“Allah’a benzer hiçbir şey yoktur.” (Şura, 42/11)
a. Muhyiddin İbn Arabî, “Hakk Teâlâ’nın evvelki şekli, buluta benzer bir duman şeklinde olmasıdır.” şeklinde bir ifade kullanmamıştır. Onun ifadesi aynen şöyledir:
“Allah mahlukatı yaratmadan önce bir ‘AMA’da idi. Amanın altında da hava, üstünde de hava vardı.”(bk. El-Futuhatu’l-Mekkiye, I/148).
“Ben: “Ey Allah’ın Resulü! Rabbimiz, mahlukatı yaratmadan önce neredeydi?” diye sordum. “Allah mahlukatı yaratman önce bir ‘AMA’da idi. Amanın altında da hava, üstünde de hava vardı. Sonra Arşını su üzerinde yarattı.” diye cevap verdi.”(Ahmed b. Hanbel; IV/11-12; Tirmizî, Tefsir, 12; İbn Mace, Mukaddime,13)
İbn Esir, en-Nihaye fi Garibi’i-Hadisi ve’l-Eser adlı eserinde bu konuda şu bilgileri vermiştir:
Bunun ‘ince bulut’ anlamında olduğunu söyleyenler de vardır.
Bazı âlimlere göre, ‘Amâ’ insan aklının kavrayamayacağı, insan idrak sınırının ötesinde olan bir kavramdır.
Ünlü Dil bilgini, el-Ezherî, “Biz buna iman ederiz, fakat herhangi bir şekilde onu nitelendiremeyiz.” diyerek görüşünü açıklamıştır. (bk. a.g.e, III/576 -el-Mektebe eş-şamile)
Nitekim alimler,
“Onlar, ancak buluttan gölgeler içinde Allah’ın (emrinin) ve meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesinden başka bir şey mi beklerler? Halbuki bütün işler sadece Allah’a döndürülür.”(Bakar, 2/210)
İbn Arabî, ‘Amâ’nın Allah’ın nurunun tecelli ettiği ilk sahne olduğunu ifade etmekti. (Fütuhat, a.g.y). Kendisinin her zaman olduğu gibi, bu konuda da kullandığı hususî bir dili vardır. Onun seviyesinde olmayanların anlaması oldukça zordur. Bu sebeple biz, gerek İbn Arabî’nin yukarıdaki açıklamasından ve gerekse hadiste geçen ‘Ama’ kelimesinin de yardımıyla bu konuyu -anladığımız kadarıyla- şöyle açıklayabiliriz:
1. Hadiste geçen ‘Amâ’ kavramı, anlamı ne olursa olsun, bir muammayı ifade etmektedir. Yani varlık yaratılmadan önce Allah’ın isim ve sıfatlarının nasıl olduğu bilinmez bir muamma idi.
Allah’ın varlığı, birliği, yaratıcılığı, ilmi, hikmeti, kudreti, bağışlaması, affı, gazabı, celal ve cemal ve kemal sıfatlarının olup olmadığı bilinmiyordu. Bu durum ‘Amâ’ olarak ifade edilmiş olabilir.
‘Ben gizli bir hazine idim, kendimi tanıtmak istedim, mahlukatı yarattım ki, beni tanısınlar.’ (Aclunî, II/132).
“Cinleri ve insanları sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zariyat, 51/56)
Bu açıklama İbn Arabî’nin genel felsefesiyle de uyuşmaktadır. Nitekim, İbn Arabî, söz konusu hadisi şöyle açıklamıştır:
“Mahlukatı yarattım ki, bana bir ayna olsun ve o aynada cemalimi göreyim.”(bk. İşarartu’l-İ’caz, s.17).
“Her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o Sultan-ı Zîşan dahi istedi ki, bir fuar açsın, içinde sergiler dizsin, ta insanlara ve diğer şuurlu varlılıklara saltanatının haşmetini, servetinin şaşaasını, sanatının harikalarını, kendi maharetini göstersin. Ta ki, manevî cemal ve kemâlini iki vecihle müşahede etsin: Bir vechi, bizzat kendi kuşatıcı ilmiyle ve bakışıyla görsün. Diğeri, diğer şuurlu varlıkların nazarıyla baksın.” (bk. Sözler, On Birinci Söz, s.120).
2. Amâ kavramının ince bulut anlamına geldiğini görmüştük. Bu anlama göre, Amâ safhası, kâinatın ikinci safhasını teşkil eden bulutumsu nebülaların teşekkül ettiği sahneye de dikkat çekmektedir. Hadiste Amâ olarak ifade edilen sahne, Kur’an’da duhan/duman olarak ifade edilmiş gibidir. Aşağıdaki ayet bu hususu işaret etmektedir:
“Sonra (Allah’ın iradesi) duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona (göğe) ve yerküreye: “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik” dediler.” (Fussilet, 41/11).