[123] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/131.
[124] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/131-132.
[125] Buhâri, Müslim(Bu hadîsi şerif, Nesâînin süneninde de mezkûrdur.)
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/133.
[126] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/133-135.
[127] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/135.
[128] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/136-137.
[129] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/137-139.
[130] Ebu Dâvud
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/139.
[131] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/139.
[132] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/140.
[133] (Üsdül ğâbe, C. 5, 193)
[134] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/140.
[135] Ebû Dâvud
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/140.
[136] Tirmizi, Nesâî (Râvî Hz. Ebî Hüreyre ve hadisi şerifin ihtiva ettiği hükümler hakkında gerekli bilgi, yukarda geçmiştir.}
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/140.
[137] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/141.
[138] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/141.
[139] Beyhakî (Hadîsi şerifin ihtiva ettiği hükümlerle ilgili gerekli îzahat, ilerde 56. Hadîsi şerifde zikredilmiştir.
[140] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/142.
[141] Müslim (Râvî Hz. Ubâde bin Essâmİt (R.A) hakkında 18. hadisde malumat ve­rilmiştir. Hadîsi Şerif hakkında da îzahat, geçmiştir.)
[142] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/142.
[143] Müslim
[144] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/143.
[145] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/143.
[146] Müslim
[147] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/144.
[148] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/144.
[149] Müslim
[150] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/146-147.
[151] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/147.
[152] Ahmed bin Hanbel
[153] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/148-149.
[154] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/149-150.
[155] Ahmed, Bin Hanbel
[156] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/150.
[157] Buhari, müslim – Meşârik, C. 2,171
[158] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/150-152.
[159] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/152.
[160] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/152-153.
[161] Buhâri, Müslim
[162] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/154.
[163] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/154-155.
[164] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/155-156.
[165] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/156.
[166] Ahmed ,ibni hanbel.
[167] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/157-158.
[168] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/158.
[169] Ahmed ibni hanbel.
[170] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/158.
[171] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/158-159.
[172] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/159.
[173] Buhârî, Müslim
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/160.
[174] Beyhakî Tergıb Terhib, C. 3, 271
[175] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/161-165.
[176] Buharı
[177] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/165.
[178] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/165.
[179] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/165.
[180] Buhöri, Müslim
[181] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/166.
[182] Ebû Dâvud^ Nesâi
[183] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/166-171.
[184] Buhârî, Müslim.
[185] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/171-172.
[186] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/172.
[187] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/173.
[188] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/173.
[189] Keza Tecrid tercümesi, C. 1. 67
[190] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/174-176.
[191] Buhârî, Müslim
[192] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/176.
[193] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/176-178.
[194] Müslim
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/179.
[195] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/179-180.
[196] Tirmizti, Ebû Dâvud, Nesaî
[197] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/181.
[198] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/181-182.
[199] Ebû Dâvud
[200] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/183.
[201] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/183-184.
[202] Tirmizi, Ebû Dâvud(Bu hadis, Hâkimin süneninde de vardır ve hâkim, sahih hadisdir. de­miştir.)
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/184.
[203] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/185.
[204] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/186-187.
[205] Buhârî
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/187.
[206] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/187-188.
[207] Buhâri, Müslim
[208] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/189.
[209] Mirkatül mefâtih, 113
[210] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/189-190.
[211] Müslim
[212] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/190.
[213] Mirkatülmefatih, 114
[214] Buhârî, müslim
[215] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/190-191.
[216] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/191-193.
[217] Buhârî, Müslim
[218] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/193-194.
[219] Müslim
[220] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/194.
[221] Buhârî, Müslim {Hadîsi şerifi, Ahmed bin hanbel, Ebû Dâvud ve ibni mâcede rivayet et­mişlerdir.
[222] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/194.
[223] Buharı, Müslim
[224] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/195.
[225] Bak, Tefsiri kasımi, c. 3, S. 702
[226] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/195-196.
[227] Buharı, Müslim
[228] Müslim{Bu hadîsi şerifi, Ahmed bin hanbel de Müsnedinde rivayet etmiştir.) (Kısa îzahat, «İslamda Tesettür ve Haya» adlı eserimizde zikredilmiş­tir. Arzu eden orayı okur.)
[229] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/196.
[230] Müslim(Keza bu hadisi, Ahmed bin hanbei ve Tirmizî.rivayet etmişlerdir.)
[231] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/197.
[232] Ebû Dâvud
[233] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/198.
[234] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/198.
[235] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/199.
[236] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/200.
[237] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/200.
[238] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/200-202.
[239] Müslim
[240] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/202.
[241] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/202-203.
[242] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/203.
[243] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/203-204.
[244] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/205.
[245] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/205-206.
[246] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/207.
[247] Müslim
[248] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/207-208.
[249] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/208.
[250] Buhâri, Müslim
[251] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/209.
[252] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/209-210.
[253] Buhârî, Müslim
[254] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/210.
[255] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/210-211.
[256] Müslim
[257] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/211-212.
[258] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/212-213.
[259] Buhârî, Müslim
Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/213.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir